ATATÜRK ne demişti, bir kez daha hatırlayalım:
“İstiklâlinden yoksun bir millet, uygar insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden kurtulamaz.”
Kuvayı Milliye “Millî Kuvvetler, Millî Güçler” anlamındadır ve “düzenli ordu” şeklinde örgütlenmemiş “Milis Kuvvetleri” demektir. Kuvayı Milliye, Mondros mütarekesi sonrası topraklarımızı işgal eden ve ülkemizi parçalamak üzere harekete geçen İngiliz egemen kapitalist emperyalist İtilaf Devletleri topluluğunu oluşturan İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan düşman kuvvetlerine karşı açılan yurdun her cephesinde çarpışmak üzere örgütlenen bölgelerdeki her sınıf ve gruptan halkın oluşturduğu sivil-milis kuvvetleridir. Kuvayı Milliye, halkın içinden gelen millî duygular sonucu oluşmuş, meslek, gelir düzeyi, yaş, hatta cinsiyet gibi birçok unsuru dikkate almadan kendiliğinden bir araya gelerek gönüllülük esasına göre oluşmuş silahlı sivil birliklerdir.[1]
- Atatürk, Kuvayı Milliye Ve Mili Mücadele
Atatürk’ün, en umutsuz görünen koşullarda, yurt savunması için kendisiyle birlikte gözünü kırpmadan ölümü göze almaya hazır Türk halkını ve Kuvayı Milliye’yi yanı başında bulabilmesinde din unsurunun önemli rolü vardır. O, başlattığı Milli İstiklâl Mücadelesi’nde ulusal ve dinî amaçlardan güç aldığını hep açıklamıştır.
Atatürk 1920’de Ali Rıza Paşa’ya gönderdiği telgrafta, “İngilizler tarafından engellenirse ulusal bağımsızlık ve özgürlük uğrunda mücahede-i milliye ve diniye (ulusal ve dini mücadele) ilân etmek yolunda ilerleyeceğiz”, açıklamasını yapmıştır.[2]
Atatürk milli mücadeleyi aynı zamanda dinî mücadele olarak nitelediği mektuplarından birini de, Kütahya Mutasarrıfı Sait Bey’e göndermiştir:
“Vatansever Kütahya ahalisinin mali fedakârlığı, maddi ve manevi gayretleri ve çalışmasıyla beş on gün içinde hazırlanan ve donatılan binlerce mevcuda ulaşan askeri kıtaların, giriştiğimiz dini, milli, vatani mücahedede muzafferiyetimizi sağlayacak kahraman bir zümre olarak fedakârlık göstereceğinden eminiz.” [3]
Atatürk, Türk Kurtuluş Savaşı’nın kutsal bir boyutunun olduğunu, bu mücadelenin aynı zamanda, Müslümanların kurtuluşunu amaçladığını belirtmiştir. Atatürk, 1921’de Azerbaycan temsilcisi İbrahim Abilof’u Çankaya’da kabulünde şu açıklamayı yapmıştır:
“Bu kutsi mücadelede, milletimiz, İslam’ın kurtuluşuna, dünya mazlumlarının refahlarının artırılmasına hizmet etmekle iftihar eder.”[4]
- Akla İlk Gelen Örnek Kuvayı Milliyeciler
– Denizli müftüsü Hulusi Bey,
– Demirci Mehmet Efe,
– İpsiz Recep,
– Topal Osman,
– Ethem Bey,
– Antepli Şahin Bey Kuvayı Milliyecidir.
– İstiklâl yolunda kağnısıyla ve yanındaki bebeğiyle İnebolu’dan mermi taşıyan sert kış günü üzerindeki hırkasını bebeğine değil, mermiler ıslanmasın diye mermilerin üstüne örten, kışlaya ulaştığı sırada da şehadete eren Kastamonulu Şerife Bacı;
– Kadın olduğu halde saçlarını erkek gibi kestirerek birliklere katılan ve kendine Halim Çavuş dedirterek mücadele eden Halime Çavuş;
– Kadınlardan ve erkeklerden oluşturduğu ekibiyle işgalcilerin kâbusu olan Erzurumlu Kara Fatma Kuvayı Milliyecidirler.
