SEDAT ŞENERMEN

“DİN” İLE “DİNSİZLEŞTİRME” VE “TÜRKSÜZLEŞTİRME”

Sakın Çok Aldatıcı Sizi Allah İle Aldatmasın! (velâ yeğurranne-küm bi’llâhi’l-ğarûr)”(Lokmân/33; Fâtır/5; Hadîd/14)

“Şimdi Türkler bir devlet kurdu. Timur gibi zalim bir asker, Türkleri yeniden diriltti. Ancak kutsal amaçlarımızdan vazgeçmeyeceğiz.

Biliyoruz ki Türkler, ne olduğunu bilmedikleri bir dine inanıyor.

İşte Türkleri bu dinle, yani İslam ile yıkacağız. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak bütün imamların bizim amaçlarımıza hizmet etmesi gerekiyor. İngiliz İstihbaratının birinci görevi budur.

(David Lloyd George’un 1923’de, İngiliz Lordlar Kamarası’nda yaptığı konuşmadan)

 

  1. Allah İle Aldatmanın Bir YönüDin İle Dinsizleştirme

 

İki tür şeytan ve şeytanlığın varlığını, tüm görünen-görünmeyen özellikleriyle Kur’an’dan öğreniyoruz.

Biri, kadın-erkek herkesin içinde/beyninde bulunan, şerrinden Allah’a sığınılması gereken Hannâs ve Vesvâs olan İblis (Nâs/3-5);

Diğeri, şerrinden, insanların Rabbi’ne sığınması gereken kadın-erkek her kişinin dışındaki insan şeytanı/şeytanları (Felak/2). Kişinin dışındaki insan şeytanları da bireysel olabildiği gibi, örgütlü, kurumsal küresel şeytan/şeytanlık olabilir.[1]

İçimizdeki/beynimizdeki İblis’in varoluş nedeni, kişiyi, fücûra (şerre, şeytanlığa) yönlendirmek. Kişinin, beş duyu ile algıladığı duyular, belleğe gelince, İblis otomatik olarak devreye girer ve ışık hızında fücûra yönlendirmesini yapar. Bu yönlendirme kişinin beyninde ilk fikir, dilinde ilk söz, gönlünde ilk iç ses olarak belirir. Eğer kişi buna uymaz/uygulamazsa, İblis devre dışında kalır. İblisin zorlayıcı bir gücü yoktur. Bu durumdan sonra kişi, selim aklını işletirse hayra, iyiliğe, güzelliğe, doğruya, sevgiye, barışa, adalete yönelebilir.

Burada içimizdeki şeytanın yönlendirmesiyle şerre yönelmemek ve şeytanlaşmamak için dikkat edilecek husus, İblisin yönlendirmesiyle beyinde oluşan ilk fikir, dilinde beliren ilk söz, gönlünde şekillenen ilk iç sese kişinin asla uymaması, itibar etmemesidir. Bunu şeytanı etkisiz kılmak için gün ve yaşam boyu uygulamak üzere kesinlikle unutmamak gerekiyor.

 

İçimizdeki İblis ve dışımızdaki insan şeytanı/şeytanları herkesin zaafını bilir. Bazısını korkutunca yener, bazısını da kandırınca.. O yüzden korkağı korkutarak yenerken, cesuru sever gibi yapar.

Her şey bu hayatta zıttı/karşıtı ile ölür. İnanç ‘din’ maskesi ile insan sevdiği ile ve millet ise yalan dolu milli maskeler ile…

O yüzden şeytan daima budur; sandığının aynı ile saldırır. En inanamayacağın ne ise, kılıfta olan odur. Bu yüzden yalanı bile en iyi doğrunun içine gizler. Akılsız bir iman veya imansız bir akıl, insanı en çok kendine düşman eder. Ahlaktan imana ulaşılmaz. Tam aksine, imandan ahlaka ulaşılır. Haliyle aptallığa bile zekâ sorunu değil, ahlak sorunu diyebiliriz. Bu yüzden dinsizleştirmenin en beter sonuçlarından biri de ahlaksızlaştırmasıdır.[2]

 

Allah ile Aldatma, ilahi vahyin ortaya koyduğu hakk, hayır, rahmani sistemi, tamamen tersine çevirerek bâtıl, şer ve şeytani bir sistem /dünya görüşü haline getirmektir. Aslında bu, gerçek dinden uzaklaştırmak, yani din ile dinsizleştirmek demektir. Din ile dinsizleştirmek, bir Allah ile Aldatma operasyonudur. Çağımızda Tek Dünya Devleti oluşturma amacında olanlar, BOP kapsamında, “Tek Dünya Devleti Dini” için din ile dinsizleştirme eylemini dinler arası diyalog, ılımlı İslam çalışmalarıyla CHRİSLAM şeklinde insanlığa sunuyorlar.

