Site icon Söz Gazetesi

LAİK DÜŞÜNCEYE KUR’AN’DAN GEREKÇELER

 

 

İslam toplumuna dâhil olan birtakım kavimler, İslam oldukları halde çökmeye, yokluk ve gerilemeye maruz kaldılar. Geçmişlerinin yanlış veya batıl alışkanlık ve inançlarıyla İslamiyet’i karıştırdıkları ve bu suretle gerçek İslamiyet’ten uzaklaştıkları için kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar.”(20 Mart1923)[1] ATATÜRK

Laiklik, “Allah İle Aldatma”yı önlemenin en etkili ve önemli tedbiridir.

 

  1. Din Adamı Kisveli Kişilerce,

Allah’ın Gönderdiği Vahyi Basit Çıkarlar Uğruna Değiştirmek, İnsan Eliyle Yazılanları Allah’ın Yazdığı Gibi Gösterip KandırmakSöylem ve Eylemlerini Engellemek Laikliktir

 

Bakara/78-79’da Yahudilerin, geçmiş atalarıyla ilgili kesitler anımsatıldıktan sonra Allah Elçisi ve müminlere hitap edilerek Yahudilerin sırları ifşa edilmiştir. Bunların bir bölümü,

– Allah’ın kelamını dinleyip iyice anladıkları hâlde işlerine gelmediği için bile bile tahrif ederler (asıl anlamından uzaklaştırmak için kelimelerle oynarlar, yer değiştirirler, gerçek anlamdan uzaklaştırarak yorumlarlar).

Müminlerle karşılaştıklarında da iman ettiklerini söylerler;

Baş başa kaldıklarında ise, “Allah’ın sizin aleyhinizde hüküm verdiği şeyleri Rabbinizin katında aleyhinize delil olarak kullansınlar diye mi onlara söylüyorsunuz? Hâlâ akıllanmayacak mısınız” diyerek tartışırlar.

Bunların diğer bir bölümü ise, kitabı bilmeyen ümmilerdir ki, hiçbir bilgileri bulunmayıp sadece zanna uyarak temelsiz bir inanç peşinde koşar dururlar.

Ayetin birinci bölümünde yer alan ikiyüzlü, tahrifkârlar hakkında;

* Peki siz, onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz?” buyrularak, bunlarla boşuna uğraşılmaması, bunların inanmayacakları bildirilmektedir.

* Ayrıca bu grup, “Artık yazıklar olsun o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz paraya satmak içinBu, Allah katındandırderler. Artık o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara yazıklar olsun! O kazandıkları şeyler yüzünden kendilerine yazıklar olsun! denilerek tehdit edilmektedir.[2]

 

Kendileri Yazdıkları Halde Bu, Allah KatındandırDerler

 

Çünkü bu tip aldatmalar genellikle “din adamıkisveli kişilerce yapılmaktadır. Rabbimiz Kur’an’da bu konu üzerinde çokça durmuştur:

Artık yazıklar olsun o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz paraya satmak için, “Bu, Allah katındandırderler. Artık o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara yazıklar olsun! O kazandıkları şeyler yüzünden kendilerine yazıklar olsun!” (Bakara/79)

 

Elleriyle kitabı yazanlar” ifadesinden, şu sonuçları çıkarabiliriz:

(1) Bu tip insanlar, Allah’ın gönderdiği vahyi/kitabı değiştirmekte­dirler. Onlar, kendi arzularına, yaşam biçimlerine ve düşüncelerine uyma­yan ayetleri değiştirip kendileri yazıyorlardı. Böylece, ilahi vahyi değiştirme cüretini gösteriyorlardı.

(2) Allah’ın kitabını değiştirme girişimleri, kitabın beşerileştirilme­sine kadar uzanıyordu. Beşerî düşünceleri İlâhî vahyin içine sokuşturma­ları, bir zulüm halini almıştı. Gerçek bilgiyi yerinden çıkarıp, ona denk olmayanla değiştirmelerinden rahatsız olduğu için Allah, bu durumu Kur’ân’da açıklamaktadır.

(3) Allah’ın ayetlerini değiştirmeleri ve onu beşerîleştirmekle kal­mayıp, yaptıklarını Allah’a isnat etmeleri ve Allah katından olduğunu söylemeleri, zulmü doruk noktasına çıkarmıştır. Yazdıklarını Allah’a isnat ederek insanlara sunmaları hem iftira, hem de sahtekârlıktır.[3]

İsrailoğulları’nın böyle yapmalarının iki nedeni vardı.

