Cumhuriyetimizin kuruluşunun ikinci yüzyılının başında, daha önce 28 Ocak 1920’de Osmanlı Mebuslar Meclisi’nde “Milli Mîsak”ın kabul edilişinin bugünlerde 104. yılındayız.
Bu yazıda “Milli Mîsak”ı konu olarak gözden geçirerek, BOP kuşatması altındaki Ortadoğu’da, ülkemizde de her şeyin tüm değerlerin alt üst olduğu günümüzde, bu cennet vatanda yaşayanlara “bir vatan borcu olarak düşen ulusal bir görev var mıdır?”, sorusuna verilecek cevabın çıkarımını Siz Değerli Dostlarıma bırakıyorum.
Mîsak-ı Milli Nedir?: Mîsak-ı Milli/Ulusal Yemin, Birinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan yeni dünya düzeni içerisindeki Osmanlı Devleti’nden arda kalan topraklarda yaşayan Türklerin yaşadığı toprakları, veya yaşam alanlarını çizen bir sınır olarak karşımıza çıkmaktadır.
Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin 17 Şubat 1920’de kamuoyuna açıkladığı sınırlar Misak-ı Mîlli’dir. Ancak açıklanan bu sınırlar, Osmanlı Mebuslar Meclisi tarafından 28 Ocak 1920’de kabul edilmiştir. Mîsak-ı Milli başta Mustafa Kemal olmak üzere vatanperver subay ve milletvekillerinin diretmesi ile Meclis’te açıklanmış, sonrasında da yabancı devletlerin işgal tepkisiyle karşılaşılmıştır.
Misak-ı Milli Ne Demek?: Birinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan yeni dünya düzeni içerisinde Türklerin yaşadığı alanların sınırlarını çizmek için açıklanan metin olan Mîsak-ı Milli, Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından alınan ve Türk Siyasi Tarihi’nin bir dönüm noktası olarak karşımıza çıkan bir karardır.
Nitekim bu karar sonrasında işgaller hız kazanmış ve ayrılıkçı örgütlenmeler oldukça fazla boy göstermiştir. Ancak bu karar aynı zamanda Anadolu’daki direniş hareketini de hızlandırarak güç vermiştir.
Mîsak-ı Milli Sınırları: Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından kabul edilerek Türklerin yaşadığı alanların sınırlarını çizmek adına alınan bu kararların sınırlarını maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:
* Kıbrıs,
* Musul Vilayeti,
* Deyr-i Zor,
* Kars, Ardahan ve Batum,
* Musul,
* Batı Trakya,
* On İki Ada.[1]
A-) MİSAK-I MİLLÎ’NİN ALTYAPISI
- Mîsâk-ı Millî’nin Kabulünden 13 Yıl Önce Atatürk’ün Öngörüsü
Bilindiği gibi, Atatürk’ün Türk tarihi içindeki en önemli rolü, imparatorluktan millî devlete geçişi sağlamak olmuştur. Bu bakımdan Atatürk’ün daha İttihat ve Terakki içindeyken bile ‘Mîsâk-ı Millî’ sınırları üzerinde ısrarla durması ve sonradan yapılacak Millî Mücadele’yi de bu çerçeveden mütalaa etmesi, O’nda bir ‘millî vatan’ kavramının varlığını gösterir.
Kuşkusuz, Atatürk tarafından 1919 yılında gündeme getirilerek uygulamaya konan bu beyannamedeki düşünceler, O’nun zihninde yıllar önce ifadesini bulmuş idi.
General Ali Fuat Cebesoy’a göre;
“Mustafa Kemal Mîllî Misâk’ın esaslarını bu tarihten on üç yıl önce, 1907’de tespit etmiş, vatanını tehlikeden kurtarmak için ne gibi çareler düşünüp bulduğunu cesaretle ortaya koymuştur”.
