- Sözlük Anlamı
“Half” sözcüğü “arka, ard” demek olup, “kuddȃm”, yani “ön” sözcüğünün karşıt anlamlısıdır. Kur’an’da “h-l-f” kökü tüm türevleriyle birlikte 126 kez geçmektedir.[1]
“Halife” sözcüğü, “h-l-f” (ha-le-fe) kökünden türemiştir. “Halefe fülanen” ifadesi, “biri adına onunla birlikte veya sonrasında iş yapmak” anlamına gelir. Aynı kökten gelen hilâfet ise, “yerine geçilenin kaybolması (yokluğu), ölümü, acizliği” veya temsilci yapılana şeref kazandırmak için, “birinin yerine geçmek, adına iş yapmak ve onu temsil etmek” anlamındadır.[2]
“Hilâfet” sözcüğünün;
– “Allah’ın yeryüzündeki temsilciliği, vekilliği” olarak anlaşılması ve
“Halifenin” de;
– “Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi, vekili”, bir başka ifade ile de “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi”(!) sayılması sonucunda, bu sözcükler öz anlamları dışında kavramlaşmış ve sözcüklerin anlamları konusunda “bilenler” arasında bile ayrılıklar oluşmuştur.
Üzerinde ciltler dolusu kitaplar yazılmış olan “halife” ve “hilâfet” kavramları kimileri tarafından yanlış kullanılarak sömürü konusu yapılmış ve tarihteki birçok kanlı olay da bu kavramlar yüzünden meydana gelmiştir.
“Halife” ve “hilâfet” sözcüklerinin, sözcük anlamları dışında kullanılmasının ve kabulünün en önemli sonucu ise, Müslümanlar arasında kendisini göstermiş, her zamanki gibi yine yanlış inançlar; hurafeler ortaya çıkmıştır.
“Halife” sözcüğü, “arka” demek olan “h-l-f” kökünden ismi fail kalıbında bir sözcüktür. Aslı “hilâfetün” olan sözcüğün sonundaki “t” harfi mübalâğa için olup, sözcük halk arasında “halife” şekline dönüşmüştür ve “halifeh” diye okunur. Sözcüğün anlamı da; “arkadan gelen” yani “zaman itibariyle bir başkasının arkasından gelip onun yerine geçen” demektir. Örneğin bir ülkenin 16. başkanı, 15. başkanının halifesidir. Türkçedeki “kalfa” sözcüğü de “halife” sözcüğünün değişime uğramış bir biçimidir.
“Hilâfet” sözcüğü ise; “zaman itibariyle bir başkasının arkasından gelip onun yerine geçmek” demektir.[3]
“Halife” sözcüğü tekil olarak Kur’an’da iki kez yer alırken, çoğulu olan “hulefâ” ve “halâif” sözcükleri yedi kez yer almıştır.[4] Konumuz olan “halife” sözcüğünün iyi anlaşılması için, önce sözcüğün çoğul olarak geçtiği ayetlere bakmakta yarar vardır:
Görüleceği üzere bu ayetlerde yer alan “halifeler” sözcüklerinin hepsi de; “arkadan gelip eskilerin yerini alanlar” manasındadır. Yani, bütün “halifeler” sözcükleri, sözcük anlamı ile kullanılmış olup, hiçbiri “yeryüzünde Allah’ın yerini alan, O’na vekâlet eden, O’nun adına hareket eden” anlamında değildir.
Yukarıdaki ayetler haricinde bir de “half” kökünün “istif’al” kalıbıyla kullanıldığı ayetler vardır ki, bu ayetlerdeki sözcükler de yine “halef, halife bırakmak, birisini başkasının yerine geçirmek” anlamındadır:
* Gerek “halifeler” sözcüğünün geçtiği ayetlerde
* Gerekse “half” sözcüğünün istif’al kalıbında olanlarının geçtiği ayetlerde “hilâfet”; “kendinden öncekinin yerine geçmek” anlamına gelmektedir. Yani bütün bu ayetlerde halifeliği konu edilen kişi veya toplumlar, hep başka kişilerin veya yok edilmiş toplumların yerini almışlar, ama hiç Allah’ın halifesi, temsilcisi, vekili olmamışlardır.[5]
- Halife Sözcüğünün Kur’an’da Tekil Olarak İki Kez Kullanılışı
“Halife” şeklinde tekil hâliyle bu sözcük Kur’an’da sadece iki kez yer alır.