Bunlardan biri, (ayetten anlaşıldığına göre) ekonomik rant elde etmekti.

Diğeri de Âl-i İmrân sûresinin şu ayetinde açıklanmaktadır:

Ve Kitap Ehlinden, bazı söz ve ilkeleri, kitaptan olmamasına rağmen, siz onu kitaptan sanasınız diye, dillerini kitaba doğru eğip büken akılsız, serseri bir gurup vardır. O, Allah katından olmadığı hâlde,Bu, Allah katındandırderler. Kendileri bilip dururken, Allah’a karşı yalan da söylerler.” (Âl-i İmrân/78)

 

Okudukları bazı söz ve ilkeleri, kitaptan olmamasına rağmen, siz onu Allah’ın kitabından sanasınız diye” tanımlaması, yaptıkları işin insanları Allah ile aldatmaya yönelik olduğunu ifade etmek­tedir. Söylediklerinin halk arasında itibar görmesi ve onlara kutsallık kazandırması için, bu iftirayı bile bile yapmaktaydılar.

Bu tür eylemlerle “Allah’ın dinine savaş açanlara karşı” Yüce Allah, çağın her tür kitle iletişim araçlarıyla bilimle, kalemle, yazıyla, Kur’an’dan ve tarihten delillerle insanlığı aydınlatıcı doğru veri ve bilgilerle uyandırılmasına dikkat çekmektedir:

Ve de insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek faaliyeti kalmayıp, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla mücadele edin. Artık eğer vazgeçerlerse, düşmanlık, kendi benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur.” (Bakara/193)

 

Yön yanlış ise ve koskoca bir millet, inandığı ve güvendiği kitaplardan; kutsal kitaplardan tanık göstererek rehber olduklarını iddia edenlerin sözlerine inanarak yürürlerse ve bu yürüyüş yönü kendilerini mahva ve yok olmaya düşürürse, kabahat, bu yönü izleyen zavallı halktan çok, rehberlere ait değil midir?[4] ATATÜRK(22 Eylül 1924)

 

Demek ki, ister dinci mezhepçilik-tarikatçılık bağlamında kitap/öğreti çapında, ister fetvalar kapsamında Allah’a yalan iftira ederek halkı aldatmayı laiklik ile engellemek mümkündür.

 

  1. Allah’a Götürme İddiasıyla İlimsiz Ve Işıksız Biçimde Ortaya Çıkıp Allah’a Giden Yolu TıkayanKişi ve Kurumların Söylem ve Eylemlerini Engellemek Laikliktir

 

8İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgisizce; kılavuz olmadan, aydınlatıcı bir kitap olmadan tartışırlar.

9Onun belini eğip bükmesi/çalım satması, Allah yolundan saptırmak içindir. Bu dünyada ona bir rüsvalık vardır. Ve Biz, kıyamet gününde ona yakıcı cehennemin azabını tattıracağız.

10İşte bu, kendi iki elinin öne çıkardığı şeyler ve şüphesiz Allah’ın, iyi kulluk edenlere haksızlık eden biri olmayışı nedeniyledir.” (Hac/8-9-10)

 

Bu ayetlerde, Allah hakkında bilgisizce ileri-geri konuşan, kılavuzu ve aydınlatıcı bir kitabı olmayan, üstelik de Allah yolundan insanları döndürmek için çalışan kimseler kınanıyor ve başlarına dünya ve ahrette gelecek azaplar; dünyada rezil ve aşağılık bir hayat yaşayacakları, ahrette ise yakıcı azaba çarptırılacakları beyan ediliyor.

 

Bilgi, Yol Gösterici Öğreti Ve Aydınlatıcı Kitap Olmadan Allah Hakkında Mücadele Edenler

 

İnsanlardan bazısı bir bilgisi, bir rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde, sırf Allah yolundan saptırmak için yanını eğip bükerek Allah hakkında tartışmaya kalkar. Onun için bu dünyada rezillik vardır; kıyamet gününde ise ona yakıcı azabı tattıracağız.”

Hacc/3’te sadece “bilgisi olmayan kimsenin Allah hakkında mücadele edeceği” ele alındığı halde,

Hacc/8-9. ayetlerde buna iki ilâve daha yapılmaktadır ve böylece herhangi bir konuda tartışma yapabilmek için sahip olunması gereken şeyler üçe çı­karılmaktadır:

Bilgi, yol gösterici öğreti ve aydınlatıcı kitap.

