SEDAT ŞENERMEN

LAİK CUMHURİYETİN BAŞÖĞRETMENİ ATATÜRK

En önemli ve verimli görevlerimiz, eğitim ve öğretim işleridir. Eğitim ve öğretim işlerinde kesinlikle başarı sağlamak gerekir. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu yolla olur.[1] ATATÜRK

 

  1. Osmanlı Devleti Yapılanmasında Din ve Siyaset

 

Prof. İsmail Kara’ya göre Osmanlı Devleti yapılanmasında;

* Din ve siyaset alanının asıl temsilcisi, bizzat halife (din alanı) ve padişah (siyaset alanı) sıfatlarını birlikte taşıyan sultandır.

– Sadrazam, siyasal ve idarî konularda sultanın vekili,

Şeyhülislam, dinî ve bir bölüm idarî konularda sultanın vekilidir.

Şeyhülislamlık makamı halifelik/padişahlık ve sadrazamlıktan sonra devletin en üst ve itibarlı organıdır. Yasama, yürütme ve yargı alanlarında başka herhangi bir kurumla karşılaştırılamayacak ölçüde  yaygın ve etkin yetkileri, görevleri bulunmaktadır. 19. yüzyılın ortalarına kadar eğitim, adliye, ve vakıflar bütünüyle şeyhülislamlığa bağlıdır. Bugün belediye hizmetleri dediğimiz birçok faaliyet alanı da ilmiyeye mensup kadılar tarafından yürütülmektedir.

Cumhuriyet inkılâplarına bakıldığı zaman, bunların neredeyse hepsinin doğrudan veya dolaylı olarak dinle bağlantısı görülecektir. 1982 Anayasası’nın da 174. maddesiyle koruma altına aldığı inkılâp kanunları listesinin dinle bağlantısı ek açıklamaya ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır.[2]

Cumhuriyetin yüzüncü yılında genel durum ile eğitim- öğretim yönünden durum değerlendirmesi yapmak isteyenler için bu kısa özet yeterli olacaktır. Herkesce bilinen “İnkılâp Yasaları” ayrıca aşağıda verilecektir.

 

  1. Tarihsel Gelişimiyle Öğretmenler Günü

 

Öğretmenler Günüöğretmenlik mesleğini yürüten kişileri onurlandırmak için türlü etkinliklerin düzenlendiği bir kutlama günüdür.

Pek çok ülkede 1994’ten beri her yıl 5 Ekim günü UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü) önerisiyle Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır. 5 Ekim günü, 1966 yılında Paris’te gerçekleşen “Öğretmenlerin Statüsü Hükümetlerarası Özel Konferansı”nın sona erip UNESCO temsilcileri ile ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) tarafından “Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi”nin oy birliği ile kabul edilişinin yıl dönümüdür. Kendi kültürel ve tarihî özelliklerine, okul tatil günlerine göre çeşitli ülkelerde farklı tarihler Öğretmenler Günü olarak belirlenmiştir.

Türkiye’de her yıl ‘24 Kasım’, Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ün “BAŞÖĞRETMEN olduğu 24 Kasım 1928 günü, 1981’de Atatürk Yılı’nda dönemin Cumhurbaşkanı tarafından “Öğretmenler Günü” olarak ilan edilmiş olup, o tarihten beri Türkiye’de her yıl 24 Kasım, “Öğretmenler Günü” olarak kutlanmaktadır.[3]

24 Kasım 1928, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Millet Mektepleri”nin “Başöğretmenliği”ni kabul ettiği gündür. Bakanlar Kurulu, Mustafa Kemal Atatürk’eMillet Mektepleri Başöğretmenliği” unvanını 11 Kasım 1928’de yaptığı toplantıda vermiş ve bu unvan, 24 Kasım’da Millet Mektepleri Talimatnamesi’nin yayımlanması ile resmîleşmişti. Atatürk’ün 100. doğum yıl dönümü olan 1981 yılında O’nun “başöğretmen” oluşunun yıl dönümlerinin ülke çapında “Öğretmenler Günü” olarak kutlanmasına karar verildi. 26 Şubat 1981’de Resmî Gazete’de yayımlanan “Öğretmenler Günü Kutlama Yönetmeliği” ile Öğretmenler Günü’nün amaçları, kutlama komitelerinin görev, yetki ve sorumlulukları ve kutlama gününe ilişkin esaslar belirlendi.[4]