- a) Halife Kılınan Davut Peygamber
“Ey Davut! Gerçekten Biz /biz seni bu yerde eski yöneticinin yerine yönetici yaptık. O hâlde insanlar arasında hak aracılığıyla, haksızlık ve kargaşayı engelleyip adaleti sağla. Keyfe, arzuya uyma. O takdirde seni Allah’ın yolundan saptırır. Kesinlikle Allah yolundan sapanlar; hesap gününü umursamadıklarından kendileri için çok şiddetli bir azap vardır.”(Sad/26)
Acaba bu ayette halife yapıldığı söylenen Davut peygamber, Allah’ın yerini mi almış, O’nun yerine mi halife olmuştur?
Tabii ki bu sorunun cevabı “Hayır!” olmalıdır. Çünkü hem Kur’an, hem de tarihi bilgiler bize Elçi Davut’un, İsrail oğullarının o günkü yöneticisi olan Talut’un yerini aldığını bildirmektedir. Kitabı Mukaddes ve İbranî tarihinde ise Davut peygamberin yönetimi, bir söylentiye göre kayınpederi olan Saul’den aldığı bilgisi yer almaktadır. Yani, Davut peygamber, Allah’ın halifesi değildir, yeryüzünde O’nun yerini almamıştır; Talut’un (veya Saul) ölümü üzerine onun yerine İsrail oğullarının kralı olmuştur.[6]
- b) İnsanın Yeryüzüne Halife Yapılışı
“Ve bir zaman Rabbin, doğadaki güçlere, ‘Şüphesiz Ben, yeryüzünde bir halîfe getiren Zatım’ demişti. Doğadaki güçler, ‘Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi yapacaksın? Oysa biz, Senin övgünle birlikte tüm noksanlıklardan arındırıyoruz ve Senin tertemiz; her türlü kötülük ve eksiklikten uzak olduğunu haykırıyoruz’ demişlerdi. Senin Rabbin, ‘Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim’ demişti.”(Bakara/30)
Bakara/30. ayette, birçoklarının anladığı gibi, insanın ilk yaratılışı değil, halife yapılışı anlatılmaktadır. Çünkü insanın halife yapılışı, “takdir etmek, biçim vermek, yaratmak” anlamındaki “halk /yaratmak” fiiliyle değil, “bir hâlden başka bir hâle dönüştürmek” anlamındaki “ca’l” fiiliyle anlatılmıştır. Ayrıca ayetten, halife kılınacak olanın, daha önce yaratılmış melekler tarafından tanınıp bilindiği anlaşılmaktadır ki, bu husus da ayetin ilk yaratılışı anlatmadığını göstermektedir.
Bakara/30. ayetindeki halifenin kimliği, Sad/26’da halife kılınan Elçi Davut gibi açıkça belirtilmemesine rağmen, bir sonraki ayette Allah’ın Âdem’e isimleri, yani konuşmanın temeli olan kelimeleri öğrettiği ve bunları, meleklerin bilmeyip Âdem’in bildiği, onun için halifeliğe ehil olduğu anlatıldığından, halife yapılanın, insan olduğu anlaşılmaktadır. Ama buradaki “insan halifenin” kime halife kılındığı belli değildir.
Bir insanın; Âdem’in veya Davud’un Allah’tan sonra gelip O’nun yerine geçmesi söz konusu edilemeyeceğine göre, bu ayetteki halifenin kime halife kılındığı düşünülmelidir, araştırılmalıdır.[7]
Allah tarafından yaratılan insanın yeryüzündeki konumu esasen Kur’an’da bir yönüyle “halife” sözcüğüyle belirlenmektedir. İnsanın halifeliği, Allah’ın kendisine vermiş olduğu selim akıl ve irade gibi yetilerle Yüce Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda yeryüzünde yaşamını sürdürmesi ve yeryüzünü imar etmesi,[8] uygarlık kurması şeklinde de anlaşılabilir.