Hacc/3, tâbi olan taklitçi, bilgisiz insanın mücadelesini anlatırken,

Hacc/8-9. ayetlerde ise bilgisiz, rehbersiz ve aydınlatıcı kitabı olmayan ama kendisine uyulan, kendisi taklit olunan grubu ifade etmektedir. Onun için

Birincisinde bu tartışmacı kişiden şeytana tâbi olan,

İkincisin­de başkalarını yoldan çıkaran kişi olarak söz edilmektedir.[5]

 

Şimdi Yüce Allah’ın, olmamasını kınadığı bu üç şey, yani

Bilgi, Yol Gösterici Öğreti Ve Aydınlatıcı Kitap Nedir” bunu kısaca açıklayabiliriz.

(a) ‘İlim, “bilimsel bilgi” demektir; ya da Râzî’nin dediği gibi “insanın zorunlu olarak bilmesi gereken bilgi”dir. Bize göre bu bilgi, Allah hakkında taklîdî anlamda mücadele vermeyi engelleyecek ve kişi­nin şeytana tâbi olmasına mâni olacak olan bilimsel bilgi anlamına gel­mektedir. Bu bilgi, akıl, düşünce ve doğa bilimlerinin mayaladığı ve oluşturduğu bilgidir.

(b) Hüden, “rehber” demektir. Ayette hüden olarak geçen bu sözcüğü, “yol gösterici öğreti” manasına alabileceğimiz gibi, “Allah elçisi” anlamına da alabiliriz. Hatta biz, buna “öğretim, eğitim düzeyi” de diyebiliriz. Çünkü aldığımız öğretim, eğitim bize yol gösterici ve kılavuz olmalıdır. Allah, Kendisi hakkında mücadele verebilmek için, bir eğitim düzeyini, bir öğretinin rehberliğini şart koşmaktadır. Bu durum, Allah’ı savunan insanlar için de söz konusudur.

(c) Kitabin münîr, “aydınlatıcı bir kitap”. Bunun anlamı da “İlâhî vahyin bulunduğu kitap”tır. Işık saçan, nurlandıran kitap Allah’ın kitabıdır (Bkz. Nisâ/174; Enbiyâ/48; Şûrâ/52).

Demek ki bilimsel bilgi, rehber öğreti ve aydınlatıcı kitap,

* Hem Allah hakkında olumsuz mücadeleyi ortadan kaldıracak,

* Hem de başkalarını yoldan çıkarmayı önleyecektir.

Bunlar, laikliğin hedeflerine uymuyor mu.

Başka bir açıdan bakacak olursak, Yüce Allah, sebep sonuç ilişkisi içinde insanların, neden Allah hakkında olum­suz manada mücadele verdiklerini de göstermiş olmaktadır.

Bu üç değe­rin olmadığı yeri yanlışlar, inkâr ve sapıklık doldurmaktadır. Maddi âlemde, yani fizikî nesneler dünyasında boşluk bulunmadığı gibi, manevî âlemde de boşluk yoktur. Boşalan yeri mutlaka bir şey dolduracaktır. İyinin, güzelin, doğrunun, hakkın bulunmadığı boşluğu da kötü, çirkin, yanlış ve bâtıl dolduracaktır.[6]

Sonuç olarak, olumlu manada Allah uğrunda mücadele edenler de, bu üç değere sahip olmalıdırlar, diyebiliriz.

Demek ki, din bilginleri ve görevlileri, bilimsel bilgiye, yol gösterici öğretiye ve İlâhî vahye sahip olmalı ve bu üç değerin sunduğu bilgiye hâkim olmalıdırlar. Yüce Allah, Müslümanlara olumsuzu anlatarak, nasıl olmaları gerektiğini öğretmektedir.

Bu bağlamda ATATÜRK ne demişti, anımsayalım lütfen:

Dünyada her şey için, maddiyat için maneviyat için uygarlık için, yaşam için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. Bilim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, sapkınlıktır. Yalnız, bilimin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki aşamalarının gelişimini algılamak ve ilerlemesini zamanla izlemek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki bilim ve teknik dilinin çizdiği ilkeleri, şu kadar bin yıl sonra, bugün aynen uygulamaya kalkışmak, elbette bilim ve fennin içinde bulunmak değildir.[7](22 Eylül 1924)

 

Allah İle Aldatmayı Niçin Yapıyorlar?

Allah yolundan saptırmak için…

Bu tutum, insanları Allah’ın yolundan çıkarmayı, saptırmayı hedef almaktadır. Çağın her tür kitle iletişim araçlarıyla artarak da sürdürülmektedir. Bunu önlemenin yolu/yöntemi laikliktir.

