Site icon Söz Gazetesi

“MUKADDESATÇI ANTİ-KEMALİZM”

Bizzat kendisinin ifadesiyle, “Temeli Türk Kahramanlığı ve Yüksek Türk Kültürü Olan Cumhuriyeti” kuran ATATÜRK’ÜN ebedi âleme göçüşünün 85. yılında, kurucu değerleri üzerinden “Türkiye Cumhuriyeti’ni ilelebet payidar kılmak” sadakat, sorumluluk ve görevinde olanların, günümüzdeki durumu gerçekliğiyle bilip/tanımak ve onun için birey ve toplum olarak gereği üzere çalışmak, bugün ATATÜRK’Ü ANMADA EN DOĞRU yol olacağı düşüncesiyle, bir kitabı dikkatlerinize sunuyorum, Değerli Dostlar.

İstiklâl Savaşı ile başlayan ve 10.Kasım.1938’e değin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve Atatürk Devrimleri’nin gerçekleştirilmesinde emeği olan, başta ATATÜRK olmak üzere ŞEHİT ve GAZİLERİ HERKESİ minnetle, şükranla anarken, mekânlarının cennet olmasını dua ve niyaz ediyorum.

 

Bugün bu yazıda, Cumhuriyetin yüzüncü yılında, Atatürk’e, O’nun kurduğu Cumhuriyet’e ve Cumhuriyetin kurucu değerlerine karşı, tarikat ve cemaatlerin “Karşı Devrim” bağlamında oluşturdukları fikirlerin sistemleştirildiği 1945-1960 arasındaki dönemi ele alan, Sayın Ertuğrul MEŞE’nin yazdığı, “Mukaddesatçı Anti-Kemalizm[1] adlı eserinden, “İslamcıların Atatürk ve Cumhuriyet Algılarının Sosyolojisi”ni ele alan son derece başarılı, emek ürünü kitabı üzerinden konuyu kendisinin değerlendirmeleri çerçevesinde ele almak istiyorum.

Sayın Ertuğrul MEŞE’nin “1. Doğan Avcıoğlu  Ödülü”ne lâyık görülen bu önemli çalışması, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde 2022 yılında “Türkiye’de Mukaddesatçı Anti-Kemalizm (1945-1960)” adlı doktora tezidir.

 

  1. Dinî Muhalefet Biçimi Olarak Mukaddesatçı Anti-Kemalizm Nedir?

Dinî muhalefet biçimi olarak mukaddesatçı anti-Kemalizm,

Türkiye’nin modernleşmesinde Kemalizmin ilga ettiği ve bozduğu düşünülen dinî alana dair mukaddesatın kaybından

Veya ona karşı saldırılar yapıldığı kabulünden kaynaklanır; yaşanan müşküllere karşı, mukaddesatı korumak için girişilen din kay­naklı kabullerin, hayallerin ve hedeflerin Kemalizm karşıtlığı temelinde inşası ve örgütlenmesidir.

Mukaddesatçı anti-Kema­lizm, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yürütülen politikaların bu­yurganlığı karşısında, ülke dışında sesini yükseltmiş ama ülke içinde ise suskunlaşmış ve gizlenmiş bir muhalefettir.

Mukad­desatçı anti-Kemalizm, yürütülen modernleşmenin Kemalist yorumu ve uygulamalarına karşı olmayı içeren siyasal, sosyal, kültürel ve dinî görünümleri olan bir muhalefet biçimidir.

Ertuğrul Meşe bu çalışmasında, yukardaki konuları tarikat yapıları ve mukaddesatçı aydınların ürettiği lite­ratürü dikka­te alarak, ilgili metinlerden referanslarıyla aktararak;

* Mukaddesatçı anti-Kemalist bir ideal tipin, akıl ve hafızası’nın ne olduğu,

* Anti-Kemalist lügatin mahiyeti ve gü­zergâhları,

* Kemalizme rakip bir ideoloji olma durumu ve

* Mukaddesatçı anti-Kemalizmin bıraktığı mirasa dair objektif çı­karımlar yaptığı görülüyor. Kitap:

  1. bölüm, “Kavramsal Çerçeve”(s.25-52);
  2. bölüm, “Tarikat Anti-Kemalizminin Sosyolojisi”(s.53-114);
  3. bölüm, “Tarikatlarda Anti-Kemalist Hissiyat ve Fiiller” (s.115-194);
  4. bölüm, “Mukaddesatçı Aydınlarda Anti-Kemalizm”(s.195-307);
  5. bölüm, “Atatürk’ü Koruma Kanunu’ndan Mukaddesatı Koruma Kanunu’na”(s.319-364);

Sonuç”(s.365-384); “Kaynakça”(385-414) ve “Dizin”den oluşmaktadır.

