SEDAT ŞENERMEN

KİMLERE BOYUN EĞİLMEZ, İTAAT EDİLMEZ?

Bu yazıda, başlıktaki bu soruya Kur’an’dan cevap bulmaya çalışacağım.

1. Ahret Gününü, Kıyameti Yalanlayan Kâfirlere Asla İtaat Edilmez

Kur’an’da Allah’a ve ahrete inanmayan kişilerin en belirgin üç özelliği (Kur’an’ı, Allah’ın Elçisi’ni ve kıyameti yalanlama şeklinde) Furkan suresinin ilk ayetlerinde açıklanmaktadır.

( a ) Kur’an’a karşı çıkan ve Allah’ın ayetlerini yalanlayan kâfirler, kesinlikle ilâhi vahye haksızlık ederek asılsız iddiada bulundular

– Bu Kur’ân, Muhammed’in uydurduğu yalandan başka bir şey değildir;

– Ona başka bir topluluk da bunun için yardım etmiştir;

– Kur’ân, yazılı duruma getirilmiş öncekilerin masallarıdır;

– Kur’an, sabah-akşam /sürekli elçiye okunmakta ve ona bir beşer öğretmektedir, dediler (Furkân/4-5).

Hâlbuki Kur’an’ı, bağışlayan, merhamet eden âlemlerin Rabbi ve göklerdeki, yerdeki sırrı bilen Allah indirmiştir. Buna rağmen inanmayanlar, Kur’an’a karşı yüzyıllar boyu savaş açarak onun, insanlar tarafından öğrenilmesini, anlaşılmasını engellemek için her türlü yol ve yöntemi uygulayarak çalışmışlardır:

Ve kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler: “Üstün gelmeniz için bu Kur’ân’ı dinlemeyin, onun için de anlamsız şeyler yapın /anlaşılmasını her türlü yolla engelleyin” dediler.” (Fussılet/26)

Bu ayette, Kur’an’dan etkilenen kişilerin Müslüman olmalarına tahammül edemeyen müşrikler ve Kur’an’a karşı onların aldıkları karşı tavırdan söz edilmektedir. Bunlar, mesajını dinleyenler üzerindeki etkisini bildiklerinden dolayı çevrelerindekileri, Kur’an’dan uzak tutma planları yapan kimselerdir. Çünkü biliyorlardı ki Kur’an, hem lafız, hem de anlam yönünden mükemmel bir sözdür; öyle ki tüm mesajları dinleyenleri rüşde götürüyor/reşit kılıyor, zihinleri açıyordu. Öyleyse ne yapıp edip dinlenilmemesini sağlamalı, anlaşılmasını engellemeliydiler. Aksi halde hükümranlıklarının bitmesi kesindi. Bu nedenle, nerede Kur’an okunsa hemen seslerini yükseltmeye ve hurafeler, masallar anlatarak, ıslık çalarak, el çırparak, bağırarak çağırarak, yalan yanlış şiirler okuyarak, batıl sözler söyleyerek, gürültü, patırtı yaparak Kur’an’ın anlaşılmasını engellemeye karar verdiler.

Dikkat çeken bir diğer husus da, bu azgınların Elçi’ye değil, Kur’an’a tavır almış olmalarıdır. Onlar da biliyorlardı ki bu din, kişiye değil, Allah’a aittir.[1]

Müşriklerin okunmakta olan Kur’an hakkındaki bu olumsuz tavrına karşılık, müminler onu iyi anlamak için Allah’ın sözlerine derhal kulak vermelidirler:

Ve esirgenmeniz için Kur’ân öğrenilip-öğretildiği zaman, hemen ona kulak verin ve susun.” (A’raf/204)

( b ) Allah’ın Elçisi Muhammed’e karşı duruş ve onu yalanlama:

– Kur’an’ı Muhammed uydurdu (Ahkaf/8; Şûrâ/24);

– Kâfirler, güya Muhammed kendisine hiçbir şey vahiy olunmadığı halde bana vahyolundu” demiş, “Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim” şeklinde söylemiş gibi, Allah’ın Elçisi’ne iftirada bulundular (En’âm/93);

“Ve inkâr etmiş olanlar:“Bu ne biçim elçi ki, yemek yiyor, sokaklarda yürüyor? Ona, bir melek indirilseydi ya! Böylece onunla beraber bir uyarıcı olur! Yahut kendisine bir hazine bırakılsaydı veya kendisinden yiyeceği bir bahçe olsaydı ya!”dediler.Bu şirk koşanlar:“Siz, yalnızca büyülenmiş bir kişiye uyuyorsunuz”da dediler.” (Furkân/7-8)

Kur’an’a yönelik yukarda yer alan ithamları reddedilince müşrikler, kâfirler, bu kez Allah’ın Elçisi Saygıdeğer Muhammed’e karşı saldırıya geçmişlerdir. Furkân/7–9. ayetlerinde inkârcıların bu ithamları konu edilmiştir.