 

  1. Laiklik, Allah’a din öğretmeye kalkmayıEngellemek İçindir

 

De ki: Siz, dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerde olanları da, yerde olanları da bilir.” Ve Allah, her şeyi çok iyi bilir.” (Hucurât/16)

 

Bu ayet ilâhiyat eğitiminin can alıcı noktasını veya temel ilkesini gündeme getirmektedir. İnsanlar din okuyup o dini Allah’a öğretmeye kalkarlar. Bunu günümüzün sözde din bilimcileri de yapmaktadır. Onlara bir fetva sorulunca veya onlar bir konuyu açıklarken Kur’ân’a müracaat etmeden birilerinin görüşünü aktararak fetva verirler. “Allah’a din öğretir” gibi davranmaktadırlar. Bir de buna “Kur’ân’ın tam olmadığı”nı da ilave ederler. “Kur’ân’da olmayanı sünnette, orada olmayanı icma‘da, orada olmayanı içtihatta arayın” diyerek Kur’ân’a hakaret ederler. Demek ki, Allah Elçisi Saygıdeğer Sevgili Muhammed (a.s) döneminde de dini Allah’a öğretmeye kalkanlar vardı, şimdi de var, gelecekte de olacaktır. Esasen Dini, Allah öğretir, kul Allah’a din öğretemez ve bu, Allah ile Aldatma şeklinde bir yetki değişimi olur ki, bu durum, Yüce Allah’ın Rab olıuşunu zedeler.[8]

Göklerde ve yerde olan her şeyi bilen Yüce Allah’a din öğretecek kadar edep dışı hareket edenler vardır. Aslında bu ayet, Hucürât/1. ayeti ile sıkı bir bağa sahiptir; bir bakıma onun açıklamasıdır. Bu, düpedüz Allah’ın önüne geçmek, Allah’a din öğretmeye kalkışmaktır. Allah’a din öğretmeye kalkan kişi, Allah’ın önüne geçiyor demektir. Allah’ın dini hakkında soru sorana, “falan kişi böyle dedi” diyerek cevap vermek o kişiyi Allah’ın önüne geçirmek anlamına gelmektedir.

Hâlbuki kişi, bildiğini orada konuşmalıdır. Göklerde ve yerde olan her şeyi bilen Allah’a din öğretmek, neyi bilip bilmediğini bilmemek olduğundan edep dışı bir hareket olmaktadır.

Bu tür din istismarcısı din tacirleri hakkında ne demişti laikliği, cumhuriyetin öncelikli temel ilkesi yapan ATATÜRK, şimdi onu anımsamanın tam zamanıdır:

Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar! Geçmişin dalgınlıkları, paslı durgunlukları, Türkiye halkının beyninden silinmiş olduğunda şüphe ve tereddüte yer yoktur. Eriştiğimiz mutlu durumdan bir adım geriye gitmek, kimsenin söz konusu etmeye dahi yetkili olmadığı kesin bir gerçektir.[9](1924)

 

  1. Laiklik, Vahyin Verilerini Çıkarlarına Uydurmak İçin Kelime Ve Cümleler Üzerinde Tahrifler YapmayıÖnlemek İçindir

 

Ey Elçi! Kalpleri iman etmediği hâlde ağızlarıyla İnandık diyen kimseler ve Yahudileşmişlerden, durmadan yalana kulak veren ve sana gelmeyen kimseler için dinleyen /casusluk eden, küfür içinde koşuşan şu kimseler seni üzmesin. Onlar, kelimeyi yerlerinden kaydırıp değiştirirler. Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!” derler. Allah, bir kimseyi dinden çıkma ateşine düşürmek isterse, sen Allah’a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah’ın, kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahrette onlara çok büyük bir azap vardır.” (Mâide/41)

 

Bu ayet Müslümanlara  karşı olanları, Müslümanların aleyhinde casusluk yapanları ve davranışlarıyla fitneye neden olanları ele almakta, onların inanç, düşünce ve davranışlarının analizini yapmaktadır.

(1) Dili ile aklı ayrı olanlar /çelişik davrananlar.

Yüce Allah, münafıkların öne çıkan özelliklerinden birine dikkat çekmekte ve bunun, ağızlarıyla inandık deyip kalpleri /akıllarıyla inanmamaları olduğuna işaret etmektedir: Onlar;

Kalpleri /akıllarıyla inanmamış oldukları halde ağızlarıylainandık derler”.