 

  1. Türk Milletinin Başöğretmeni Atatürk’tür

 

Atatürk, eğitimi kendi kişiliğinin bütünlüğünde ve kendi bilincinde öylesine değerlendirmektedir ki, kişiliğinin en temel niteliğini öğretmenlik olarak görmekte ve söylemektedir. O’nu nitelendirmek isteyen ozan Behçet Kemal Çağlar’a der ki:

Benim asıl bir niteliğim var ki, onu hiç yazmamışsın. Benim asıl kişiliğim öğretmenliğimdir; ben milletimin öğretmeniyim; bunu yazmamışsın…[5]

 

Daha 4 -11 Eylül 1919, Sivas Kongresi’nde Mustafa Kemal, milleti için eğitim konusunda düşüncesini şöyle belirtmişti:

Türk halkı iyi bir eğitim görmeli ve iyi bir hükümete sahip olmalıdır. Eğitim, okul demektir. Türk köylüsünün pek azı okur-yazardır, ama bu köylüler gelişmeye isteklidirler; çocuklarının iyi bir eğitim almasını, Müslümanlığın yüksek değerleriyle kuşanmasını isterler[6]

Sonraları ise, Atatürk, eğitimin önemini, ona olan inancını daha çarpıcı bir dille şöyle belirtmiştir:

Eğitimdir ki bir ulusu özgür, şanlı ve yüksek bir toplum olarak yaşatır; eğitim yokluğu ise köleliğe, yoksulluğa düşürür

Bununla Atatürk, Osmanlı toplumundaki çöküşün ve yıkımın nedenini tanılamıştı/teşhis etmişti).[7]

 

Eğitimde olması gerekenler hakkında da O, şöyle demiştir:

Eğitim ve öğretimde hızla yüksek bir düzeye çıkacak bir milletin, yaşam mücadelesinde maddi, manevi bütün kuvvetlerinin artacağı kesindir. Eğitim ve öğretim faaliyetimiz * İlk öğretimin fiilen genel ve zorunlu olmasını,

* Memlekette eğitim birliğini,

* Ortaöğretimin iyi araçlarla artırılmasını ve kolaylaştırılmasını,

* Meslek öğretiminin ilk ve orta derecesinden en yüksek derecesine kadar memlekette sağlanmasını,

* Yüksek öğretimin de sayıda olduğu kadar değerde de bu yüzyılın gereksinimlerine yeterliğini hedef tutmuştur.”[8]

Eğitim, ülkenin milli bir şekilde kalkınmasıyla ilgili önemli ve ciddi bir konudur/durumdur, denildiğinde “Eğitim nedir” sorusu tam ve doğru cevabını bulmuş olmaktadır.  

Bunun için Atatürk;

Memlekette eğitim ve öğretim ışığının yayılmasına ve en derin köşelere kadar işlemesine özellikle gözlerimizi çeviriyoruz[9] demiştir.

Her alanda eğitim MİLLİ OLMAK ZORUNDAdır:

Türkiye’nin eğitim ve öğretim siyasetini her derecesinde tam bir açıklık ve hiçbir tereddüte yer vermeyen kesinlikle ifade etmek ve uygulamak gerekir. Bu siyaset her anlamıyla milli bir nitelikte gösterilebilir.[10]

 

Başöğretmen Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti, kurucu değerleri üzerinden ilelebet payidar kılacak Türk gençlerini yetiştirecek eğitim sisteminin öncelikli iki prensibi olarak “milli” ve “laiknitelikte olması ilkelerinin uygulanmasına, Atatürk kendi döneminde dikkatle önderlik etmişti. Bunun için sırasıyla Türkiye’yi Laikleştiren Yasalar TBMM’den çıkarılmış ve uygulanmıştı. Bu yasalar hâlen mevcut Anayasa’da “değiştirilemez yasalar” hükmündedir.