Cebesoy, Karaferiye’de M. Kemal’den şunları dinlediğini yazıyor:
“Meşrutiyet’in ilânı yeter çare olamaz. Meşrutiyet köhneleşmiş ve insicamını kaybetmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun gövdesi üzerine değil, aksine Türk çoğunluğunun yaşadığı kısım üzerine oturtulmalı; düşmanlarının, yani büyük devletlerin yapacağı bir tasfiye yerine ihtilâl idaresi kendi başına bir Türk devleti kurmalıdır… Nüfusun yarısı Türk olmayan ve hâlbuki geniş bir saha işgal eden devletin bütün ağırlığı ve müdafaası Türk’ün omuzlarına yüklenmiş, Hıristiyan azınlıklar ise yalnız kendi çıkarlarını sağlamakla kalmıyor, komşu ve aynı ırktaki devletlerle birleşmek için fırsat kaçırmak istemiyorlar. Geriye kalan Türkler ve Araplar ayrı ayrı devletlerin sömürgeleri haline getirilecek, Türk’ten başka olan unsurlar düşman devletlerinin tarafını tutacaklar. Şu halde;
* Devlet gövdesinin çökmesiyle hâsıl olacak enkazın altında ezilip perişan olmak mı,
* Yoksa çoğunluğu Türk olan millî bir sınıra çekilerek burasını savunmak mı daha doğru ve hayırlı olacak?
Ben selâmeti ikinci fikrin tatbik edilmesinde görüyorum.”[2]
- Mustafa Kemal’in 1907’de Çizdiği Mîsâk-ı Millî Haritası
Mustafa Kemal’in yukarıdaki sözleriyle ortaya koyduğu düşüncelerinin sadece ‘düşünce’ olarak kalmadığı, tasarladığı Türk çoğunluğuna dayalı yeni devletinin haritasını da çizdiğini biliyoruz. Ali Fuat Paşa anlatmaya devam ediyor:
“Mustafa Kemal Üçüncü Ordu Karargâhı’nda vazifeli idi. Ben de hudutta Karaferiye’de mıntıka kumandanı idim. Her hafta sonu Selanik’e gelirdim. O da zaman zaman bana gelirdi. Böyle bir akşamdı. Önceden hazırladığını dinlediğim haritayı beraberinde getirmişti. Bu, hasta Adam Osmanlı’nın taksimini beklemeden, şeklen sınırlarımız içinde olmasına rağmen asla ve hiçbir zaman bizim olmamış toprakları terk etmeden sonra temeli Türk olan bir devletin hudutlarını gösteriyordu.
Yemen’i, Hicaz’ı, Filistin’i, daha sonra da 1911’de beraberce giderek müdafaa edeceğimiz Trablusgarp’ı asıl halkına bırakıyorduk. Bugünkü Suriye’de olan Halep, Irak’ta olan Musul bizimdi. Makedonya, On iki Ada, zaten o günlerde elimizde idi. Mısır gibi, hâkimiyeti nazarileşmiş yerleri halkına bırakıyor, ama 1878’de İngilizlere emanet ettiğimiz Kıbrıs’ı alıyorduk. Lozan’daki kayıplar dışında zaten ilk Milli Misak sınırları bazı farklarla Karaferiye’ye getirdiği haritanın hudutları idi.
Bırakacağımız yerlerdeki Türklerin, Türk’ten gayrılarla mübadelesini bile düşünmüştü. Aradığı temeli Türk olan devletti. Hasta Adam’ın mirası üzerinde nasıl olsa aralarında ihtiras boğuşması yapacaklardı. Kavgadan asıl hudutlara sahip ve ezilmemiş çıkmalıydık. Başka çaresi yoktu…
Heyecanlı, inançlı, mantıklı anlatıyordu. Ama kendisi de bu sert hakikatlerin ancak benim gibi bir dosta söylenebilecek şeyler olduğunu da biliyordu.
Sonunda içini çekti.
– Ne garip, hatta hazin değil mi Fuat? Geleceklerin hakikatlerini kendi kendimize bile rahat konuşamıyoruz. Sence hakiki devlet nedir? Hissin mi arkasından gider, hakikatin mi? dedi.