– Annesini kaybettiği için Albay olan babasıyla birlikte karargâhta kalan ve orada büyüyen, savaş sırasında da çocuk haliyle cepheden cepheye koşarak askerlere moral veren küçük Nezahat da Kuvayı Milliye’dendir.[5]
Ve daha niceleri…
- Yurdun Dört Bir Yanında Kuvayı Milliye Ruhu
“Vatanım, ha ekmeğini yemişim, ha uğrunda kurşun” diyebilen bütün bu kahraman insanları bir araya getiren de “Kuvayı Milliye Ruhu”dur. Bu ruh içten gelen bir istekle millet bireylerinin ülkenin bağımsızlığı ve ülke çıkarları için her türlü olanaksızlıklar içinde canlarını ortaya koyarak mücadele etmeleridir. Millî Mücadele bu ruhla verilmiş, İstiklâl Harbi bu ruhla kazanılmıştır.
1919 yılı Mayıs ayında, İzmir’de Yunan işgaliyle Kuvayı Milliye örgütlenmesi başlamıştır denilebilir. Örgütlenme hızla Batı Anadolu’nun iç kısımlarına yayılmıştır. Kuvayı Milliye sadece Anadolu’nun batı bölgesinde değil, Anadolu’nun her yerinde gerçekleşmiştir.
Güneyde Fransız işgaline ve Fransız Ermeni işbirliğiyle Türklere yapılan zulüm, hakaret, yağma ve öldürme olaylarına karşı ilk direnme 19 Aralık 1918’de Dörtyol’a bağlı Karakese Köyü’nde olmuş, köy halkı Fransızlara silâhlı savunmaya geçmiştir. Bu olay bir kıvılcım olmuş Adana, Antep, Urfa ve Maraş’ta çok iyi organize olmuş Kuvayı Milliye örgütleri kurulmuş ve işgalcilerle işbirlikçilerine karşı çok büyük mücadele verilmiştir.
Düşünelim: İstiklal Harbi’nde düzenli orduda verdiğimiz şehit yaklaşık 10.000 civarındadır. Ama sadece Antep savunmasında yaklaşık 7000 sivil şehit vardır. Güney Cephesinde çeşitli rütbelerdeki subaylar, Kuvayı Milliye hareketlerini sivil kıyafet ve Sinan Paşa, Tufan Bey gibi takma adlarla organize etmişlerdir.[6]
- Kuvayı Milliye’nin Temel Amaçları
* Vatan topraklarını düşmana karşı korumak,
* Türk Devleti’nin parçalanarak ortadan kaldırılmasını önlemektir.
* Kuvayı Milliye ayrıca işgallere müdahale etmeyen ve seyirci kalan yönetime de bir tepkidir.
* 1919 yılının şartlarında, silahlandırılmış, yerli gayrimüslim çetelerinin, düşman askerleriyle işbirliği yaparak giriştikleri saldırı ve cinayetlere Türk halkının hiç değilse kendi bölgesini savunma düşüncesinden doğmuştur.
* Kuvayı Milliye’yi ortaya çıkaran bir başka neden de Ordunun terhis edilmesi ve silah altında olan az sayıdaki düzenli birliklerin de zayıf ve yetersiz durumda olmalarıdır.
* Düşman işgalleri karşısında kendiliğinden oluşan Kuvayı Milliye, Türk milletinin düşman işgal ve saldırılarına boyun eğmeyeceğinin, işgallere karşı koyacağının dünyaya ilânıdır.