 

  1. Türkiye Cumhuriyetini Lâikleştiren Yasalar

 

3 Mart 1934’te “Türkiye’yi laikleştiren yasalar, olarak da adlandırılan üç yasa T.B.M.M.’de kabul etmiştir. Bunlar:

(1) 429 Şer’iyye ve Evkaf ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletinin Kaldırılmasına dair kanun,

(2) 430 Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu,

(3) 431 (Halifeliğin Kaldırılmasına ve Osmanlı Hanedanı’nın Türkiye Cumhuriyeti Toprakları Dışına Çıkarılmasına Dair Kanun) sayılı yasalardır.

429 ve 431 sayılı yasalarla hem Halifelik hem de Şer’iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılmıştır. Ayrıca eğitimi laikleştiren 430 sayılı “Tevhid-i Tedrisat (öğretimin birleştirilmesi)” yasası da aynı gün çıkarılmıştır. Bu yasa ile birlikte mektep ve medrese ikiliğine son verilmiş, eğitimde birlik sağlanmıştır.[11]

Bu yasalar özellikle, halifeliğin kaldırılması, laiklik yolunda önemli bir adımdır.

(4) İsviçre Medeni Kanununun Türk toplumsal yaşamına uyarlanması şeklinde hazırlanan “Türk Kanunu Medenisi’nin” kabulü ile Türkiye’nin laikleştirilmesi yönündan en önemli adım 1926 yılında atılmıştır. Bu kanun, Borçlar Kanunu ile birlikte 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir.[12].

(5) 2 Eylül 1925 tarihli din görevlilerinin kılık-kıyafetine ilişkin kararnamede “biçimsel bir laiklik düzenlemesi” olarak kabul edilebilir.

(6) 30 Kasım 1925 tarihli 677 sayılı yasa ile dinsel kimi unvanlar, türbe ziyaretleri de yasaklanmıştır.

(7) 9 Nisan 1928 tarihli Anayasa değişikliği ile Anayasa’nın 2. maddesindeki, devletin dininin İslâm olduğu hakkındaki hüküm kaldırılmakla artık laiklik ilkesi benimsenmiş olmaktadır.

(8) Yine aynı değişiklik sırasında 16 ve 38. maddelerde yazılı ant içme biçimindeki “Vallahi” sözcüğünün kaldırılması ile parlamentoda dinsel ant içme sona erdirilmesi.

(9) T.B.M.M.’nin görevleri arasından “ahkâm-ı şer’iyenin tenfizikaldırılmasıyla da gereken bütün anayasal düzenlemelerin laiklik doğrultusunda tamamlanmıştır.

(10) Ayrıca 1 Kasım 1928 tarihli ve 1353 sayılı yasayla, yeni alfabenin kabulü, Arap harflerinin ilgası da aynı yönde olumlu bir gelişme olmuştur.[13]

(11) 8 Nisan 1924’de Şer’iye Mahkemelerine son verilmesi, Yargıtay’ın Şer’iyye Dairesinin kaldırılması da hukuk ile ilgili önemli düzenlemelerden biridir.[14]

(12) Şapka İktisası Hakkında Kanun.

(13) Hafta tatilinin cumadan pazara alınması.

(14) Takvim değişikliği.

(15) Alafranga saatin kabulü.[15]

Türkiye’yi Laikleştiren tüm bu yasa ve uygulamalar Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilmişti. Cunhuriyetin yüzüncı yılında, bu konularda son yirmi yılda bir bir yapılanların neler olduğu anımsanırsa, kurulan sistemin tersine çevrilmesi yönünde varılan noktaları göstermesi açısından çok dikkat çekici olduğu görülecektir.