Ayetin bu bölümü, Âl-i İmrân/167. ayetinde şöyle geçmişti:

Ağızlarıyla kalpleri /akıllarında olmayanı söylüyorlardı”.

Aynı zamanda Fetih/11. ayetinde yer alan: “Onlar kalplerinde olma­yanı dilleriyle söylerler” açıklamasıyla da örtüşmektedir.

Dili ile aklı arasında bile çifte standarda başvuranlar, bir grup oluştururlar. Onların birbirlerini bulmaları ve bir grup oluşturmaları zor değildir. İnsanlar onlardan çok çekmiş ve çekmektedirler.

 

(2) Casusluk edenler.

Yüce Allah, Mâide/41. ayetin ikinci bölümünde, münâfıklarla aynı davranışı ve inanışı paylaşan grubu ele almaktadır:

Ve Yahudilerden inkârda yarışırcasına koşanlar seni üzmesin! Onlar daima yalana ve sana gelme­yenlere kulak verirler”.

Küfürde yarışanların birinci grubu münâfıklar /ikiyüzlüler, ikinci grubu da ca­susluk yapan Yahudilerdir.

Her türlü yalanı can kulağı ile dinleyen” ifa­desinin anlamı, casusluk yapmaktır. Allah’ın Elçisi Saygıdeğer Muhammed ve onun getirdiği mesaj hakkında konuşulan iftiralara ve yalanlara kulak verir, onları din­leyip başkalarına götürürler. “Sana gelmek yerine başkalarına kulak ve­rirler”.

Bunun anlamını iki şekilde vermek mümkündür: Birincisi, casus­luk ederler; İkincisi, aydınlanmak için Allah Elçisi’ne değil de başkalarına giderler. Başkalarının yalanına değer verirler, ama elçinin getirdiği mesaja değer vermezler.

Bu iki grup inkârda yarışmaktadırlar. İnkârda yarışmak; imana karşı amansız saldırıda yarışmak demektir.

Dili ile aklı ayrı olan münafıklarla,

Yalana kulak verip Allah Elçisi’ne itibar etmeyen Yahudiler, küfürde yarışmaktadırlar.

Bu, geçmişte böyle olmuş, bugün olmakta ve gelecekte de böyle olacaktır.

Bunların bu eylemlerine karşılık Allah Elçisi’nin üzülmemesi isten­mektedir, ama tedbir de alınacaktır. Ayetin bu iki bölümü ile, münâfığın psikolojik davranışının analizi yapılarak Elçi’nin ve bütün inananla­rın önüne konulmaktadır.

 

(3) Kelimeleri değiştirirler.

Ayetin üçüncü basamağında daha önce Bakara/79, Âl-i İmrân/78, Nisa/46, Mâide/13. ayetlerinde açıklandığı gibi, kutsal kitapta değişiklik /tahrif konusu ele alınmaktadır.

Kelimeyi yerinden kaydı­rıp değiştirirler.”

Bu ifade, “İlâhî vahyin ayetlerini değiştirmek” anlamına geldiği gibi, “kanunları kendi menfaatlerine göre değiştirmeyi” de ifade etmek­tedir. Ayrıca “Aldıkları haberi değiştirerek naklederler” manasına gel­mektedir. Bu tip insanların idarecilere danışman olduğunu, basın mensu­bu olduklarını düşünürsek, Yüce Allah’ın ne kadar önemli bir uyarıda bulunduğu anlaşılmış olacaktır.

 

(4) Kendi görüşlerini merkeze alırlar.

Eğer size şöyle (bir öğreti) verilirse, onu kabul ediniz, o verilmezse uzak durunuz (derler)”.

Bu insanların fikrî saplantılan vardır. Kur’ân mesajı o saplantılara uygun düşüyorsa, onu alırlar ve başkalarına almalarını önerirler; ama kendi saplantılanna ters düşerse, ondan sakınılmasını isterler. Bir bakıma, insanlara saplantılarını ihraç ederek bulaştırmaya çalışırlar. Bu tip insanlar zihnî saplantılarını baz/ölçü olarak merkeze koyarlar. İlâhî mesajı, kendi düşüncelerine göre doğru ve yanlış diye ayırırlar. Böylece, İlâhî mesaja ikinci derecede değer verirler. İşte gerçek anlamda dîni istismar budur.

 

(5) Bunlara yardım fayda vermez.