Kâfirlerin itirazları, Elçi’nin onlardan birisi, yani kendileri gibi yiyip içen, sokaklarda gezen biri olmasıdır.

Beklentileri ise, kendilerinin de görebileceği uyarıcı bir meleğin elçiyle beraber aralarına inmesi, ya da elçiye bir hazine verilmesi veya elçinin yiyip içeceği bir çiftliğinin olmasıdır.[2]  

Kâfirlerin bu beklentilerine Kur’an’da yer alan cevap şöyledir:

Biz, senden önce de sadece, kesinlikle yemek yiyen, çarşılarda yürüyen elçilerden gönderdik. Ve Biz, sizin bir kısmınızı bir kısmınız için saflaştırmak için sıkıntı malzemesi yaptık. –Sabrediyor musunuz!– Ve senin Rabbin çok iyi görendir.” (Furkân/20)

Esasen kâfirlerin bu alay kokan istekleri Kur’an’da birkaç kez yer almıştır:

“Ve “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, öğrenip öğreteceğimiz bir kitabı bize indirmene kadar asla inanmayız” dediler. Sen de ki: “Rabbim noksanlıklardan arınıktır. Ben, beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!” (İsrâ/90–93)          

Kâfirlerin bu isteklerinin benzeri tarihsel gelişimde daha önce Firavun tarafından Elçi Musa’ya da yapılmıştı:

Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: “Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem onun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?” dedi.” (Zühruf/51-53)

Demek oluyor ki, Allah Elçisi Musa’nın, Firavun’u ile; Allah Elçisi Muhammed’in karşıtları arasında bir fark yoktur.

Büyüklenmeleri nedeniyle iyi düşünemeyen ve gerçeği göremeyen gururlu kâfirler, Rabbimiz tarafından bu ayetlerde  “zalim”, “sapmış” ve “hiçbir yola güç yetiremeyen” şeklindeki sıfatlarla nitelenmektedir. Bu niteliklerin hepsi de ağır bir kınanmayı ifade etmektedir.

( c ) Kıyameti inkâr etmek

Aslında onlar kıyâmeti yalanladılar. Biz ise kıyâmeti yalanlayanlara çılgın alevi hazırladık.” (Furkân/11)

Yüce Allah ahret gününü ve kıyameti yalanlayan kişilere asla itaat edilmemesi gerektiğini şöyle buyurmaktadır:

Artık, yakında hak dinden çıkarak kendini ateşe atmış olan hanginizmiş göreceksin, onlar da görecekler. Şüphesiz Rabbindir, yolundan sapanı en iyi bilen. Yine O’dur kılavuzlanarak doğru yola ermiş olanları en iyi bilen. O hâlde ahret gününü yalanlayan o kişilere itaat etme!”

Onlar arzu ettiler ki, sen onlara yağ çekesin, onlar da hemen sana yağ çeksinler. Çok yemin eden, aşağılık, alaycı, gammaz; arkadan çekiştiren, arabozucu, kovuculuk için gezip duran, mal ve oğulları var diye hayrı engelleyen, saldırgan, zaman kaybına uğrayan /hayırda ağırda alan /zarar veren /kusur oluşturan, kaba/obur, sonra da kötülükle damgalı şu asalakların hiçbirine itaat etme. Ahreti yalanlayan o kişi, ayetlerimiz kendisine okunduğu zaman: “Daha öncekilerin masalları” dedi. Yakında Biz onun burnunu sürteceğiz.”(Kalem/5-16)

Öyleyse kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere itaat etme ve Furkân ile onlara karşı olanca gücünle büyük bir cihat yap, uğraşı ver!” (Furkân/52)

2.  Hevâsına, Emmare Nefsine Tabi Olanlara İtaat Edilmez

Ve sen Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku /izle! Rabbinin sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Ve sen O’nun astlarından bir sığınak bulamazsın.”

Ve kendini, sürekli olarak Rablerinin rızasını isteyerek Rablerine yalvaran kişiler ile beraber sabreden biri kıl. Basit dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini de ayırma. Ve de sen, Bizim anılmamızdan kalbini ilgisiz /duyarsız kıldığımız, boş-iğreti arzusuna uymuş ve de işi aşırılık olan kimseye uyma.”