Aynı düşüncede idim. Ama Dünya Harbi’nde elimizden sökülüp alınan ve aslında savaşı, bunları aralarında bölüşemeyenlerin çıkarmış olmasına rağmen dokuz cephede dövüştük, yüz binlerce evladımızın kanını döktük ve Mustafa Kemal’in Karaferiye’ye getirdiği haritadan daha eksik, noksan, yetersizi için üç yıl da Mîlli Mücadele mucizemizi yaratmak zorunda kaldık..”[3]
B-) OSMANLI MEBUSLAR MECLİSİ’NİN MÎSÂK-I MİLLÎ KARARI
- Anadolu’daki Ulusal Hareketler Karşısında Osmanlı Hükümetinin Tutum ve Davranışı
İstanbul’daki hükümet, Anadolu’daki hareketlerin sorumlusu ve kaynağı olarak Mustafa Kemal’i görüyordu. Mustafa Kemal etkisiz bırakılırsa Anadolu hareketleri de duracaktır inancındaydı. Bu nedenle, o zamanki Sadrazam Damat Ferit Paşa, Mustafa Kemal’i yakalatmak ve Sivas Kongresi’ni dağıtmak için planlar yapıyordu. Planını gerçekleştirmek amacıyla Ali Galip adında birini Harput (Elazığ) Valiliğine gönderdi. Ali Galip bazı girişimlerde bulundu. Ama Mustafa Kemal onun üzerine asker yollayınca arkadaşları ile birlikte Halep’e kaçtı.
Sivas Kongresi sona erince İstanbul’daki Damat Ferit Paşa Hükümeti çekilmek zorunda kaldı. Yerine Ali Rıza Paşa Hükümeti kuruldu. Bu hükümet Mustafa Kemal’le ilişki kurmak istedi. Bu amaçla Bahriye Nazırı Salih Paşa’yı Mustafa Kemal’le görüşmek üzere Amasya’ya gönderdi. Mustafa Kemal de Amasya’ya geldi. Böylece başlangıçta Mustafa Kemal’i isyancı sayan hükümet, O’nun ayağına bir nazırını (bakanını) gönderiyordu.
Ali Rıza Paşa Hükümeti, savaş sırasında dağılmış olan Mebuslar Meclisini İstanbul’da toplamak istiyordu. Mustafa Kemal buna karşı idi. Bir kere düşman donanmaları İstanbul Limanında demirlemişti. Tehdit altında Meclis, ulus için yeterince yararlı çalışmalar yapamazdı. Mustafa Kemal 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara’ya geldi. Halk burada da kendisini büyük sevinç gösterileri ve coşku ile karşıladı.
Bundan sonra, 12 Ocak 1920 tarihinde, İstanbul’da Mebuslar Meclisi toplandı.
- Osmanlı Mebuslar Meclisinin En Önemli Çalışması
Bir kere bu meclis son Osmanlı Mebuslar Meclisi olmuştur. Yaptığı en önemli iş Mîsak-ı Milli (Ulusal Ant) denilen kararı kabul etmek olmuştur. Bu kararla Meclis, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nin ilkelerini kabul ettiğini bütün dünyaya duyuruyordu.
Böylece son Osmanlı Mebuslar Meclisi, Anadolu’daki hareketin haklılığını kabul etmiş oluyordu.
İşgalci devletler bu durumu hoş karşılamadılar. Böyle bir şey onların işine gelmiyordu. Bu kararı alan Meclis ve mebusların, onlara göre, cezalandırılması gerekiyordu. Hem bu, İstanbul’un resmen işgali için bir nedendi, 16 Mart 1920 günü askerlerini limanda demirli savaş gemilerinden kente çıkardılar. İstanbul’un yabancı askerlerce işgaline karşın Mebuslar Meclisi 18 Mart 1920 günü gene toplandı.
İşgal sırasında bazı mebuslar (milletvekilleri) tutuklandılar. Düşman askerlerinin girmediği yer kalmadı. Bazı askerlerimiz şehit edildi.[4]
İngilizler birçok milletvekili ve aydın kişiyi Malta Adasına sürdüler. Böylece Mustafa Kemal’in, Mebuslar Meclisinin İstanbul’da toplanmasına karşı çıkmasında ne düzeyde haklı olduğu ortaya çıktı.