 

  1. Tek Dünya Devleti Dini:

CHRİSLAM ve Dinler Arası Diyalog

 

Bu konuda Eray Hacıosmanoğlu’nun tespitlerine bakalım.

Tek Dünya dini CHRISLAM, resmen kabul edildi. Bütün planlı kaosların amacı olan Tek Dünya Sapkınlığı ile İslam’a, aileye, namusa, vatana ve hatta Allah’a savaş açtıklarını söylediğimizde az mı demiştik? Kalbiniz olanları ve olacakları kaldıracak mı? Kurtarıcı olarak gördüğünüz mübarek zatların tek bir söz ettiğini duydunuz mu? Hâlbuki,

Allah katında hak din İslâm’dır. Kendilerine kitap verilenler, bunu adamakıllı bildikten sonra aralarındaki azgınlık ve had­dini aşma yüzünden ihtilafa düştüler ve kim Allah’ın ayetlerine inanmazsa bilsin ki Allah, pek tez hesap görür”(Âl-i İmrân/19).

Bugün bana (Eray Hacıosmanoğlu) göre; üzülme, düşünme, anlama ve utanma günüdür. İslam’ın adının geçtiği yerleri görüp dua etme ve gerçek niyetlerini anlayarak görüp üstüne gitme günüdür.

Papa Francis ve imam Dr. Ahmed el-Tayeb arasında yapılan anlaşma ile Chrislam, Tek Dünya dini olarak kabul edildi. Hani Tek Dünya Devleti komploydu? Hani tasarlan­mış kaoslar komplo teorisiydi?[3]

 

‘Başka Bir Dünyaya Açılan Kapı’: SAHTE KÂBE

 

Küresel takvimle uyum gösteren ve İslam’ın en kutsal değerinin anlamına savaş açan bir dünya kurulmak isteniyor. Sahte Kâbe. Aslında Kâbe-i Şerif olarak bildiğimiz, İslam’ın en önemli merkezi, Suudi Arabistan’ın Mekke kentindeki Mescid-i Haram’da yer alan bir yapıdır. Tüm dünya için İslam âleminin kıblesidir Kâbe. Bu çete bu kadar kutsal bir yönün anlamını saptırıp kutsallığına gölge düşürecek bir tasarım ile MUKAB’ı duyurdu.

Başkent Riyad’da dünyanın en büyük modern şehri kılığına sokulmuş bu yapı, Kâbe tasarımının aynıyla resmedildiği için büyük tepkiler görse de gerçek hedefinin bu kutsallığın anlamını ortadan kaldırmak olduğu eksik söylenmiş olabiliyor.

Mukaab projesi 400 metre yüksekliğinde ve 400 metre uzunluğunda tasarlanırken içine 20 Empire State binasını alacak şekilde büyük olacağı belirtiliyor. Projenin içi otel odaları, satış alanları ve turistik mekânlar ile donatılırken ortasında ise devasa bir sarmal kule bulunacak. Teknolojik çağ kılığıyla şirin gösterilen yapının bir çok iklimi yaşatabileceğinden söz edilirken içinde 80’den fazla eğlence, kültür, müze tiyatro ve hatta üniversite bulunacağı duyuruluyor. Tek Dünya sapkınlığının final yılı olarak anılan 2030 yılı ise bu proje için de son tarih.

Peki bu ne anlama geliyor?

İslamiyet’in kıblesi olarak bilinen Kâbe’nin dünyaca ünlü anlamı, akıllardaki yerini aynı tasarıma sahip böylesi bir yapıya bırakarak âdeta Müslümanların manevi değerlerine savaş açılıyor diyebilir miyiz? ‘Başka bir dünyaya açılan kapı’ sloganı sizce de gerçek Kâbe’nin anlamını tıpkı metaverse gibi bir sanal anlama sürüklemiş veya kaydırmış olmuyor mu?

İşte bütün bunlar yeni bir çağ gibi gösterilen, ‘din’ ile dinsizleştirme ekseninde ele alınması gereken zihinlerdeki tüm imgelerin yıkımı süreçleridir. Toplamında ise insanın tüm kutsallarından adım adım kopması, eğlence ve dünyevi bir yozlaşmaya yenilerek ahret sahnesinden de silinmesi anlamına gelebilir.[4]

Sn. Eray Hacıosmanoğlu degerlendirmesini şöyle sürdürüyor:

Karşımızda tam anlamıyla, ittifak etmiş bir Haçlı kadrosu var ve bütün bu girişimlerin hepsi siyasi, sinsi planlarının birer parçasıdır. Dünya Bankası ile ulus devletleri tasfiye etme aşamasında olan bu çete, tüm dünyayı borç, işsizlik ve kıtlık kaosuna, iklimi ve salgını bahane ederek nasıl sürüklüyor ise, dinlerin insan iradesindeki gücünü de kırmak için bu çatıyı kullanacaklar. Küresel bir yönetimle;

Tarımı, iklim bahanesiyle,

Sağlığı, salgın bahanesiyle,

İnancı da, dinler arası diyalog bahanesiyle devreye soktular.