Yüce Allah, ayetin devamında,   “Allah bir kimseyi fitneye düşürmek isterse, sen Allah’a karşı onun lehine hiçbir şey yapamazsın” buyurmak­tadır. Kalbi/aklı ile dili bütünleşmeyen münafıklar, her türlü yalanı can kula­ğı ile dinleyenler, aydınlanmak için Peygambere değil de, başkasına gidip inkârda yarışanlar, kelimeleri değiştirenler, kendi saplantılarını merkeze alıp, İlâhî vahyi onunla değerlendirenler, İlâhî takdiri saptırma yönünde çabalayanlardır.

 

(6) İlâhî eğitimin dışındadırlar.

Onlar, Allah’ın, kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir”.

Küfürde yarışmaları, onları öyle bir duruma getirmektedir ki, İlâhî eğitimin etki­sini hissetmemekte ve selim akıllarının sürekli kirli /körelmiş kalmasına neden olmak­tadırlar.

Ayetin bu bölümünden, “Allah’ın kalblerini /akıllarını temizlemek istediği in­sanların olduğu” ilkesine de ulaşıyoruz.

Demek ki İlâhî eğitimin yoğun­laştığı merkezlerden biri kalplerin /akılların şirkten, boş inançlardan temizlenmesidir. Kalp temizliği, İlâhî muradın kapsamı alanına girmektedir. İlâhî amaçlardan biri kalpleri /akılları şirkten arındırmak olduğuna göre, beşerî eğitimin ve özellikle din eğitiminin he­defleri arasında kalbi temizlemek mutlaka olmalıdır.

Kalp/akıl denen manevi çevrenin kirletilmemesi bir eylem, kirlenen bu çevreyi temizlemek de başka bir faaliyet olmaktadır. Temizlenmesini Al­lah’ın murat ettiği selim akıl çevresi olduğu gibi, temizlemesini murat et­mediği gönül de vardır. Burada rol oynayan, kişinin niyeti/eylemi ile kalpteki kirliliğin çeşididir.

 

(7) “Onlar için dünya ve ahret cezası vardır.”

Yardım edilemeyen, kalplerinin Allah tarafından temizlenmesi murat edilmeyen ve küfürde yarışan bu insanların dünya­daki cezaları alçaklık, ahretteki cezaları da büyük azaptır. Buradaki cezanın gelecek nesiller için caydırıcı bir özelliğini söylemekte yarar vardır.[10]

Sonuç olarak insanın aklı, dili, kulakları, tutumları, davranışları, zihinsel saplantıları dünyada alçaklığı, ahrette de azabı getirmektedir. Bun­lara üzülmeye değmez, çünkü Allah da onlan terketmiştir. Demek ki bazı in­sanların manevi açıdan eğitilmeleri mümkün değildir. Kalplerinin kiri, silinmeyecek bir durum ortaya koymaktadır. Yüce Allah, kimin eğitilemeyeceğini, kimin eğitilebileceğini ortaya koymuştur. Selim akıl alanı ya da bo­yutu, eğitimin en zor uğraş vereceği bir alandır. Körelmiş, kirli kalbe/akla sahip insa­na hiçbir eğitici fikir, öğreti ve ilke yararlı olamaz.

İslam’ın nasıl yükseleceği konusunda ATATÜRK diyor ki:

İslam dinini, yüzyıllardan beri alışılageldiği şekilde bir siyaset aracı durumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Mukaddes ve tanrısal inançlarımızı ve vicdanî değerlerimizi, karanlık ve kararsız olan ve her türlü çıkar ve tutkulara görüntü sahnesi olan siyasal işlerden ve siyasetin bütün kısımlarından bir an önce ve kesin şekilde kurtarmak, milletin dünyevî uhrevî mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak bu yolla İslam dininin yükseldiği belirir.[11](1924)

 

  1. Laiklik, Kitlelerin, Emeğini Sizi Allah’a GötüreceğizDiyerek Çeşitli Oyunlarla Tıka BasaYiyip Sonunda Onları Allah’tan Uzaklaştırmakİsteyenleri Engellemek İçindir

 

34Ey iman etmiş kişiler! Şüphesiz, hahamlardan /bilginlerden, rahiplerden birçoğu kesinlikle insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan /başta kendi yakınları olmak üzere başkalarının nafakalarını sağlamayan  kimseler, hemen onlara acıklı bir azabı müjdele!

35O gün, biriktirdikleri altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi, şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri!” (Tevbe/33-34)

 

Tevbe/34’de din adamlarının yanlışına, yani Yahudi din adamları ile Hıristiyan rahiplerinin iki önemli büyük hatasına dikkat çekilmekte­dir:

– Halkın mallarını haksız yere yemek ve

– Allah yolundan alıkoymak.