- Misakı Milli Kararları
(1) Mondros Ateşkesi imzalandığı sırada işgal edilmemiş bölgeler kesin Türk yurdudur, parçalanamaz.
(2) Kars, Ardahan ve Batum’da (üç ilde) gerekirse referanduma gidilecektir.
(3) Araplar kendi geleceklerini kendileri belirleyecektir. (Arapların çoğunlukla yaşadığı yerlerde referandum yapılacaktır.)
(4) Batı Trakya’nın geleceği referandum ile belirlenecektir.
(5) İstanbul, Marmara ve Halifenin güvenliği sağlandığı takdirde, Boğazlar trafiğe açılacaktır.
(6) Azınlıklara, diğer ülkelerdeki Türk azınlığa tanınan haklar tanınacaktır.
(7) Siyasi, mali ve adli gelişmemizi engelleyen sınırlamalar kabul edilemez (Kapitülasyonlar).[5]
- Mîsâk-ı Millî’nin Önemi
* Misâk-ı Millî bir yönüyle kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyet’in arka planını oluşturan bir siyasi ve hukuki belgedir. Bir Meclis Kararı olduğu için aynı zamanda meşruiyeti olan ve onu esas alan kurucu kadronun meşruiyetini sağlayan belgedir.
* Mîsâk-ı Millî, “Türk çoğunluğuna dayalı bir Türk vatanının sınırlarını” çizmiştir. Bunu da dönemin uluslararası hukukuna dayanarak yapmıştır. İmparatorluğun dağılması sürecinde yeni Türk Devleti’nin hem insan hem de toprak unsurlarını gerçekçi ve insani değerlere dayalı olarak belirlemiştir.
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının, Millî Mücadele’nin siyasi ve askeri süreçlerini takip ederken dayandıkları yegâne belge Misâk-ı Millî olmuştur. Hatta Misâk-ı Millî ilkeleri, daha 1920 yılının başlarında toplanan Paris Barış Konferansı’nda Türkiye’nin “barış şartlarını” içeren bir belge olarak da işlev üstlenmiştir.[6]
Mîsâk-ı Millî ilkelerinin hayata geçirilebilmesi şüphesizdir ki, bir veya birkaç askeri başarının kazanılmasına bağlı olacaktır.
– Doğu Cephesi’ndeki askeri başarılardan sonra imzalanan Gümrü Antlaşması ile “Anadolu’da bir Ermenistan kurulmasının” önüne geçilmesi;
– Özellikle Sakarya Savaşı’ndan sonra Fransızlar, İtalyanlar ve Ruslar ile yapılan antlaşmalar Misâk-ı Millî’de yer alan askeri ve siyasi hedeflerin gerçekleşmesinin önünü açmıştır.
– Lozan Antlaşması ise Misâk-ı Millî hedeflerin büyük çapta gerçekleştiği önemli bir kurucu antlaşma olmuştur.
- İstanbul’un İşgali Karşısında Mustafa Kemal ve Arkadaşlarının Tepkisi
Mustafa Kemal, Osmanlı Mebuslar Meclisi’nin sona erdiği kanısında idi. Bu nedenle Meclis’in Ankara’da toplanması gerekiyordu. Yeniden yurdun her yanında seçimler yapıldı. Yeni seçilen milletvekilleriyle İstanbul’dan Ankara’ya geçmiş bulunan Osmanlı Mebuslar Meclisi’nin üyeleri bir araya geldiler. 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi toplandı. Bu Meclis, başkanlığa Mustafa Kemal Paşa’yı seçti: Türkiye Büyük Millet Meclisi Türk ulusunun gerçek temsilcisi olarak işe başlıyordu. İlk olarak yeni bir hükümet kurma çalışmalarına başladı. Bu meclis aynı zamanda vatanı düşmandan kurtarmak için gerekli olanı yapmak zorundaydı.
Böylece yeni bir Türk devleti doğuyordu. Bu devletin ilk hükümeti Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti adını alıyordu. Hükümetin başkanlığını aynı zamanda Meclis Başkanlığına seçilmiş bulunan Mustafa Kemal Paşa yapacaktı. Yeni Türk Devletinin kuruluşu, Mustafa Kemal Paşa tarafından bütün dünyaya duyuruldu.[7]
C-) ATATÜRK’TE MİLLÎ VATAN DÜŞÜNCESİ NASIL OLUŞTU?