- İstihlaf Ve Halȋfe Sözcükleri, Kur’an’da İki Anlamda Kullanılır
Kur’an’da halȋf, halȋfe ve istihlaf aynı kökten gelen ve birbirleriyle bağlantılı olarak kullanılan sözcüklerdir. Kur’an’da istihlaf ve halȋfe sözcükleri, biri genel, öteki özel olmak üzere iki anlamda kullanılır.
(a) Genel Anlamda Halifelikle Görevlendirilme (İstihlȃf)
* Bütün insanların yeryüzünün halifesi olması,
* Yeryüzündeki her şeyin emir ve yararlarına sunulması,
* Mülkiyetin kendisine emanet edilmiş olması,
* Yeryüzünü yönetip sahip çıkması(Bkz.Bakara/30) demektir.
Yeryüzünde var edilen halifenin kimin halefi, kimin temsilcisi olduğu konusunda;
* İnsan nesillerinin yerine geçtiği,
* İnsanın yeryüzünde hâkim ve yöneten olduğu görüşleri ileri sürülmüştür.
Hiçbir ayette, halife sözcüğü Allah’a izafe edilmemiştir.
Kur’an’da, halife sözcüğü (tekili, halife veya çoğulu, hulefȃ, halȃif olarak);
* Halȋfe /hulefâ /halȃif biçiminde yalın,
* Halîfe /halâif fi’l-ard biçiminde edatlı /yeryüzünde halife /halifeler anlamında veya
* Halâifü’l-ard /hulefâu’l-ard biçiminde /yeryüzünün halifeleri anlamında olmak üzere üç şekilde kullanılmıştır.[9]
Kur’an’da Bu Kullanımların Örnekleri:
Hud, “Ey toplumum! Bende akıl hafifliği /cahillik yok, fakat ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderilerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm. Sizi uyarması için içinizden bir adam üzerine Rabbinizden, size bir öğüt /kitap gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki O (Allah) sizi, Nuh toplumundan sonra, halîfeler (hulefâ), sonradan gelen nesiller yaptı ve oluşturuluşta boy-pos itibariyle sizi arttırdı. Kurtulmanız için Allah’ın nimetlerini hatırlayın” dedi.”(A’raf/67-69)
“Ant olsun ki Biz, Semud’a da kardeşleri Salih’i elçi olarak gönderdik. O dedi ki: ‘Ey toplumum! Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Size Rabbinizden açık bir kanıt geldi. İşte şu, Allah’ın devesi /sosyal yardım ve destek ilkesi, sizin için bir ayettir; bırakın onu, Allah’ın yeryüzünde yesin, sakın ona kötülükle dokunmayın, yoksa sizi acıklı bir azap yakalayıverir’.”
“(Salih) Ve düşünün ki Âd’dan sonra sizi halîfeler (hulefâ) /sonradan gelen nesiller yaptı. Ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinden saraylar yapıyorsunuz, dağlarını evler hâlinde yontuyorsunuz. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın ve yeryüzünde kargaşa çıkaranlar olarak taşkınlık yapmayın.”(A’râf/73-74)
“O (Allah), sizi yeryüzünde halifeler (halâife fi’l-arz) / sonradan gelen nesiller yapandır. Artık kim küfrederse; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse, küfrü (Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmesi) kendi zararınadır. Ve kâfirlerin (Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek ret edenlerin) küfrü; Rablerinin katında kendilerine sadece buğzu artırır. Ve kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri kendilerine sadece zararı artırır.”(Fâtır/39)
“Sonra nasıl amel edeceğinize bakalım diye onların sonrasından sizi yeryüzünde halifeler (halâife fi’l-arz) (onların yerine getirdik).”(Yûnus/14)
De ki: “Allah her şeyin Rabbi iken, ben Allah’tan başka Rab mi arayayım?” Her kişinin kazandığı yalnız kendisine aittir. Yükünü taşıyan kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Sonra sadece Rabbinizedir dönüşünüz. Böylece Allah, ayrılığa düştüğünüz şeyi size haber verecektir. Ve O (Allah), sizi yeryüzünde halifeler (halâife’l-arz /gidenlerin yerine getirilenler) yapan, verdikleriyle sizi sınamak için, kiminizi kiminizin üzerine derecelerle yükseltendir. Şüphesiz Rabbin, kovuşturması çabuk olandır ve şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”(En’âm/164-165)
İnsanın Yeryüzüne HALİFE Kılınması:
Nitekim Bakara/30. ayetinin hemen öncesindeki Bakara/29. ayette, Allah, “yeryüzünde olanların hepsini insan için yarattığını” belirtir. Şu halde, insanın istihlafı (halifelikle /yeryüzünü imarla görevlendirilmesi), yeryüzüne hâkimiyet ve orasını yönetmekle mamur duruma getirmekle ilgilidir. Böylece insana, geniş bir egemenlik alanı verilmiştir.