Öyle anlaşılıyor ki Ortaçağ’da kilisenin

* Hıristiyan halkın elindeki malları alıp toprak ağası haline gelmesi,

* Altın ve gümüşü biriktirip halkı sömür­mesi olgusu, Allah tarafından burada gündeme getirilmektedir.

O dö­nemdeki ekonomik gücü haham ve rahipler vasıtasıyla kilise elinde bu­lunduruyordu. Bu korkunç malî gücü İslâm nuru doğduktan sonra, onun ışığını söndürmek için de kullanmaya başladılar.

Günümüzde de kilise, Batı ekonomisinde büyük bir güçtür. Bu gü­cü film sektörüne destek vererek Hıristiyanlık değerlerini ihraç etmek için kullanmakta ve böylece medyanın büyük bir kesimini elinde bulundur­maktadır. Diğer kesiminde de etkin durumdadır. Bu malî gücünü yoğun misyonerlik faaliyetlerine harcamakta, Müslümanları Allah’ın yolundan çevirerek hıristiyanlaştırmaya çalışmaktadır.

Batı dünyasında kilise, siyasetin içindedir.

Batı dünyası laik değil­dir, çünkü siyaseti etkileyen kilisedir.

Kilisenin öngörmediği bir şeyin kararı alınamaz.

Başka bir ifade ile alınan siyasal kararlar, kilisenin öngördüğüne ters düşemez.

Yüce Allah, Kur’ân’ı gönderdiği o dönemden bugüne ışık tutmak­ta, büyük malî güce sahip olan Hıristiyan din adamlarının, Allah yolun­dan insanları çevirmek için bu gücü nasıl kullandıklarını ve kullanacak­larını bir ihtar şeklinde anlatmaktadır.

– Allah ile kul arasına giren bu din adamları,

Allah ile kul arasına kimsenin giremeyeceğini öngören İslâm’ın ışığını söndürmek için elle­rinden geleni elbette yapacaklardır.

Maddî güçlerini bu yolda harcaya­caklardır.

Bu durum daha önce de Allah Elçisi Musa zamanında olmuştu. Fira­vun ve yakınları servetlerini, Allah’ın nurunu engellemek ve insanları, ondan alıkoymak için harcıyorlardı.[12]

Ve Musa: “Rabbimiz! Şüphesiz Sen Firavuna ve ileri gelenlerine basit dünya hayatında ziynet ve mallar verdin. –Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye– Rabbimiz! Onların mallarını sil-süpür ve kalplerine sıkıntı düşür. Çünkü onlar o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler” dedi.” (Yûnus/88).

Allah, haham ve rahiplerin durumunu anlatırken, Müslümanlar da servet edinip, onu İslâm’ın nurunu uzaklara kalemle, eğitim-öğretimle ulaştırmaları için kullanma­ları konusunda uyarıda bulunmaktadır. Servetini birleştirip Kur’ân’ın nurunu söndürmeye çalışanlara karşı benzer faaliyetlerle karşılık vermek Müslümanın boynunun borcudur.

İslam coğrafyasında da Müslümanlara, “Kur’an’daki İslam’dan söz etmek sapıklıktır” diyen cemaat önderleri ve tarikatlara fırsat vermemek için laiklik şarttır.

Dinden maddî çıkar temin edenler, iğrenç kimselerdir. İşte biz, bu duruma karşıyız ve buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir.[13] ATATÜRK (1924)

Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dini yoktur. Devlet yönetiminde bütün yasalar, kurallar bilimin çağdaş uygarlığa sağladığı esas ve şekillere, dünya gereksinimlerine göre yapılır ve uygulanır. Din anlayışı vicdanî olduğundan, cumhuriyet, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca başarı etkeni görür.[14] ATATÜRK (1930)

 

Çağdaşlığı bütünlük içinde toplumsallaştıran ve rasyonel bilgiye erişimi çağdaş medeniyet diye niteleyen Cumhuriyet, milli kimliğin temeline Laiklik ilkesini koydu. Mezhepci/dinci/İslamcı öğreti bunu reddetti. Demokrasinin olmazsa olmazı olan Laiklik, dinci/mezhepci inancın kamusal alan dışında tutulmasıdır. En kısa şekliyle Laiklik, dinci/mezhepci inancın anayasa ve yasama sürecinden ayrışmasıdır. Daha kapsayıcı tanımı ise, dinci/mezhepci inancın kurum ve kuruluşlarıyla hem politikadan hem kamusal alandan ayrı, bilimsel ve eğitsel kurumlardan bağımsız olmasıdır.[15]