- Atatürk’ün ‘Vatan’ Ve ‘Hürriyet’ Fikirlerini Tanıması
Ali Fuat Cebesoy Paşa’nın yukarıda aktarılan sözlerinden de açıkça anlaşılıyor ki, daha 1907’lerde Mustafa Kemal’in kafasında Misak-ı Millî’ye esas oluşturacak olan olgun bir ‘millî vatan’ kavramı oluşmuş bulunuyordu. Esasen Mustafa Kemal’in böyle bir vatan anlayışına erişmesinde ‘Manastır Askerî İdadisi’nde’ bulunduğu yılların (1897) büyük rolü olmuştur. İdadideki en samimi arkadaşlarından olan Ömer Naci (1908’den sonra İttihat ve Terakkinin genç hatibi) vasıtası ile Namık Kemal’in ‘vatan’ ve ‘hürriyet’ fikirlerini tanıması, M. Kemal’in düşünce ve görüş ufkunun açılmasını sağlamıştır.[8]
Namık Kemal’in düşüncelerinin yanı sıra, Mustafa Kemal’in sonradan ‘Kendisine minnet borcum var, bana yeni bir ufuk açtı’ dediği İdadideki Tarih Hocası Topçu Kolağası M. Tevfik Bilge’nin sayesinde Fransız Devrimi’ni hazırlayan fikir hareketleri hakkında bilgi sahibi olması[9] da, vatan anlayışı üzerine etki yapmıştır. Bu nedenle, Ş. Süreyya Aydemir’in, “Ö. Naci ve Mustafa Kemal gibi geleceğin liderlerinde Namık Kemal ve hürriyet anlayışı meselâ Fransız Büyük Devrimi’nin temel ilkelerine kadar inebilmiş miydi? Bu yön şüphelidir…”
“O zaman için ne M. Kemal’in Fransızcası kâfi, ne de kitapların Türkçesi mevcut idi. Bu nedenle onun Fransız düşünürlerinden etkilenmesi çok daha sonraki yıllarda olacaktır. Fakat şurası bir gerçektir ki, M. Kemal Manastır Askeri İdadisi’nde yalnız bir Osmanlı değil, aynı zamanda Namık Kemal havasında bir vatansever ve hürriyetçi olduğu”[10] şeklinde sözlerini kabul etmek (bütünüyle) mümkün değildir. Bu yıllarda genç M. Kemal’in hocası Tevfik Bilge’den Fransız Devrimi ile ilgili gelişmeleri dinlediğini bildiğimiz gibi; O, aynı yıllarda ilk bilgilerini Yüzbaşı Nakiyüddin (Yücekök)’den aldığı Fransızcasını ilerletmek için arkadaşı Fethi (Okyar) ile Fransızca kitaplar okuyup; tatil için Selanik’e gittiğinde de College des Fréres de La Salle’ın özel kurslarına devam ediyordu.[11]
Yine, dil bilgisi (Fransızca) ilerledikçe Fethi (Okyar) ona Rousseau, Voltaire, Auguste Comte, Desmoulins, Montesqieu gibi Fransız filozoflarının eserlerini tanıttı. Çok geçmeden iki öğrenci bu yazarların kendi ülkelerini ilgilendiren meseleler hakkındaki düşünceleri üzerine heyecanlı tartışmalar yapmaya başladılar.[12]
Kaldı ki, bu durumda ‘vatan şairi’ olarak ün yapan ve vatanı, imparatorluğun siyasi sınırları içinde kalan bir yer şeklinde gören Namık Kemal’den ayrı olarak Mustafa Kemal’in daha 1907’lerde ‘millî vatan’ anlayışına erişmesini açıklamak mümkün olmazdı. Çünkü bu kavram bilindiği gibi Fransız Devrimi’nin yaydığı ‘doktriner milliyetçilik’[13] kavramı ile yakından ilişkili idi.