Bu sivil gruplar verdikleri mücadeleyle de işgalci güçleri kayba uğratarak düşmanın Anadolu içlerine ilerlemelerini yavaşlatmışlar, hatta durdurmuşlardır. Ülkenin belli bölgelerindeki işbirlikçi gayrimüslim çetelerin saldırılarını, katliamlarını durdurup önlemiş, bölgeyi bu çetelerden temizlemişlerdir. Ayrıca ve en önemlisi Türk milletinin organize olmasını, örgütlenmesini; zamanla düzenli orduya geçişi kolaylaştırmış ve bağımsızlığımızı gerçekleştirmiştir.
Diyebiliriz ki:
* Kuvayı Milliye’nin amacı, ülkenin rejimine karşı mücadele etmek değildi; ülkedeki düşmanla mücadele etmekti. Ortada bir mezhep ve rejim mücadelesi yoktu; bir bağımsızlık mücadelesi vardı.
* Kuvayı Milliye, bağımsızlığı engellemeye çalışan işbirlikçi isyancılar dışında, kendi halkı ile de mücadele etmemiş, işgalciler ve onların işbirlikçileriyle mücadele etmiştir.
* Kuvayı Milliye, batılı ve kökü dışarıda olan devlet, kurum ve kuruluşlardan ne yardım ne de askerî eğitim almıştır.
* Kuvayı Milliye, hep millî kalmış, düzenli orduya karşı çıkanlar dahi işgalci ve paralı gruplara itibar etmemiştir. Hatta onlarla temas bile kurmamıştır. Çerkez Ethem’in, millî düşünce yapısına uymayan, hırsına yenildiği ve bizce utancını ömür boyu taşıdığı, düşmana sığınma olayı dışında yanlış bir örneği yoktur.[7]
Türkiye’nin düzenli ordu birliklerinden mahrum bulunduğu çok kritik bir dönemde, her türlü imkânsızlığa ve olumsuz şartlara rağmen hayatlarını ortaya koyarak, giriştikleri cesur ve kararlı mücadeleleriyle bağımsızlığın kazanılmasına damgasını vuran Kuvayı Milliye, Türk Millî Mücadele Tarihinde çok önemli ve çok seçkin bir yere sahiptir.
- Milli Mücadele Dönemi Nedir?
Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmasıyla başlayan mücadele döneminin genel adı Milli mücadele dönemidir. Bu dönem, Cumhuriyetimizin kuruluşuna kadar sürmüştür. Mustafa Kemal’in önderliğinde Anadolu’da parça parça olan “milli hareketlerin birleşmesi” bu dönemin en önemli özelliğidir.
19 Mayıs 1919 tarihi, Türk İstiklâl Savaşı’nın hukuken, siyaseten ve bir anlamda fiilen başladığı tarihtir. Milletin kendi istiklâlini kurtarmak yönünde kendi azim ve kararını ortaya koyduğu bir tarihtir. Bu tarihten sonra;
* Anadolu’da Kuvayı Milliye derlenip toparlanacak,
* Milli Hâkimiyetin gerçekleşmesi için mücadeleye başlanacaktır.
“Milli Mücadele” sonunda Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmadan önce tasarladığı üzere İngiliz egemen kapitalist erperyalist İtilaf devletlerinin haçlı ordularıyla yıkılan bir İmparatorluk’tan, yepyeni ve millî bir üniter Türk devleti hayat bulacaktır. Bu itibarla 19 Mayıs 1919, Türk tarihinde mümtaz bir yere sahiptir. Atatürk, Nutuk’a,
“1919 yılı Mayısının 19.ncu günü Samsun’a çıktım. Umumî durum ve manzara: Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup, Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Harbin uzun yılları boyunca, millet yorgun ve fakir bir halde…” diye başlar ve kısaca bir durum tespitinde bulunur. Sonra düşünülen kurtuluş çarelerini sıralar ve şunları söyler:
“Efendiler, bu durum karşısında tek bir karar vardı. O da millî hâkimiyete dayanan kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak…
İşte İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da, Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur… Türk’ün haysiyeti ve gururu, kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa, mahvolsun daha iyidir. Öyleyse YA İSTİKLÂL YA ÖLÜM!”[8]
- Alev Coşkun ve İlhan Selçuk’un Milli Mücadele’den Sonraki Durumu Değerlendirmeleri
1919-1938 arasındaki 19 yılda Türk toplumsal yaşamında mucizeler yaşandı, inanılmaz gelişmeler oldu. Destansı Milli Mücadele’den sonra,
– 1 Kasım 1922’de 600 yıllık Osmanlı saltanat yönetimine son verildi.