Bu durumda insan, hiçbir biçimde, Allah’ı temsilen, Allah adına siyasi egemenlik iddiasına kalkışabilecek durumda değildir. Çünkü insanın iradesi, Allah’ın iradesinin temsili aracı değildir.[10] Allah, verdiklerini denemek için insanları, yeryüzünün halifeleri kılmıştır.
- b) Özel Anlamda Halifelikle Görevlendirilme (İstihlȃf)
(ba) Devlet ve Toplulukların İstihlâfı (halifelikle görevlendirilmesi):
Yüce Allah’ın bir millete, başkalarından sonra hâkimiyet ve istiklâl vermesi, birçok milletleri onun idaresi altında birleştirmesidir. Devlet ve toplulukların istihlâfı /halef edilmesi bağlamında, Nuh’un ve kavminin durumu, şöyle belirtilir:
“Onu (Nuh’u) yalancı saydılar. Ama Biz, onu ve gemide beraberinde bulunanları kurtardık. Onları, ötekilerin yerine geçirdik (ve ce’alnâhüm halâife). Ayetlerimizi yalanlayanları suda boğduk. Uyarıları dinlemeyenlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bak.”(Yûnus/73. Bkz. A’râf/59-64.)
Kur’an’da bu konuda;
– Âd milleti ve Elçi Hûd(A’râf/69; 65-72; Hûd/56-61),
– Semûd milleti ve Elçi Salih(A’râf/74; 75-79),
– Firavun dönemi ve Elçi Musa ile ilgili(A’râf/75-79; 130-137) örnekler (yukarıda geçtiği üzere) ayetlerle anlatılmaktadır.
Bu noktada, Rabbimizin;
* Geçmişte birçok kavimleri yok edip onların arkasından yenilerini getirdiği; halifeler kıldığı ve
* Gelecekte de dilediği takdirde toplumları yok edip onların yerine yenilerini getireceği; halife kılacağı yolundaki mesajlarını hatırlamakta yarar vardır.
* Elçi İbrahim’in oğlu Elçi İshak soyundan gelen Elçi Musa, Elçi Dâvud, Elçi Süleyman, Elçi İsa ile İsrailoğulları’nın yeryüzünde halefler kılındığı;
* İsrailoğulları’nın ise her seferinde kendi içlerinden görevlendirilen bu Allah Elçileri’ne karşı çıkmaları, hatta onların bir bölümünü öldürmeleri nedeniyle bu görevden alınarak lanetlendikleri;
* İsrailoğulları’ndan sonra bu kez Elçi İbrahim’in oğlu Elçi İsmail soyundan gelen Elçi Muhammed ile bu haleflik /yeryüzüne egemenlikte önderlik görevi değiştirilmiş olduğu Kur’an’da ayetlerle açıklanmaktadır.
Elçi Hz. Muhammed’e ve kavmine de, Allah’ın uyarılarını dinlemeleri konusunda benzer hatırlatmalar yapılır:
“Rabbin müstağni ve rahmet sahibidir. Dilerse, sizi başka bir milletin soyundan getirdiği gibi, sizleri yok eder, dilediğini yeryüzüne getirir (yestahlifu /halifeler kılar). Size vaat edilen, mutlaka yerine gelecektir. Siz O’nu aciz bırakamazsınız.”