Şu halde, M. Kemal’in Türk unsuruna dayanan ‘millî vatan’ anlayışının iki temel kaynaktan etkilendiği görülmektedir.
Bunların ilki Namık Kemal’in ‘vatan’ fikri,
Diğeri de Fransız Devrimi’nin yaydığı ‘doktriner milliyetçilik’ anlayışıdır.
Bu iki etkiyi O’nun yetişmesinin her aşamasında görmek mümkündür. Örneğin, yine M. Kemal’in Harbiye yıllarında (girişi 13 Mart 1899) Fransızca gazeteleri okuyabilecek, Fransız yazarlarını daha iyi anlayabilecek seviyede Fransızca öğrendiğini ve yasak olmasına rağmen bunlarla birlikte Namık Kemal’in eserlerini geceleyin gizlice okuduğunu biliyoruz.[14]
Mustafa Kemal’in daha sonra, Şam’da iki arkadaşı ile birlikte kurduğu gizli siyasi derneğe ‘Vatan ve Hürriyet’ adını vermesi de bu iki etkinin sonucudur.[15]
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan gelişmeler Mustafa Kemal’i haklı çıkartmış ve O’nun ‘millî vatan’ anlayışını benimsemekle ne kadar gerçekçi olduğunu göstermiştir. Artık O’nun çeşitli vesilelerle açıkladığı bu düşünceleri, Kurtuluş Savaşı’nın tarihi gelişimi içinde fiilî, hukuki ve siyasi bir tez hâline gelmiştir.
– Erzurum Kongresi’nde (23 Temmuz-7 Ağustos 1919) “Millî sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür”[16] şeklinde belirten ve;
– Sivas Kongresi’nde (4-11 Eylül 1919) de genişletilerek kabul edilen (Madde 1.)[17]
– Bu tez, Mîsak-ı Millî (28 Ocak 1920) ile iyice açıklığa kavuşturulmuş oldu.
Her üç beyannamede de dikkati çeken husus, elde edilmek istenen veya üzerinde ısrarla durulan sınırların 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı zamanki ‘fiilî’ sınırlar olmasıdır. Mustafa Kemal Paşa, Sivas’ta iken kendisine bazı sorular gönderen Tasvir-i Efkâr gazetesi Başyazarı Velid Ebüzziya’ya (1877-1945) verdiği mülakatta bu konuyu açık bir şekilde gündeme getirmiştir.[18]
13 Ekim 1919’da Velid Ebüzziya tarafından gönderilen 16. Soru, “Müstakil hudutlarımız sizce ne olabilir?” şeklindedir. Mustafa Kemal Paşa ertesi gün, 14 Ekim 1919’da bu soruya şu şekilde cevap vermiştir:
“Müstakil hudutlarımız bizce 30 Teşrinievvel 34 (30 Ekim 1918) tarihinde mütareke aktedildiği günde fiilen sahip kaldığımız huduttur.”[19]
Mustafa Kemal Paşa, 27 Aralık 1919’da Heyet-i Temsiliye üyeleri ile birlikte Ankara’ya geldikten bir gün sonra, 28 Aralık 1919 günü Ziraat Mektebi’nde kendisini ziyarete gelen Ankaralılara yaptığı geniş ve önemli konuşmada da Mütareke sınırlarına işaret ederek Güney sınırlarımızı tek tek şehirleri/köyleri sayarak ifade etmiştir.