– Bir yıl sonra 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilân edildi.
– 1923-1938 arasındaki 15 yılda, Avrupa’da yüzyıllar süren Aydınlanma Devrimleri Türkiye’de uygulandı. Büyük bir devrim, büyük bir dönüşüm yaşandı.[9]
İlhan Selçuk ise, Anadolu’nun Aydınlanma Devrimi’ni şöyle değerlendiriyor:
“* Emperyalizme karşı bağımsızlık…
* Padişahçılığa karşı Cumhuriyetçilik…
* Şeriata karşılık Laliklik…
* Tutuculuğa karşı Devrimcilik…
* Ümmetçiliğe karşı Milliyetçilik…”
Akla dayanan toplumlarda, akla dayanan yönetim sistemlerinde eleştiri, araştırma sorgulama ana ilkelerdir. Bu nedenle:
“Kemalizmin özü de aklın (hurafeci içiboş) inançtan, bilimin (mezhepçi, tarikatçı) dinden bağımsızlaşmasıdır; Mustafa Kemal, sorgulanmayan kişileri ve kurumları yıkarak laik cumhuriyeti kurdu. ‘Yaşamda en gerçek yol gösterici ilimdir’ tümcesiyle her şeyin sorgulanmasını istedi.
Kemalizm, ‘Aydınlanma Devriminin’ Türkçesidir.
Aklı devreye sokan, eleştiriyi ve sorgulamayı temel yasaya dönüştüren uygarlık devrimini, Türkiye Atatürkçülük ile tanıdı…”[10]
- Günümüzde Yapılması Gereken
Bu konuda, ömrünü Kuvayı Milliye Ruhu ile, Atatürk’ü ve kurduğu Cumhuriyeti kurucu değerleriyle milletimize anlatmaya adamış Merhum Metin AYDOĞAN’a göre bugün yapılması gerekenler şunlar olabilir:
“– Benzer koşullar altında geçmişte verilen mücadeleden yararlanmak ve bu yönde çalışmaktır.
– Samsun’a çıkan anlayış, Kuvayı Milliye ruhu, Müdafaayı Hukuk örgütleri, önümüzdeki yakın dönemi belirleyecek biçimde, yeniden gündeme geliyor.
– Kurtuluş Savaşı ve devrimler, öncesi ve sonrasıyla dikkatlice incelenmeli, güncelliğini koruyan bu eylem, günün koşullarına uyumlu kılınarak, aynı anlayışla uygulanmalıdır.
– Ülkenin parçalanmasını önlemek isteyen herkes, Mustafa Kemal’e başvurmak, mücadelesinden ders almak zorundadır.
– Türkiye’de yükselmekte olan ulusal uyanış, geçmişteki benzersiz deneyimden, kesin olarak yararlanmalı, bu konuda bilgilenmelidir. Atatürk, bugün ona çok gereksinim duyan Türk halkına anlatılmalıdır.
Bir değerin nasıl kazanıldığını bilmeyen, onu koruyamaz, geliştirip uygulayamaz. Kurtuluş Savaşı’nın hangi koşullarda, nasıl ve kimlere karşı kazanıldığını, ne bedel ödendiğini, ulusu ayakta tutan kalkınmanın nasıl sağlandığım bilmeden, Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak olanaklı değildir.