Onların planında hak ve adalet anlayışına öncelik tanıyan İslam’a yer yok. Bunu yok etmek için isminin hecelerindeki Hristiyanlık ile İslam’ın bileşimi olan Chrislam, yani Haçlı tezgâhı olan, dinler arası diyalogu işaret eder. Nasıl ki,

Salgın ile insan bedeni ele geçiriliyor,

İklim ile tüm hareketlerin kısıtlanıyor (s.137) ve

Göçler ile milletin kısırlaştırılıyor ise;

* Dinler arası diyalog ile de İslamiyet’in etkisi tam bir küresel kontrol için ortadan kaldırılması hedefleniyor.

Dünyanın en zengin küresel şirketleri, silah, enerji, ilaç ve medya sektörleriyle bütün engelleri tek tek ortadan kaldırmaya çalışırken, bu işgalin en önemli ayağı olan inancı da hedef almaktan tabii ki çekinmiyorlar. Kilise örgütle­riyle cemaatleri, dünyanın en kapsamlı istihbarat ağlarıyla yönetimleri ellerinde tutmak için darbelere kadar uzanan rolleri vardır.”[5]

 

  1. Kapitalizmin Gizli Dini EVANJELİZM Ve

Savaşa Sürüklenen Dünya

 

“Bazıları hâlâ ne olduğunu anlamamış olabilir ancak me­sele sadece Evanjelizm değildir. Müslümanlar için hak din sadece İslam olabileceği için Chrislam, bir din değil, tam aksine dinsizleştirme anlamını taşır. Bu çeteye göre ken­di dinlerine iman edenler, kıyametin kopmasıyla cennete yükseltilir. Dünyada kaos, fakirlik, adaletsizlik ve zulüm giderek artar ve düzelmesi de neredeyse imkansızdır. İncil’e dayandırdıkları bilgilere göre dünyada ortaya çıkacak kaos ortamından sonra ancak kıyamet kopacaktır ve kurtuluş da ancak bu kopuş sonrasında gerçekleşir. Bu yüzden de kaosu ve infiali bizzat kendileri tasarlarlar.

  • Medya, sinema, teknoloji şirketleri ve müzik sektör­lerinin büyük bölümü finansın da gücüyle kontrol etmek istedikleri alandır.
  • Kapitalizmin gizli dini Evanjelizmdir ve her türlü masonik ve şeytani yapıların bu ezoterik ve şeytanidin’in mezhepleri konumunda olduğu düşünülür.
  • Kâinatta, inanç ve fikir temelli var olan her türlü aşırılığın temel yönelimlerinden birisidir.
  • İnsan fıtratına abes cinsel sapkınlıklar dâhil, ne varsa hepsinin en büyük destekçisi rolündedirler.
  • Onları yolundan edecek en büyük güç olarak İslam’ı görürler ve bütün gayeleri budin’i ortadan kaldırmaktır. Onlara göre İslam’ın yuvalandığı ve gerçek anlamıyla hâlâ, her şeye rağmen tekrar yayılabileceği ülke, Türkiye olabileceğine göre hedef tabii ki ülke­mizdir.
  • Kendilerine hizmet etmeyen her inancı ve fikri yine kendi argümanlarıyla yok etmek isterler. Dinler arası diyalog, ılımlı veya liberal İslam, bazı cemaat ve örgüt!er (Fetö gibi) finanse edilerek desteklenir. ‘Dinile dinsizleştirme ise bu işin tam göbeğindedir.
  • Ekonomik gücün ötesinde, CIA gibi kilit yerler ve önemli medya kuruluşlarının tamamıyla iş birliği yaparak etkin köşe başlarına yerleşmiş durumdalar.
  • Tek bir lideri yoktur. Aynı temel inanca dayalı yüz­den fazla oluşumun, farklı liderleri vardır. Bu yüzden engellenip yok edilmesi çok zor bir oluşumdur.”[6]

Kasem” kitabının yazarı Eray Hacıosmanoğlu konuyu şöyle tamamlıyor:

“Bütün bu sapkınlıkların karşısında Allah, elbette nurunu tamamlayacaktır ancak en korkacağımız şey; o safa dâhil olamamak olmalıdır. Peygamber Efendimizin Veda Hutbe­si’nde geçen, “Ey müminler! Size bir emanet bırakıyorum, ona sımsıkı sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah’ın kitabı, Kur’an-ı Kerim’dir!” sözü hiç olmadığı kadar değerlidir ve her şeyin üstündedir.