- Atatürk’e Göre Misâk-ı Millî’nin Hedefi ve Anadolu’nun Amacı:
“Mîsâk-ı Millî, barış yapmak için en uygun ve en azından şartlarımızı içeren bir programdır. Barışa erişmek için bir araya getireceğimiz esasları kapsar. Fakat memleket ve milleti kurtarmak için barış yapmak yeterli değerli değildir. Milletin gerçek kurtuluşu için yapılacak çalışmalar, ondan sonra başlayacaktır. Barıştan sonraki çalışmalarda başarılı olabilmek, milletin bağımsızlığının korunmuş olmasına bağlıdır. Mîsâk-ı Millî’nin hedefi, onu temindir.”(1922)[20]
“Anadolu’nun amacı, her ne olursa olsun Mîsâk-ı Millî’deki ilkeleri elde etmektir. Bu amaçlarının herhalde elde edileceğine, Anadolu yine kuvvetle emindir.”(1921)[21]
Sedat Şenermen
Kaynakça
[1] https://www.sabah.com.tr/egitim/misak-i-milli-nedir-ne-demek-misak-i-milli-sinirlari-kararlari-ve-maddeleri-e1- [2] Ali Fuat CEBESOY, Sınıf Arkadaşım Atatürk, Okul ve Genç Subaylık Anıları, İstanbul, Tarihsiz, İnkılâp Kitabevi, s.136-138. [3] Ali Fuat CEBESOY, Misak-ı Millî, (Yayına Hazırlayan: F. Sükan-C. Kutay), İstanbul, 1989, Acar Matbaacılık, s.17-18. [4] Osman Güngör FEYZOĞLU, Atatürk İlkeleri ve İnkılâbımız, İstanbul, 1982, MEB Yayınları, s.17. [5] https://www.yenisafak.com/misaki-milli-nedir-misaki-milli-kararlari-sinirlari-nelerdir-h-2549472 [6] Yrd.Doç.Dr. Ali GÜLER, Türk’ün Unutulan Yemini MİSÂK-I MİLLÎ, İstanbul, 2015, Halk Kitabevi, s.7. [7] Osman Güngör FEYZOĞLU, Atatürk İlkeleri ve İnkılâbımız, s.18. [8] Ali Fuat CEBESOY, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, 2.Baskı, s.114-117. [9] Şevket Süreyya AYDEMİR, Tek Adam, İstanbul, 1981, Remzi Kitabevi, c.1, s.72. [10] Ş.S. AYDEMİR, Tek Adam, c.1, s.72. [11], [12] Şerafettin TURAN, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, Ankara, 1982, s.5; s.6. [13] Milliyetçilik kavramının tasnifi konusunda bakınız: A. TANERİ, Türk Kavramının Gelişmesi Ne Mutlu Türküm Diyene, Ankara, 1983, s.7 vd. Atatürk’ün Milli Vatan anlayışının aynı zamanda milli devlet kavramı ile de yakın bir ilişkisi vardır. Özellikle Türk unsuruna dayanan “millî vatan”, “millî devlet” in oluşumu için zaruriydi. Çünkü Prof.Dr. Mehmet A. Köymen’in tanımına göre milli devlet, “İdare edenle, idare edilenlerin aynı soydan oldukları devlet” idi. Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara, 1982, 2.Baskı. [14] Lord KİNROSS, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, İstanbul, 1981, 5.Baskı, s.72. [15] L.KİNROSS, a.g.e., s.43; A.F. CEBESOY, a.g.e., s.30-31. Ayrıca bakınız: Y. AKYÜZ, “Atatürk’e Namık Kemal’in Etkisi ve Abdülhamit Dönemi’nde Yasak Kitaplara İlişkin İki Belge”, Belleten Dergisi, C: LV/2, Sayı:180, s. 501-511. [16] Ş.TURAN, a.g.e., s.16. [17] K. ATATÜRK, Nutuk, İstanbul, 1971, 2.Baskı, cilt: I, s.65. Kongre Beyannamesi için (Madde 6) bkz. Atatürkçülük (Birinci Kitap), Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1983, s.468-473. [18] A.GÜLER, Türk’ün Unutulan Yemini MİSÂK-I MİLLÎ, s.17-18. [19] Genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı Arşivi, ATA-ZB; Klasör: 34, Gömlek; 83, Belge: (1:5). Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Yıl; 56, Sayı: 120 (Nisan 2007), Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2007, belgenin günümüz Türkçesi: s.13, belgenin tıpkıbasımı: s.133, belgenin çevrim yazısı: s.311’den aktaran: A.GÜLER, Türk’ün Unutulan Yemini MİSÂK-I MİLLÎ, s.20. [20] ATATÜRK’ÜN Söyleve ve Demeçleri, Cilt: I, s.95. [21] ATATÜRK’ÜN Söyleve ve Demeçleri, Cilt: I, s.82; Prof.Dr. Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 2007, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, s.125.