Ve de ki: “O gerçek, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek reddetsin /inanmasın.Şüphesiz Biz, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O, ne kötü bir içecektir! Dayanma /sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür!” (Kehf/27-28-29)

Bu ayetlerde, Kehf suresinin Yüce Allah’tan Elçisi Muhammed’e indirildiği dönemde Mekkeli Müslümanların durumlarından söz edilmektedir. Rabbimiz, Elçisi Muhammed’e şu direktifi vermektedir: “Kur’an’dan sapma, başka bir yol izleme, bu kitabın gereği ile amel etmeye devam et!”

Bu direktiften sonra, Allah’ın sözlerinin değiştirilemeyeceği ifade edilerek, Mekke müşriklerine “Gönderdiğimiz elçinin Kur’an’da herhangi bir değişiklik yapma yetkisi yoktur, yapmaz ve yaptırtmayız. O, ancak kendisine vahyolunanı aktarmakla sorumludur. Eğer inanacaksanız böyle inanacaksınız; inkâr edecekseniz de serbestsiniz”  şeklinde bir mesaj verilmektedir.[3]

Hatırlanacağı üzere, bu mesajı içeren bir ayet de Yunus suresinde yer almaktadır. Kâfirler bir de Allah’ın Elçisi Saygıdeğer Muhammed’den Kur’an’ı değiştirmesini istemişlerdi:

Ve ayetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar: “Bundan başka bir Kur’ân getir yahut bunu değiştir!” dediler. De ki: “Onu kendimin öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım.”

De ki: “Allah dileseydi, ben Kur’ân’ı size okumazdım ve Allah, Kur’ân’ı size bildirmemiş olurdu. Ben de Kur’ân’dan önce kesinlikle içinizde bir ömür kalmıştım. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Yûnus/15-16)

Bu ayetlerde Rabbimiz, Kur’an’ın değiştirilmesi isteğinde bulunan müşriklere, şayet iyice düşünür ve akıllarını kullanırlarsa, Elçi Muhammed’in tebliğ ettiği Kur’an’ın, Allah’tan başkasının sözü olamayacağını kesinlikle anlayacaklarını söylemektedir. Müşriklere verilen bu cevap aynı zamanda Kur’an’ın inananların kalplerindeki yerini de pekiştirmektedir.

3. Kâfirlere De Münafıklara Da Asla İtaat Edilmez

Ey Peygamber! Allah’ın koruması altına gir, kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere ve münafıklara da itaat etme. Şüphesiz Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.”

Ve Rabbinden sana vahyedilen şeylere uy. Şüphesiz Allah, sizin ne yapıp durduğunuza çokça bilgi sahibidir.” (Ahzâb/1-2)

Ve Allah’a işin sonucunu havale et, “tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan” olarak da Allah yeter.” (Ahzâb/1-2-3)

Ahzâb Sûresinin bu ilk üç ayetinde Elçi Muhammed direkt olarak muhatap alınıp, Allah’a takvâlı davranması, kâfirlere-münafıklara itaat etmemesi, sadece vahye uyması ve Allah’a tevekkül etmesi istenmiş olsa da, ona verilen direktifler, herkese yöneliktir.

Bu ayetlerin indiği dönemde, dışarıdan müşrikler, içeriden münafıklar var güçleriyle Allah’ın Elçisi Saygıdeğer Muhammed’i yıpratmaya, hatta yok etmeye çalışıyorlardı.

Ahzâb Sûresinin başındaki bu emir ve direktifler dikkate alınmadığında, müşriklerin, münafıkların, kalbi hasta olanların saldırısı karşısında görev yapmak bir yana, hayatta kalmak bile mümkün olmayabilir. Zira toplumda, düzeltilmesi ve değiştirilmesi gereken birçok yanlış gelenek düzeltilemez ve değiştirilemez, câhiliye örfünde yerleşik uygulamaların ortadan kaldırılması gerçekleştirilemezdi. O nedenle Allah Elçisi, karşılaşacağı olay ve sıkıntılara karşı peşinen Yüce Rabbimiz tarafından hazırlanmaktadır.

Bugün de Yüce Allah’ın tüm bu buyrukları, Elçi Muhammed’e olduğu kadar Müslüman olan her kadın-erkek için geçerlidir.

Sedat Şenermen

Kaynakça

[1] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an,İstanbul, 2015, c.3, s.31.

[2] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an,c.1, s.620.

[3] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an,c.5, s.331.

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.