İnsanların, kitabın anlamından uzak kalıp hurafeler ve riya içinde kurtarıcı kılıklı yemlerin peşinden bu kadar sağ­lam koştuğu görülmüş olacak ki, bugün en koyu Müslüman görünümlü Türkçe konuşan hocalar, aslında tam bir Yahudi ajanı gibi iş yapıyor ve tam anlamıyla gizli bir dinsizleştirmeye hizmet ediyor. Her biri ‘din’ adına atıp tutarken, İslamcı görünüp Kudüs ve Filistin zulümlerinde İsrail’e küfrederken, aslında tam anlamıyla İsrail’e ve onların planlarına hizmet ediyor. Bunun için özel yetiştiriliyor, önleri açılıyor ve uzun soluklu görevlerde bilerek ve bir amaç uğruna tutuluyorlar. Bu dinsizleştirme projelerinin özel isimleri; bazen cemaat lideri, bazen bir yazar, fenomen veya siyasetçi… Her alanda ve her amaç için her yere çok uzun yıllar önce bile özel olarak konuşlandırılmış olabilirler. İşimiz her zamankinden daha zor.

Ne zaman ders alacağız?”[7]

 

  1. Tüm Değerler Aynı Kökenden Geliyor

 

Ey insanlar! Biz sizi, bir erkek ile bir dişiden oluşturduk, birbirinizle tanışasınız diye sizi, uluslar ve oymaklar yaptık. Şüphesiz ki, Allah katında en değerliniz, en çok Allah’ın koruması altına girmiş olanınızdır. Gerçekten Allah, en iyi bilendir, en çok haber alandır.”(Hucurât/13)

 

Bu ayette, insanlığın köken birliği, kabile ve millet oluşumlarının tanışım-bilişim için olduğu, kimseye üstünlük sağlamayacağı, üstünlüğün takvaya göre olduğu gerçeği açıklanmakta; böylece, insanlığı felâkete sürükleyen ırkçılığın önüne set çekilmektedir.[8]

Kur’ân, Yahûdilerin, kendi kavimlerini diğer kavimlerden üstün gördüğünü şöyle bildirmektedir:

Ve Yahudiler, Hristiyanlar, “Biz, Allah’ın oğullarıyız ve O’nun sevgilileriyiz” dediler. De ki: “Madem öyle niçin günahlarınız nedeniyle Allah size azap ediyor?” Tam tersi, siz, O’nun oluşturduklarından birer beşersiniz. O dilediği kişiyi bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin sahipliği, yönetimi de Allah’ındır. Dönüş de yalnızca O’nadır.”(Mâide/18)

 

111Bir de inananları Yahûdileştirmek, Hristiyanlaştırmak isteyenler, “Yahûdi ve Hristiyanlardan başkası asla cennete giremeyecek” dediler. Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: Eğer doğru kimseler iseniz, delilinizi getirin.”

112Hayır, aksine kim iyileştiren-güzelleştiren biri olarak kendisini Allah için İslâmlaştırırsa, işte onun, Rabbi katında ödülü vardır. Onlara hiçbir korku da yoktur ve onlar üzülmezler de.”(Bakara/111-112)

Bu ilâhî beyâna rağmen, dünyanın çeşitli yörelerinde ırk ayrımı yapan, kendi ırk ve kabilesini üstün görerek başkaları üzerine egemenlik kurmaya çalışan, başka ırk ve kabilelerin can, mal ve namusunu mübah sayan ve onları yağmalayan, köleleştiren nice canavarlar görülmektedir.

Kur’an’ın, Hucurât/13. ayeti toplum bilimi ile siyasetin temel yasalarından birini ortaya koyaktadır.

İnsanlığın köken itibariyle aynı kaynaktan geldiğini, bir ana ve babadan türediğini anımsatmaktadır. Bir kadın ve erkekten türeyen insanlığa nereden geldiğini hatırlatarak, ırki bölünmelere ve bölünmelerin zamanla kavgaya dönüşmesine izin verilmediğinin kuralını koymaktadır.

Bu durumda farklı milletlerin ve farklı kabilelerin de birbirini tanıyıp kaynaşmaları gerekiyor.

İslam dini atatlarla öğünme dini değildir. İslam, beyindeki selim aklı çalıştırmayı, toplumlar arasında kaynaşmayı, birbirini eşit görmeyi, bilgiyi öne çıkarma dinidir. Taklidi kaldıran, biyolojik farklılıkları büyütüp ırki düşmanlıkları reddeden bir ilahi dindir. İnsanlığa yararlı olmak için üretimde yarışan, insani olgunluk için çaba harcayan, dünyayı yaşanır bir yer haline getirme mücadelesi vermeyi öngören bir hakk dindir.

* Üstünlüğü akılda (Yûnus/100),

* İmanda (En’âm/125),

* Bilgide (Zümer/9),

* Takvada (Hucurât/13) gören Allah’ın dinidir.