“Deki: Ey milletim! Durumunuzun gerektirdiğini yapın. Doğrusu ben de yapacağım. Sonucun kimin için hayırlı olduğunu göreceksiniz. Zulmedenler kuşkusuz kurtulamazlar.”(En’âm/133-135)
Bu örneklerin geçtiği ayetler bir bütünlük içinde birlikte değerlendirilirse, iktidar değişiminin, iktidarın işleyişinin ve amacının temel değişkenlerinin şunlar olduğu açıkça görülecektir:
* İnanç, iyi işler;
* Dinin değişmesi,
* Korkuların güvene dönüşmesi;
* Salât ve zekâtın yerine getirilmesi,
* Allah’ın Elçisi’ne itaat;
* İnkârcıların yoldan çıkışları,
* Cehenneme varışları…
Bir Toplumun Yerine Başka Bir Toplumun Getirilişi
“Yalnızca Rabbindir kendi kendine yeterli, sınırsız merhamet sahibi. O (Allah) dilerse sizin varlığınıza son verir ve daha sonra dilediğini sizin yerinize geçirir (yestahlifü), tıpkı sizi başka insanların soyundan var ettiği gibi.”
Bu En’âm/133. ayette, bir toplumun cezalandırılışı ve onun yerine başka bir toplumun getirilişi (istihlafı) yer almaktadır. Bu değişimin nedenleri, En’âm/125’ten sonraki ayetlerde geçmektedir. Zulüm, inkâr, dünya yaşamına aldanma, toplumların çöküş nedenlerindedir.
Bireyden başlayan bu nedenler topluma sıçrayınca, çöküşü beraberinde getirmektedir. Bireyin kişiliğindeki değişim, toplumun kişiliğinin değişimine kadar uzanırsa, toplumsal değişim de ilâhî takdirin konusu haline gelir.[11]
Toplumsal değişimlerde ilâhî irade devreye girerse, Allah o toplumu yok edip yerine başka bir toplumu getirir:
“Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı (güzel ahlak ve meziyetleri) değiştirinceye kadar, Allah’ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır.”(Enfâl/53)
“Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.”(Ra’d/11)
(bb) Bireylerin Halifelikle Görevlendirilmesi (İstihlâfı):
Bu tür görevlendirme (istihlȃf), devlet başkanları için söz konusudur.
Bireylerin istihlâfı (halifelikle görevlendirilmesi) bağlamında, Kur’an’da Hz. Davut, örnek olarak verilir:
“Ey Davut! Kuşkusuz seni, yeryüzünde halife (hükümrân /egemen /iktidar sahibi) kıldık. Öyleyse, insanlar arasında ADALETLİCE HÜKÜM VER, HEVESE UYMA. Yoksa seni, Allah yolundan saptırır. Doğrusu Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır.” (Sad/26)
Bu ayet, iktidar sahiplerinin kendi arzu ve heveslerine, istek ve tutkularına göre değil, adalet esaslarına göre yönetmelerini açıkça vurguluyor.[12]
Sonuç olarak, “halife” ve “hilâfet” sözcükleri Kur’an’da işte bu şekilde yer almıştır. Dolayısıyla Kur’an’ın sözünü ettiği “halife”, bugün herkesin anladığı gibi siyasî anlamdaki “halife” değildir. Hele (hâşâ) birilerinin zannettiği gibi yeryüzünü adaletle yönetmede Allah’ın temsilcisi anlamındaki halife; “Halife-i rûy-u zemin” hiç değildir. (Yavuz Sultan Selim’den sonraki Osmanlı padişahlarına “Halife-i rûy-u zemin” denirdi.)[13]
- İslam Siyaset Sistemi “Emanet” Ve “Adalet” Gibi İki Temele Dayanır
Ünlü İslam din bilginleri de, İslam siyaset sisteminin iki temele dayandığını belirtmektedirler:
Nisâ/58-60. ayetleri incelendiğinde burada kamu işlerinin ele alındığı görülecektir. Çünkü bu ayetler sırasıyla;
* İşin ehline verilmesini,
* Adaletli hüküm vermeyi,
* Ûlû’l-emre itaat edilmesini düzenlemektedir.