Yapılanlar çabuk unutuldu ya da unutturuldu. Unuttukça da geriye gidildi. Ve bugün, içinde sıkışıp kaldığımız sorunlarla dolu koşullara gelindi. Bu koşullar, nitelik olarak, Osmanlı’nın 20. yüzyıl başında yaşadığı koşullardır. Bunu artık herkes görmelidir. “Dünü unutursan, yarın hatalara düşmekten kurtulamazsın” diyen Atatürk’ü güncel kılan da budur ve doğaldır ki, emperyalist boyunduruktan kesin olarak kurtulana dek, bu güncellik sürecektir.
* Her kesimden yurtsever, bu nedenle Atatürk’e yöneliyor;
* Kuvayı Milliye ruhu bu nedenle yayılıyor,
* Müdafaayı Hukukçular bu nedenle veniden ortaya çıkıyor.”
Ülke için önemli olduğuna inandığımız konuları öne çıkaralım Milli Mücadele’nin hazırlanmasına, kullanılan mücadele yöntemlerine, halkın örgütlenmesine, meşruiyet anlayışına ve bu yöndeki tartışmalara öncelik verelim. Mustafa Kemal’in bu konularla ilgili söz ve davranışlarını koşullarıyla birlikte dikkatlice inceleyelim. Bu söz ve davranışların, bir tarih araştırması değil, Kemalist bir eylem önerisi olarak değerlendirelim. Ülkenin kurtuluşu için mücadele edenler ve edecek olanlar, Mustafa Kemal’in karşılaştığı engellerin benzerleriyle karşılaşacaklardır. Özellikle onlar, aktarılan bilgileri, eleştirici gözle incelemeli, bugüne uyarlamalı ve girişilecek mücadelede nelerle karşılaşacaklarını bilerek hareket etmelidirler.”[11]
- Atatürk’ü Anlamak Ve “İzinden Gitmek” Bilinçli Olmayı Gerekli Kılar
Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığını yapmak, insana, üstelik en ağırından sorumluluk yükler. Atatürk öldükten sonra, Atatürkçülerin başına gelmedik kalmamıştır. Bu sorumluluğu yüklenmek isteyenler, eyleme geçtiklerinde bu işin, ‘karga kovalamak’ ya da ‘sarı saç mavi göz’ edebiyatından çok farklı bir iş olduğunu görürler. Emperyalizmle doğrudan ve sürekli mücadele demek olan Atatürkçülük, sert mücadelelere her zaman hazırlıklı olmayı gerekli kılar. Kemalist olmak, kolay bir iş değildir.
Türk halkının yaptığı özveriyi, çektiği acıları, Yunan vahşetini ve emperyalist tuzakları unutmayalım. Bunları yaparsak bilinçlenecek ve günümüze yönelik sonuç çıkarmada büyük bir olanağa kavuşacağız. Atatürk’ten ancak böyle yararlanabilir, onu böyle örnek alabiliriz. Bunu yaparsak yalnızca bir yaşamı ve bir ulusun kurtuluşunu değil, adeta bir ‘destanı’ öğrenmiş olacağız ya da daha doğru bir söylemle, örnek almaya çalıştığımız olayın bir “destan” olduğunu göreceğiz. Bu ‘destan’, direnenlere umut ve güç veren ulusal bir hazinedir. Yeter ki yararlanmasını bilelim.
Ülkesi için herkesin yapabileceği bir şey vardır. Abartmadan ve küçük görmeden, herkes, elinden geleni bu ülkeye vermelidir. Ayrılıklara izin verilmemeli, halkı içine alan yeni birliktelikler oluşturulmalıdır. Nelerin yitirilmekte olduğunu ve gelecekte nelerin yitirileceğini herkes görmelidir.