İnsanlar, bunlarla övünmelidirler. Çünkü onlarla Allah katında değerli olacaklardır. İşte selim akıl, iman ve bilgi, takvanın içersinde yer almaktadır.[9]

 

  1. Milleti, Ulus Devleti Öngören Kur’an, Ümmeçilik Önermiyor (Ümmetçilik Türksüzleştirmeyi Oluşturur)

 

46Ve Biz o peygamberlerin izleri üzerine, yanlarındaki Tevrat’tan içinde konu edilenleri doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa’nın gelmesini sağladık. Ve ona Tevrat’tan içinde konu edilenleri doğrulamak, Allah’ın koruması altına girmiş kişilere yol gösterme ve öğüt olmak üzere içinde yol gösterme olan İncîl’i verdik.

47İncîl ehli de Allah’ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim, Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, artık işte onlar, hak yoldan çıkanların ta kendileridir.

48Sana da Tevrat’ın bir bölümünden kendisinin içinde konu edilenleri doğrulayan ve onları kollayıp koruyan olarak hak ile Kitab’ı/Kur’ân’ı indirdik. Öyleyse onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen haktan saparak onların arzu ve heveslerine uyma. Ve Biz, sizden hepiniz için bir yol haritası /toplu yaşam ilkeleri ve geniş, aydınlık bir yol belirledik. Ve EĞER ALLAH DİLESEYDİ SİZİ TEK BİR ÖNDERLİ TOPLUM (ümmet) yapardı, fakat size verdiklerinde sizi yıpratmak/denemek için böyle yapmadı. Öyleyse iyiliklere yarışın. Hepinizin dönüşü yalnızca Allah’adır. Sonra O, kendisi hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.” (Mâide/46-48)

Bu Mâide/46-50. ayetlerde,

Musa’dan sonra İsrâîloğulları’ndaki gelişmeler;

Hristiyanların ilâhî ilkelere karşı takındıkları tavırlar aktarılarak müminler uyarılmaktadır:

  • Allah, o elçilerin izleri üzerine, Tevrat’ın tahrif edilen yerlerini yeniden ortaya koymak, değiştirilmemiş bölümlerini de yaşama geçirmek için Meryem oğlu İsa’yı elçi olarak göndermiş ve ona Tevrat’tan iki eli arasındakileri doğrulamak, muttakilere yol gösterme ve öğüt olmak üzere içinde yol gösterme olan İncil’i vermiştir.
  • İncîl ehli de Allah’ın onda indirdikleriyle hükmetmelidirler. Kim, Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, artık işte onlar fâsıkların ta kendileridir.
  • Bunlardan sonra da Muhammed’e, Tevrat’ın tahrif edilen bölümlerini ortaya koymak, değiştirilmemiş bölümlerini de yaşama geçirmek için Kur’ân indirilmiştir.[10] Öyleyse Rasûl/Elçi, onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmetmeli; hakktan saparak onların arzu ve heveslerine uymamalıdır:

Hiç şüphesiz ki, bu Kur’ân İsrâîloğullarına, hakkında ayrılığa düştükleri şeylerin birçoğunu aktarıp anlatmaktadır.”

Ve hiç şüphesiz gerçekten Kur’ân, kesinlikle müminler için bir kılavuz ve bir rahmettir.”(Neml/76-77)

 

  • Allah, tüm toplumlar için bir şeriat ve yol kılmıştır. Eğer Allah dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı, fakat sizi denemek için böyle yapmadı.
  • İnananlar iyiliklerde yarışmalıdır. Herkes Allah’a dönecek, O da, hakkında ayrılığa düşülen şeyleri haber verecektir.
  • Elçi, aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmetmelidir, onların hevâlarına uymamalıdır. Allah’ın Elçiye indirdiğinin bir bölümünden kendisini vazgeçirmelerinden sakınmalı, tedbirli olmalıdır.
  • Bunlara rağmen sırt çevirirlerse, artık Allah’ın, bir kısım günahları nedeniyle onları musibete uğratması kaçınılmazdır. Şüphesiz insanlardan pek çoğu kesinlikle fâsık kimselerdir.
  • Yoksa cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesinlikle bilen bir toplum için, hüküm yönünden Allah’tan daha güzel kim olabilir?[11]

 

Yüce Allah, İnsanlığı Neden Bir Tek Ümmet Yapmadı?

 

Yüce Allah, isteseydi insanlığı bir tek ümmet, yani millet yapabi­leceğini söylerken, farklı toplumlar halinde yaratmasının nedenini de tespit etmektedir. Farklı toplumlar haline getirmesinin nedenlerini Kur’ân’da şöyle sıralamaktadır:

  • İmtihan. Mâide/48. ayetteki “Size verdik­leri konusunda sizi imtihan etmek için” ifadesindeki “verilen şeyler” ne olabilir?

Yüce Allah, her millete elçi göndermiş, ona ayrı bir va­hiy vermiştir. Ayrıca, o millete farklı bir nimet ve farklı fırsat kapıları sağlamıştır. Bunlar bir emanettir. Bu emanetleri koruyarak gelişme uğruna kullanıp kullanamayacağını denemek istemiştir.