Ünlü “Yeni Osmanlıların” kurucularından Mustafa Fazıl Paşa, Sultan Aziz’e yazmış olduğu Fransızca Mektupta şöyle seslenmiştir:
“Padişahım eğer din ile devlet bir arada yürürse,
* Hem devlet yıkılır,
* Hem de din yıkılır.”[14]
Aslında İslam dini, Müslümanların nasıl bir siyasal organizasyon içinde kimler tarafından yönetileceği konusundan çok;
– Ehil olanın iş başına gelmesi,
– Onun da hak ve adaleti egemen kılması,
– Bireysel ve uhrevi sorumluluk taşıması,
– Allah’ın huzurunda hesap vereceğinin bilincinde olması,
– Kötülük, haksızlık ve zulmü önlemesi,
– Katı ve baskıcı olmayıp insanlarla istişare ederek, şura üzere iş görmesi gibi temel esaslar üzerinde durmuş, kişilerin böyle bir dini ve ahlaki yetişkinlikte olmasına önem ve öncelik vermiştir. [15]
Esasen üst bir kurum olan devletin yönetim biçimi ve siyasal yapılanma konuları toplumların gelenek, kültür ve sosyal değerleriyle yakından ilgili olduğundan, İslam dininin bu konularda ayrıntıya girmemesi onun temel niteliklerinin doğal gereğidir.
Kur’an’da “hilafet” sözcüğü yer almadığı gibi;
“İslam devletlerinde Hz. Peygamber’den sonraki devlet başkanlığı kurumunu ifade eder” şeklindeki terim anlamıyla da geçmez.[16]
- Siyasi Erki Elde Tutmak Anlamında Halife
Halefe sözcüğü lügatte, “birinin varisi olmak, izlemek, arkasından gelmek, yerine geçmek, yerini almak, yırtık elbiseyi yamayıp ıslah etmek”[17] manalarına gelmektedir.
“Sonra onların ardından kötü bir nesil geldi ki (fe-halefe min ba’dihim halfün), salâtı (malî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmaya çalışmayı) kaybettiler /yaşamlarından çıkarıp attılar. Ve şehvetlerine uydular. Bundan dolayı tövbe eden ve iman eden ve salihi işleyenler hariç onlar, azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. İşte tövbe eden, iman eden ve salihi işleyenler cennete; Rahman’ın kullarına –görmedikleri hâlde– vaat ettiği Adn cennetlerine girecekler ve hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O’nun vaadi kesinlikle yerini bulacaktır.”(Meryem/59-61)
Meryem /59’daki halefe fiili, “arkasından geldi” manasında kullanılmaktadır. Halife kavramı, bu ayette hem fiil hem de isim olarak geçmektedir. Yüklem durumunda manası “gelmek, yerine geçmektir”. Fiil halinde, şu ayette yer almaktadır:
“Şuayb: “Ey toplumum! Hiç düşündünüz mü? Şayet ben, Rabbimden bir delil üzerinde bulunuyorsam ve şayet O, bana Kendi katından güzel bir rızık ihsan etmişse!? Ve Ben, size yasaklamış olduğum şeye muhalefet etmek istemiyorum (vemâ ürîdü en uhâlifeküm). Ben, sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmeyi istiyorum. Başarıya ulaşabilmem de ancak Allah iledir. Ben, yalnızca O’na işin sonucunu havale ettim ve ancak O’na yönelirim. Ve ey toplumum! Bana karşı gelmeniz sakın sizi, Nuh toplumunun veya Hûd toplumunun veya Salih toplumunun başlarına gelen musibetler gibi bir musibete uğratmasın. Ve Lut toplumu sizden pek uzak değildir. Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz ki, benim Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir” dedi.”(Hûd/88-90)
Hilâf şekliyle, “muhalefet etmek” anlamına gelmektedir. Helf şekli ise isim olup, “nesil” manasına gelmekte ve Meryem/59’da “nesil” anlamında geçmektedir.