Çıkış yolu vardır ve elimizin altındadır. Türk ulusunun gerçek gücünün ne olduğu bilinmeli, bu güç harekete geçirilmelidir. Bu yolda geç kalınan her gün, kaçınılmaz gibi görünen gelecekteki mücadele günlerinde, çekilecek acıların artmasına neden olacaktır. Kendi gücüne dayanılmak; dış isteklere, siyasi ve ekonomik oyalamalara izin verilmemekdir. Gerçek dışı sanlar, aldatıcı sözvermeler ve sanal ereklerle halkın kandırılması önlenmelidir. Bunun tek yolu, Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Türk Devrimi’ni öğrenmek ve buna göre davranmaktır.”[12]
- Türk Devrim İlkelerini Güncelleştirip Atatürkçü Politikaya Dönmek İçin, İlk Elden Yapılmalısı Gerekenler
* Tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik anlayışı toplumun ortak iradesi haline getirilmelidir.
* ‘Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ adı verilen kişi yönetimine son verilmek, halk oylamasıyla yeniden temsili demokrasiye dönülmekdir.
* Seçim ve siyasi partiler kanunu değiştirilmeli, seçim barajları kaldırılarak milli bakiye sistemi getirilmekdir. Yüksek seçim kurulu yenilenmekdir.
* Hukuk düzeni yenilenmeli, yargı bağımsızlığı sağlanmalıdır. Hakim ve savcılar başta olmak üzere ‘mülakatla’ işe alınan tüm devlet görevlileri yeniden sınava alınmalıdır.
* Kamu Yönetim anlayışı yenilenmeli, siyasetten arındırılan atamalar liyakat üzerine oturtulmalıdır.
* Eğitimin birliği sağlanmalı; eşit, parasız, ulusal ve laik eğitim ilkokuldan üniversiteye dek her düzeyde gerçekleştirilmelidir. Yabancı dil öğrenimi yaygınlaştırılmalı ancak yabancı dilde eğitime son verilmelidir.
* Üniversiteler ve TRT özerkleştirilmeli, akademik prosedürü yetersiz öğretim üyelerinin üniversiteyle ilişkisi kesilmelidir. Son 20 yıl içinde üniversitelerden uzaklaştırılan öğretim üyelerinin dosyaları hukuka uygun olarak yeniden ele alınmalıdır.
* Ordu, siyasetten anndırılmalı, iç işleyişinde özgür kılınmalıdır. YÖK’e bağlı ‘Milli Savunma Üniversitesi’ kapatılmalı; Harp Okulları, Askeri Liseler ve Harp Akademisi yeniden açılmalıdır. Ordunun sağlık ve hukuk kurumları Genelkurmay’a geri verilmelidir.
* Üretim ekonomisine geçilmelidir. Bunun için ulusal sanayi ve tarım programlan hazırlanmalı, 5’er yıllık kalkınma planlan hazırlanıp uygulamalıdır.
* Özelleştirilen kamu işletmeleri üretim alanındakilerden başlamak üzere devletleştirilmelidir.
* Ülkenin her köşesine ulaşacak biçimde Sanayi yatırımları yapılmalı, ulusal tarım politikasıyla iç göç önlenmelidir. insanlara bulunduklan yerde iş alanlan yaratılmalıdır.
* İşsizliğe kısa dönemde çözüm olmak üzere; orman ıslahı, tarım işletmeleri ve büyük enerji alanlarındaki devlet yatırımlarıyla kitlesel iş sahaları açılmalıdır.
* Vergi düzeni yenilenerek dolaylı vergiler düşürülmeli, çalışan işçi ücretlerinden alınan vergiler kaldırılmalıdır.
* Dış ticaret, madencilik, iletişim, enerji üretim ve dağıtımı devletin denetimine alınmalıdır.
* Yabancılara yapılan satış ve kiralamalar iptal edilmeli, yabancılara toprak satışı yasaklanmalıdır.
* ‘Orman vasfını yitirme’ adıyla kamu mülkiyetinden çıkarılan orman alanlan kamulaştırılmalı, su havzaları ile tarım alanlarındaki yapılaşma durdurulmakdır.
* Yerli üretim koruma altına alınmalı, dışalım vergileri arttırılarak yerli malı kullanma özendirilmelidir.