 

  1. Türk Millî Eğitimi’nin Genel Amacı

 

Başlangıcından itibaren 50 yıllık Cumhuriyet döneminde millî eğitimimizin amaçlarına ulaşma yolunda kaydedilen gelişmeyi tanıtmak amacıyle Milli Eğitim Bakanlığı’nca yayımlanan “Cumhuriyetin 50. Yılında Millî Eğitimimiz” adlı eserin Önsöz’ünde, dönemin Milli Eğitim Bakanı Sayın Orhan Dengiz tarafından “Türk Millî Eğitiminin Genel Amacı” şöyle ifade edilmişti:

Türk Millî Eğitiminin genel amacı, Türk milletinin bütün fertlerini,

– Atatürk inkılâplarına ve Anayasa’nın başlangıcında ifadesini bulan Türk milli­yetçiliğine bağlı;

– Türk Milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerle­rini benimseyen, koruyan ve geliştiren;

– Ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan;

– İnsan haklarına ve Anayasa’nın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan millî, demokratik, lâik, sosyal, üniter bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuri­yeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;

– Beden, zihin, ahlâk, ruh ve duygu yönlerinden dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve girişimciliğe değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;

– İlgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların, kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamak;

* Böylece, bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mut­luluğunu artırmak;

* Öte yandan millî birlik ve bütünlük içinde ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak;

* Nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.[16]

Milletin ve ülkemizin güvenlik, kalkınma ve mutluluğu için bugün bu ilkelerden itiraz edilecek olanı var mı?

Atatürk tarafından akla, bilime dayalı ulusal doğru temeller üzerine kurulan Millî Eğitimimiz, uzun yıllar Cumhuriyet değerleri çerçevesinde yürütüldü. Bugün bulunduğumuz noktada, Cumhuriyet döneminde yarım yüzyıllık gelişmeyle gelinen 50. yıla kadar oluşan birikimlerle çıkarılan Millî Eğitim Temel Kanunu da esas  alınarak, daha büyük bir hızla eğitim sistemimiz kurucu ayarlara dönerek yeniden düzenlenmeli ve Türk milleti çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı ve seçkin bir ortağı’’ olma yolunda mutlu yarınlara doğru hızla ilerlemeyi sürdürmelidir.[16]

 

  1. Aklı İşletmeyi ve Bilimin Yol Göstericiliğini Öğretmek İlk Temel Eğitim Olmalı

 

Atatürk, yaşamı boyunca aklıselimi, bilimi, araştırmayı, çok çalışmayı, çağdaşlığı yaşam biçimi edinen ve çok kitap okuyan müstesna bir bilim, düşün, siyaset insanı idi. O, nesillerin düşünsel gelişimi bağlamında şöyle söylemişti:

Yüksek düzeyde olan, kendi düzeyinden bilgi ve anla­yışça aşağı olanı beğenmez. Fakat bu hal, aslında takdir ve özendirmeye lâyık görülmek gerekmez mi? Her yeni yetişen, kendinden eskisini beğenmeyecek kadar yükselirse, o zaman, ancak o zaman gelecek kuşaklar, birbirinden derece derece yüksek düzeyde bir yüksek kuşak oluşturabilir ki, insanın ilerlemesinin amacı da budur.” (1918)[17]

Atatürk’ün, dünya nimetleri, akıl ve insan zekâsı hakkındaki tespiti ve söylemi de çok önemlidir:

Allah dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri insanlar yararlansın, varlık içinde yaşasın diye yaratmıştır ve en son derecede yararlanabilmek için de, bütün yaratıklardan esirgediği zekâyı, aklı insanlara vermiştir.”(1923)[18]

 

  1. Esas Olan Kişinin, Başkasının Tutsağı Değil, Kendisinin Efendisi Olmasıdır

 