Mâide/48. ayetinin devamında şu ifade yer almaktadır:

O halde hayırlı işlerde yanşınız”. İmtihan, hayırlı işlerde yarışmak üze­rine yapılmaktadır. Farklı toplumlar halinde yaratmasının nedeni, hayırlı işlerde yarışma konusunda denemek içindir. Enbiyâ/35. ayetine göre, bu dünyada iyi ile kötü, denemek için var edilmiştir. Demek ki hayırda yarışmak, farklı toplumlar haline gelmenin önemli bir nedenidir.

(b) Kaynaşmak. Farklı milletler ve topluluklar halinde insanlığın şekillenmesinin diğer gayesi de tanışmak, kaynaşmak ve birlikte yaşa­maktır. Hucürât/13. ayeti bu olguyu şöyle açıklamaktadır: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve sizi mil­letler ve kabileler haline getirdik ki birbirinizi tanıyabilesiniz”.

Fizikte farklı elektronlar birbirini çekerler. Farklı toplumların bir­birlerini itmesi değil, birbirleriyle kaynaşması gerekir. Farklı cinsiyette olan erkekle kadın nasıl birbirini çekip aileyi kuruyorsa, farklı toplumlar da birbirini çekip insanlık ailesini kurmalıdırlar.

Artı yüklerle eksi yükler bir araya gelince devre tamamlanıp ışığın meydana gelmesi gibi, farklı milletlerin birbirini çekmesiyle kaynaşma, sevgi ve tanışma denen insanî ışık oluşacaktır.

(c) İş bölümündeki yerini almak. Yüce Allah, insanları ferdî an­lamda birbirlerinden üstün kıldığı, yani onları zekâ ve yetenek yönle­rinden farklı yarattığı gibi, toplumsal olarak da birbirlerinden farklı ya­ratmıştır.

Bunun amacı, birbirlerini çalıştırıp iş bölümlerindeki yerlerini almalarıdır. Bu açıdan bireylerin ve toplumların farklılıkları, farklı alternatiflere benzer, onlarla insanlar farklı iş alanlarıyla birbirlerini ta­mamlarlar. Verilen bütün yetenek, zekâ, maddî ve sosyal nimetlerin kul­lanılması konusunda Allah, bütün insanlığı tek bir millet olarak yarat­madığını ve bunu onları denemek için yaptığını, Mâide/48. ayetinde ifade etmektedir. Farklılıkların madem ki en önemli amacı iyiliklerde yarışmaktır; o zaman yarışmanın gelişmeyi meydana getireceği de bir gerçektir.[12]

 

  1. Din İle Türksüzleştirme

 

Din ile Türksüzleştirme” denilince, öncelikle ne anlamak gerektiği konusunda Sn. Eray Hacıosmanoğlu “Kasem” adlı eserinde şöyle bir açıklama yapıyor:

Kurtuluş Savaşı son­rası işgal kuvvetlerinin masaya oturmak zorunda kalmaları sonunda, Siyonizm ve İsrail Devleti’nin kurucularından, ırkçı, emperyalist Haim Nahum’u anmadan olmaz. Bu ismin, Osmanlı’nın ortadan kaldırılmasıyla ilgili gizli planlarda da adı geçer. “Türk milletini, tarih sahnesinden silmek için harp etmeyiniz. Ola ki bu koşullarda tekâmül olmadan harp ederseniz, savaşı kazanamazsınız” demiş kişidir.

Türkleri; inanç, yürek ve bilek ile yenemeyeceklerini anadıklarında, Avrupalı dostlarına seslenişi manidardır:

Yanlış yapıyorsunuz; Anadolu’yu işgal etmekle Müslüman Türkleri sindireceğinizi mi sanıyorsunuz? Hayır, birkaç yıl içinde bu milletin yeniden dirileceğini, toparlanıp derleneceğini hesaba katmıyorsunuz! Öyleyse yapılacak şey; Lozan antlaşmasıyla bunlara bir fırsat tanıyıp, bu zaman içinde

İSLAMİYET’TEN UZAKLAŞTIRACAK,

DİN VE TARİH BİLİNCİNİ UNUTTURACAKSINIZ.

MÜSLÜMAN TÜRKLER, BİR İMAN VE AHLAK TAHRİBATI /yıkıp bozma SÜRECİ GEÇİRMELİDİRLER.

Ekonomileri çökertilmeli,

Siyasi partilerden gazetecilere, hepsi ele geçirilmelidir. Onlar, ülkelerini parsel parsel satacak hâle getirilmelidirler.

Yumuşak ve kolay lokma yapıldıktan sonra ise TÜRKİYE PARÇALANIP BÜYÜK İSRAİL’E KATILMALIDIR.