* Mali piyasalar denetim altına alınmalı, milli kambiyo sistemine geçilmeli, döviz ticareti önlenmelidir.
* Devlet borçlan yeniden yapılandırılmalı, ödemeler uzun vadeye yayılmalıdır.
* Dış siyasette yeni birliktelikler kurulmalı, Batıyla ilişkiler eşitlik ilkesine bağlı kalınarak yenilenmelidir.
* Ulusal bağımsızlığı zedeleyen, başta ‘İkiz Yasalar’ olmak üzere uluslararası anlaşmalar iptal edilmelidir.
* Avrupa Birliği’ne üyelik beklentisi sonlandınlmalı, Ankara Anlaşması’ndan çekilinmelidir.
* NATO’dan çıkılmalıdır.
* Komşularla iyi ilişkiler yeniden sağlanmalı, Suriye’nin toprak bütünlüğü desteklenmelidir.
* Suriyeli ve diğer ülkelerden gelen sığınmacılar ülkelerine geri gönderilmelidir.[13]
Bunları yapmak işin başlangıcıdır. ‘Buzdağının görünen yüzünü’ görmektir. Atatürk’ün kurduğu düzene ulaşmak, onun yoluna girmek kolay değil. Uzun soluklu çetin bir mücadeleyi göze almayı gerekli kılıyor. Bunun için de örgütlenmek gerekiyor. Tam Bağımsız Türkiye Cumhuriyetini yeniden kurmanın başka yolu yok. Bunun bir bedeli var kuşkusuz. Ancak bilinen bir gerçektir ki, bedel ödenmeden gönenç elde edilmiyor. ‘Mustafa Kemal’in askeri’ olmak kolay değil.
Sedat Şenermen
Kaynakça
[1], [5], [6], [7] Cemalettin TAŞKIRAN, Kuvayı Milliye Nedir?,https://millidusunce.com/misak/kuvayi-milliye-nedir/
Erişim: 16.04.2020; 10.55
– Kadir KASALAK; Milli Mücadele’de Manda ve Himaye Meselesi, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1993.
– Sabahattin SELEK, Anadolu İhtilâli, İstanbul, 1963.
– Sıtkı AYDINEL, Güneybatı Anadolu’da Kuva-yı Milliye Harekâtı, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara.
– Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, cilt: II, 1.nci Kısım, Genelkurmay ATASE Yayını, Ankara 1963.
[2] Mustafa Kemal ATATÜRK, Nutuk, İstanbul, 2001, MEB Yayını. Bkz. Halil ERSOYLU, Nutuk Üzerinde İncelemeler, Ankara, 1999, TDK Yayını, s.133. [3] Komisyon, Atatürk’ün Bütün Eserleri, İstanbul, Kaynak Yayınları, cilt: IX, s.135; Bkz. Abdurrahman KASAPOĞLU, Atatürk’ün Kur’an Kültürü, İstanbul, 2008, İlgi Kültür Sanat Yayını, s.35. [4] Suat İLHAN, Harp Yönetimi ve Atatürk, Ankara, 1987, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, s.85; Komisyon, Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.XII, s.36. [8] http://www.mynet.com/cevaplar/sorular-cevaplar/milli-mucadele-donemi-nedirmilli-mucadele-donemi-mustafa-kemal-ataturk’un-19-mayis-1919′da-samsun’a-ayak-basmasiyla-baslayan-bir-mucadele-doneminin-genel-adidir-bu-donem-cumhuriyetimizin-kurulusuna-k/6704785 Erişim: 16.04.2020; 12.09 [9] Dr. Alev COŞKUN, Kemalizm Aydınlanma Devrimleri, İstanbul, 2019, Cumhuriyet Kitapları, s.5. [10] İlhan SELÇUK, “Püf Noktası”, Cumhuriyet, 30 9 2004 [11], [12], [13], Metin AYDOĞAN, Geri Dönüşten Çöküşe, İzmir, 2018, Gözgü Yayıncılık, s.27