“Yerine geçmek, muhalefet etmek ve nesil” anlamlarıyla halife kavramı, “siyasi erki elinde bulundurmak” anlamını ifade etmektedir:
-“Sizi, yeryüzünde halifeler yapan O’dur /hüvellezi ce’aleküm halâife fi’l-erdı”.(Fâtır/39)
-“Sizi, yeryüzünün halifeleri kılan O’dur /Ve hüvellezi ce’aleküm halâife’l-erdı”.(En’âm/165)
Her iki ayette de bu kelime “siyasi erki elinde tutanlar” manasına gelmektedir.[18]
Bütün tefsirciler, Bakara/30’da geçen halifeden kastın, Hz. Âdem olduğunu söylemişlerdir.
Öyleyse, burada niçin Âdem kavramı kullanılmadı?
Yüce Allah, insanın politik bir varlık olduğunu ifade etmek için, onun bu özelliğini göstermek istemiştir. İnsanın doğasında, bulunduğu yerde siyasal erki ele geçirme, idare etme dürtüsü vardır. İnsanın bu özelliği olmasaydı, devlet kurup yönetemezdi. Onun içindir ki insanoğlu, siyasal erki eline geçirmek için mücadele verir ve bunu bir ihtiras haline getirir. O zaman, Bakara/30. ayetin anlamı “Ben, yeryüzünde siyasî bir varlık yaratacağım” olur.[19]
Bakara/30. ayetinde geçen “İnnî câ’lün fi’lerdı halife” ifadesindeki ce’ale fiilinin bir diğer anlamı olan “tayin ve nasbetmek” manasını esas alırsak o zaman durum şöyle olacaktır: “Yeryüzünde bir halife tayin edeceğim.”
Bu durumda insanın yeryüzünde Allah’a kulluk görevi yanında diğer görevi olan “yeryüzüne halife /egemen olmak” sorumluluğu ortaya çıkar.[20]
Sedat Şenermen
Kaynakça
[1], [4] M. Fuad ABDÜLBAKİ, el-Mu’cemu’l-Müfehres, Beyrut, 1987, “H-l-f” md. [2] Ragıb İSFAHANİ, El-Müfredat fi Garibi’l-Kur’an, “H-l-f” md. [3], [5], [6], [7] Hakkı YILMAZ, Kur’an’daki Önemli Sözcük Ve Kavramlar, İstanbul, 2017, Nergiz Yayınları, s.188; s.189; s.190. [8] Prof.Dr. Şinasi GÜNDÜZ, Din Ve İnanç Sözlüğü, Konya, 1998, Vadi Yy, s.153. [9] Prof.Dr. Vecdi AKYÜZ, Kur’an’da Siyasî Kavramlar, İstanbul, 1998, Kitabevi Yayınları, s.130-131. [10] Prof.Dr. Ethem Ruhi FIĞLALI, “Egemenlik Kimindir?”, Türkiye Günlüğü Dergisi, Sayı: 45 (Ankara, 1997), s.24. [11] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2007, Cilt: 6, s.537. [12] Vecdi AKYÜZ, Kur’an’da Siyasî Kavramlar, s.134-135. [13] Hakkı YILMAZ, Kur’an’daki Önemli Sözcük Ve Kavramlar, s.191. [14] Bu mektubu Namık Kemal ile beraber Sadullah Bey Fransızcadan Türkçeye çevirmiştir. Bkz. Reşat KAYNAR, Türkiye Cumhuriyeti’nin Laikleşmesinde 3 Mart 1924 Tarihli Kanunların Önemi (Panel), Ankara, 1995, s.13-14. [15] [16] Casim AVCI, “Hilâfet”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1998, Cilt: 17, s.540, s.539. [17], [18] [19] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2013, Cilt: 1, s.299; s.300. [20] Sedat ŞENERMEN, ATATÜRK İSLAM ve LAİKLİK Halifeliğin Kaldırılması, İstanbul, 2017, Nergiz Yayınları, s.345-359.