Bugün olan ne varsa dökmüş ortaya… Özetle;

bırakacak,

İşsiz bırakacak,

Borca tutsak kılacaksın,

DİNDEN UZAKLAŞTIRIP BÖLECEKSİN.

Böldüklerini birbiri ile çarpıştırıp yumuşak lokma haline getireceksin

Bu maddeleri açmadan soruyorum:

Ne kadar yol kat ettiklerinin farkında mısınız?[13]

 

Eray Hacıosmanoğlu devam ediyor:

* BU MİLLETİN KODLARI VE MİLLÎ BİLİNCİ SİLİNİYOR.

* BİZ OLMA DUYGUSU, MİLLİYETÇİLİĞİ, VATAN SEVGİSİ, SERDENGEÇTİLİĞİ VE AİLE YAPISI YOK EDİLİYOR.

Türklük kavramının yok edilme olasılığı bir
proje olsa, bunun sağlıklı çalışması için iki sosyolojik teoriye
ihtiyaç var:

* Birisi MÜSLÜMANLARI uydurulan İSLAM İLE UYUTMALI,

* Diğeri ise, MİLLİYETÇİYMİŞ GİBİ GÖRÜNÜP, MİLLİ DUYGULARI VE VATAN SEVGİSİNİ ÖLDÜRMELİ.

Uydurulan İslam ile uyuyanlar/uyutulanlar,

Milliyetçi duygularla milletini korumaya çalışanlara karşı, ‘milliyetçiliğin dinde yeri yok’ gibi düşünmeleri sağlandığından, bu oyuna kanıp saldırır ve tabii ki yutulacak koca bir yem olurlar.

Milliyetçiymiş gibi görünenler ise,

Bu duygularıyla vatanı için yanıp tutuşanları tam da buradan vururlar.

Bu iki uç size tanıdık geldiyse, hiç şüphesiz zihninizde, dolaşımdan gelen bütün veriler ile yete­rince yer etmesindendir.

Okumayınca böyle oluyor maalesef.

Ülkemizde dindar görünümlü birçok yayın organı, özellikle bu süreçte, ‘Siyonizm’in projeleriyle eş manayı taşıyan’; dünyada millî duyguları, milletleri ve ırkları yok etmek üzere devreye sokulmuştur. Ayrıca, DİN İLE TÜRKSÜZLEŞTİRME dinamosunu,İslam’ı kullanarakharekete geçmiş gibi de görünüyor.[14]

Ülkemiz, Osmanlı sonrası işgal altına alınmaya başladı­ğında, Başkomutan Mustafa Kemal, Mehmet Akif Ersoy’a,

Anadolu’ya ilk adımımı attığım gün, bu savaşın iki cephesinin olacağını anlatmıştım.

Birincisi işgalci güçler ile çarpışacağımız fiziki cephe;

İkincisi de cehalet ile savaşacağımız manevi cephe” demişti.

İşte manevi cephenin çok büyük bir bölümü işgal altında ve bu kez sanırım işimiz çok daha da zor.

Örgütlü, kurumsal, küresel İnsan Şeytanlarının en iyi çalışma yöntemi Allah ile aldatmak, kandırmaktır. Yalanı, en güzel doğrunun içine yedirir ve siste­matik olarak seni, tuzağını kurduğu hedefe yönlendirir. Tek Dünya Devleti yolunda, bütün milletler ve ırklar ortadan kaldırılıp küresel bir iradeye sürüklenirken, yalanlar ile dayatılan aşılar ne işe yaradı? Neden kalp krizleri, felçler ve onca kaos, işsizlik ve çöküntü, işe yaramayan bir yalanın tasarımıyla yaşamımıza sokuldu.

 

  1. Anayasadan “Türk Tanımı” Silinmek İsteniyor!

 

Bütün olanlar yetmiyormuş gibi,

Beklenen büyük göç tehditleri,

Vatandaşlık ile gayrimenkul satışı serbestliği,

Ekonomik operasyonlar ve

Tersine göçlere zorlanan,

Enkaz altında bırakı­lan,

Aşılanan,

Asimile edilen,

Dijital bir kölelik çağına güzel bir şeymiş gibi sokulan Türkler; bir de,

*Anayasasıyla korunan Türk tanımının,etnik çağrışım yapıyor’ bahaneleriyle kaldırılma girişimiyle sınanıyor! Üstelik bazı taslaklarda ‘federasyon’ denen hain bir parçalanmanın izleri bile var!

Küresel çetenin en karanlık isimleri 1. Dünya Savaşı’nda 50 olan ülke sayısını 200’e çıkardığını söyler. Bundan sonra da 5 bine çıkararak, yönetilmesi daha kolay küçük parçalara böleceğiz, derler. Bu kişilerin Türkiye için de benzer planları var ve bunun izlerini Anayasa taslaklarında görmek son derece kabul edilemezdir.