Laik Devrimlerin özündeki mantık, din sömürüsüyle Allah’ın adını çıkar için kullanmaya son vermekti. Allah ile kul arasındaki Hilafet kurumu kaldırılıyor, Şer’i mahkemelerin Allah adına yargılama yetkisi din sınıfından alınıyordu.[16]

Cumhuriyet Devrimleri’nin esası çağdaş uygarlık tasavvurudur. Cumhuriyetin kurucu iradesi Türk Tarih Tezi’ne göre tarihi yeniden inşa etmek istemiştir. Kutsamak ve yermek zorunda kalmadan yeniden yorumlamak elimizdedir. Batı modernizmi nasıl kendi koşullarının ürünü ise; Türk modernleşmesinin felsefi, sosyolojik, hukuksal içeriği de kendine özgüdür. Laiklik, sadece “felsefi ve siyasi bir tercih sonucu  benimsenmemiş, aynı zamanda sosyal yapının emrettiği toplumsal barışın temel olacak sosyo-politik ve hukuksal bir yöntem olarak” düşünülmüştür.[17]

 

Şimdi özellikle peşpeşe şu üç ayeti de dikkatle okuyalım:

Ve de ki: O gerçek, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek inanmasın /reddetsin.” (Kehf/29)

Dinde zorlamak /tiksindirmek yoktur; iman, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten; iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan kesinlikle iyice ayrılmıştır. O hâlde kim tâğûta küfreder; onu tanımaz Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.” (Bakara/256)

Şüphesiz Biz, insanı karışık bir nutfeden oluşturduk. Onu yıpratacağız/yükümlülükler vereceğiz. Bu nedenle onu çok iyi işitici, çok iyi görücü yaptık; iyiyi kötüyü ayıracak bilgileri yollayarak bilgilendirdik. Şüphesiz Biz, ona yolu gösterdik, ister kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyen /inanan biri olsun, ister küfreden /nankör.” (İnsan/2-3)

Yazıyı bu son üç ayet ışığında ATATÜRK’ün şu son derece veciz, açık anlaşılır sözleriyle bağlayalım:

Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi ne bir din, ne de mezhep kabulüne zorlayabilir. Din ve mezhep, hiçbir zaman siyaset aracı olarak kullanılamaz.[18](1930)

Türk milleti, halk yönetimi olan Cumhuriyet’le yönetilir bir devlettir. Türk Devleti laiktir. Her ergin dinini seçmekte serbesttir.[19]

 

 

 

Kaynakça

[1] Mustafa Kemal ATATÜRK, ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, Ankara, 1997, 5.Baskı, AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi, (Türk İnkılâb Tarihi Enstitüsü Yayınları:1), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Cilt: II, s.143. [2] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.6, s.458-459. [3] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2013, 4.Baskı, c.1, s.548. [4] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, Cilt: II, s.196. [5] F.Râzî’den aktaran: Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.13, s.36. [6] B.BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.13, s.37. [7] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, Cilt: II, s.194; ATATÜRK’ÜN Maarife Ait Direktifleri, İstanbul, 1939, s.19; Prof.Dr. Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 2007, s.252. [8] B.BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.18, s.190. [9] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, Cilt: III, s.75-76. [10]  B.BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.6, s.24-26. [11] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, Cilt: I, s.318. [12] B.BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.8, s.190. [13] Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, İstanbul, 1955, Sel Yayınları, s.116. [14] Prof. Afet İNAN, Medenî Bilgiler ve Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN El Yazıları, Ankara, 1969, Türk Tarih Kurumu Yayını, s.56. [15] Osman Selim KOCAHANOĞLU, Atatürk-Vahdettin Kavgası, İstanbul, 2020, 3.Baskı, Temel Yayınları, s.54. [16] Samim AKGÖNÜL, Tartışılan Laiklik, İstanbul, 2011, Bilgi Üniversitesi Yayını’ndan aktaran:  O.S. KOCAHANOĞLU, Atatürk-Vahdettin Kavgası, s.55 [17] Bkz. Nur VERGİN, Din, Toplum ve Siyasal Sistem, Bağlam, 2000; Nur VERGİN, Türkiye’ye Tanık Olmak, İstanbul, 1998, Sabah Kitapları; Osman Selim KOCAHANOĞLU, Atatürk-Vahdettin Kavgası, s.56. [18] Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, İstanbul, 1955, Sel Yayınları, s.57. [19] Afet İNAN, Medenî Bilgiler ve Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN El Yazıları, s.352.
Exit mobile version