Lâik Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, “Özgürlük ve beğımsızlık benim karakterimdir” diyen Başöğretmenimiz Atatürk’ün kurduğu eğitim sisteminin yetiştireceği gençler için öncelikli bir amacı buydu. Aynı konuyu ifade eden bir cümle de Marcus Aurelius (MÖ. 121-180) tarafından şöyle söylenmişti: “Kişinin kendi aklını kullanarak düşünmesi, başkasının kölesi değil, kendisinin efendisi olmasıdır.[19]

Bu duygu ve düşüncelerle başta hepimizi yetiştiren ilk öğretmen annelerimiz ve saygıdeğer öğretmenlerimizin “öğretmenler gününü” en içten dileklerimle kutluyorum. Her zaman Cumhuriyetimizi tüm kurum, kural ve ilkeleriyle kuran Başöğretmenimiz Atatürk’ü minnet, saygı, takdir ve teşekkürle, değişmez Önderimiz olarak selamlıyorum.

 

Sedat Şenermen

 

Kaynakça:

[1] ATATÜRK’ÜN Maarife Ait Direktifleri, İstanbul, 1939, Maarif Vekâleti Ana Programa Hazırlıklar Serisi, A, No:1.

[2] Prof.Dr. İsmail KARA, “Diyanet İşleri Başkanlığı”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce İSLÂMCILIK 6, (Kitabı içinde), (Yayın editörü: Yasin AKTAY), İstanbul, 2021, 6.Baskı, İletişim Yayınları, s.183, s.182, s.179.

[3]https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96%C4%9Fretmenler_G%C3%BCn%C3%BC#D%C4%B1%C5%9F_ba%C4%9Flant%C4%B1lar

[4] Öğretmenler Günü Kutlama Yönetmeliği – 26 Şubat 1981″ (PDF). 7 Aralık 2012 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi.

[5] Sadi IRMAK, “Atatürk’ten Anılar”, Mesleki ve Teknik Öğretim Dergisi, Kasım, 1979, Sayı: 321, s.12.

[6], [7] E. A. PİTTARD, “La Memoire d’ATATÜRK”’ten aktaran: M. Rauf İNAN, ATATÜRK’ÜN EĞİTİMCİ KİŞİLİĞİ, (Cumhuriyet Döneminde Eğitim kitabı içinde), İstanbul 1983, Milli Eğitim Basımevi, s.2.

[8], [9], [10] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, cilt: I, s.345; s.316, s.317.

[11] Türkiye’yi Laikleştiren Yasalar, Hazırlayan: Prof.Dr. Reşat GENÇ, Ankara, 1988, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, s.1.

[12] Prof.Dr. Turhan FEYZİOĞLU, “Türk İnkilabının Temel Taşı Laiklik, Atatürk Düşüncesinde Din ve Laiklik (Kitabı içinde), Ankara, 1999, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, s.256.

[13] Prof.Dr. Ahmet MUMCU, “Cumhuriyetin İlk Dönemlerinde Laiklik”, Atatürk Düşüncesinde Din ve Laiklik, (Kitabı içinde), Ankara, 1999, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, s.330.

[14] Sedat ŞENERMEN, Gazi Mustafa Kemal’in İslam/Kur’an Kültürü (Atatürk’ün Camileri), İstanbul, 2013, 2.Baskı, Togan Yayınları, s.147-148.

[15] İsmail KARA, “Diyanet İşleri Başkanlığı”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce İSLÂMCILIK 6, (Kitabı içinde), s.180.

[16] Orhan DENGİZ (Dönemin Millî Eğitim Bakanı), Cumhuriyetin 50. Yılında Millî Eğitimimiz, İstanbul, 1973, Milli Eğitim Basımevi, (Önsöz’den).

[17] Prof. Afet İNAN, Mustafa Kemal Atalürk’ün Karlsbad Hatıraları, Ankara, 1983, TTK Yayını, s.51.

[18] Mustafa Kemal ATATÜRK, ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, cilt: II, s.108.

[19] Prof.Dr. Niyazi KAHVECİ, Çağdaş Düşünme Üzerine Dersler, İstanbul, 2020, Doğu Kitabevi, s.16.

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.