* Millî şuurun etkisizleştirilmesi ve

* Bütün bu sessiz karşı-devrimlerin toplamında, devrilen taşları ve nedenlerini görünmüyor mu?

Yeni Anayasalar, normalde

* Yeni bir devlet kurulduğunda,

* Savaşlar veya

* Darbelerden sonra

Kurucu Babalar ya da

Kurucu Meclis ile olmaz mı?

* Hatta bir ülke yok olup, tamamen sona erip, yeniden kurulması sırasında yeni bir ‘Anayasa’dan söz edilebilir olduğu bilinen bir gerçektir.

Bu sonuca göre, bu bir yıkılış mıdır yoksa tam tersi mi?

Bu durumda sessiz bir karşı-devrim kapımızdan içeri sokulmak isteniyor.

Türkler ve Türkiye bütün bu gelişmelerde tarihinde hiç olmadığı kadar

* Küresel, emperyalist bir vesayete doğru koşturulurken,  

* Bağımsız bütünlüğü de her anlamda bir tehlikeye atılmıyor mu?

Milletvekili yemininde, özetle

Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; millî dayanışma ve adalet anlayışı, Anayasa’ya sadakat” gibi kavramlarla,

Büyük Türk milleti önünde, namusum ve şerefim üzerine ant içe­rim” şeklinde açık ifadeler var.

Yeminde geçen, Büyük Türk Milleti’nin, “ulusu”, ‘Türk’ olarak tanımlaması, etnik bahaneler ile asla silinemez! Buna cesaret dahi edilemez![15]

Yemin demek, kişiyi o yemin ile Allah’ın huzurunda, yemin ettiği şeyleri tanık göstererek hesap vereceğini tanıması demektir. Bu yüzden, her vekil bu yemini hatırlayıp buna göre davranmak zorunda değil midir?

Yeni bir Anayasa,

* Vekillerin seçilmesini sağlayan yürürlükteki Anayasa’nın ilgası ve

* Kendi vekilliklerini de ortadan kaldıran bir sonuç değil midir?

Birçok partinin ayrı ayrı ve birbirine benzer taslaklar hazırladığı biliniyor. Hatta yakın geçmişte hazırlanan bazı taslakların, Amerika’da Kolombiya Üniversitesi’nde Fethullah Gülen’e yakın bir mer­kezin sponsorluğunda, Amerikalı uzmanlara bile anlatıldığı anılardan silinmiş değil.. Örneğin, 2011 yılında önümüze konulan başka bir taslakta,

Türklük, Anayasa’da olmayacaktır.

– Milliyetçiliğe yer verilmeyecektir.

– Uluslararası hukuka uyulacaktır.

Yerel yönetim özerklik şartı tümüyle uygulamaya konulacaktır.

-a Halkların kendi kaderini tayin hakkı için hukuki dayanak yaratılacaktır” denilerek ÂDETA HALKIN, YOK OLUŞ PLANLARI olan bu maddelerle sabrı denenmiştir.

Dolayısıyla bu süreçteki yeni Anayasa tartışması, özellikle silinmek istenen ulus tanımlarıyla beraber, tehlikeli sularda yüzen Türkiye’yi daha da garip bir düzene oturtmaya çalışmak demek değil midir?

Ülke böylesine bir sınırda ve ateş çemberinin tam orta­sında iken, Anayasa’daki ‘Türk’ ifadesine el sürmekten daha tehlikeli ne olabilir?

Ataların kanıyla/canıyla Tek Dünya Devleti sapkınlığını yürüten emperyalizme karşı verilen bir İstiklâl Savaşı ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti ve bu “Aziz VatanTürk Milletinindir. Ebediyete kadar öyle kalması için ona her Türk sahip çıkmak durumundadır. Milli Şairimizin dediğini anımsayalım:

Sahipsiz olan vatanın batması haktır.

Sen, sahip olursan bu vatan batmayacaktır.

Ne Mutlu Türküm Diyene! Sözünden dönmeyene.

 

Sedat Şenermen

 

Kaynakça

[1] Bkz. Sedat ŞENERMEN, ŞEYTAN İÇİMİZDEKİ… DIŞIMIZDAKİ bireysel… küresel, İstanbul, 2019, Ulak Yayıncılık.

[2] Eray HACIOSMANOĞLU, KASEM, İstanbul, 2023, Hayykitap, s.121-122.

[3], [4] Eray HACIOSMANOĞLU, KASEM, s.135-136.

[5], [6], [7] Eray HACIOSMANOĞLU, KASEM, s.137-138; 139-140.

[8] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.8, s.381.

[9] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2007, cilt.18, s.184.

[10], [11] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.8, s.557, 558.

[12] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2007, cilt.6, s.49.

[13],  [14], [15]  Eray HACIOSMANOĞLU, KASEM, s.145; s.146; s.157-158.

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.