 

  1. Mukaddesatçı Anti-Kemalist Bir İdeal Tipe Doğru

Kemalizm, birikimsel olarak önünde duran ve bir devletin çöküşüne yol açan sorunların çözümü için üretilen Batı merkez­li değişim isteğinin modern zamanın gerçeklerine göre cesa­retle yaşama geçirilmesidir. Bu anlamıyla Tanzimat’tan beridir tartışılan sosyo-politik alanlara dair bütün problemleri bilimin kılavuzluğunda aşmayı içeren KEMALİZMİN GİRİŞİMLERİNİ, MUKAD­DESATÇI ÇEVRELER KENDİLERİNE TEHDİT OLARAK GÖRMÜŞTÜR. Türki­ye’deki mukaddesatçı ideoloji temsilcilerinin düşünsel öncül­lerinin Cumhuriyet öncesindeki izleri belirgin olsa bile bu ke­simin daha çok Kemalist inkılâpların şekillendirdiği yeni eko­nomik, kültürel ve siyasal topografyanın içinde biçimlendiği ve ortaya çıkan toplumsal ve siyasal yapıda UMDUĞU İKBALİ BULAMAMIŞ KİŞİLERDEN OLUŞTUĞU görülür. Tarikat liderleri ve mukaddesatçı aydınlar, yeni dönemde umduklarını bulamayınca, mukaddesatçı zihni örüntülerinin de etkisiyle, KEMALİZME KARŞI DİN TEMELLİ ELEŞTİRİ ÜRETİRLER. Yaşadıkları toplumun dini geleneksel yorumlayışı ve kabulünün açtığı muhalefet alanı, ürettikleri anti-Kemalizmi güçlendirmenin en kullanışlı aracı olur. Bu alanı kendileri için değerli kılan en güçlü neden ise laikliğin seküler içeriğidir. Değişimin yarattığı tedirginliği toplumsal ve psikolojik düzeyde derinleştiren uygulamalara karşı mukaddes kabul edilen şeyleri kendilerine bayrak yapmak, mukaddesat­çı yapılara ve aydınlara dinî olanın psikolojik gücünü verir ve toplumsal destek de sağlar. Bu nedenle mukaddesatçı aydın ve tarikat önderleri Kemalizme yönelik muhalefette din dairesin­ce mukaddes kabul edilen anlamları devreye sokarak ikbal kaybından doğan hınçlarının üzerini örtmeye ve bu sayede kendilerine alan açmaya çalışmışlardır.

Tek Parti dönemi sonlarından itibaren görünür olan mukaddesatçılık, tarikat ağları ve basın faaliyetleriyle kendini var et­miştir. Temel arzuları, geçmişteki muhayyel iyi dönemler üzerinden, bugünü ve mukaddesatçı bir geleceği kurmayı içerdi­ği için mukaddesatçılar, daha çok “ihyacı” (reformist) muha­fazakâr faillik üretmişlerdir. Böylesi bir failliğin üretimine katılan Nakşi, Süleymancı ve Nurcu gibi grupların şeyhleri, tarikat adabınca kendilerine bağlı müritlerine, şakirtlerine/öğrencilerine ve bağlılarına anti-Kemalist mukaddesatçı failliği sunarlar. Şeyhülislam Mustafa Sabri, Eşref Edip, Osman Yüksel Serdengeçti ve Necip Fazıl Kısakürek gibi aydınlar da mukaddesatçı çağrılarla okurlarını Kemalizm’le olan kavgada faillige çağırır­lar. Bu çağrıya uyan mürit ve faillerin 1945 sonrası Türkiye’nin siyasi ve toplumsal yaşamında ürettikleri birikim sosyolojik bir gerçeklik ve tarihî vakıadır. Bu anlamıyla tarikat­ların şeyhleriyle müritlerini, mukaddesatçı aydınları ve onla­rın çağrısına cevap veren gelecekteki mukaddesatçıları, anti-Kemalist ideal tipler olarak niteleyebiliriz(E.M). Kemalizmi, din temelli yergilerle eleştirenlerden M.Sabri, E.Edip, O.Y.Serdengeçti, N.F.Kısakürek vb. aydınlar, Nakşi şeyhleri ve müntesipleri ve Nursi ve şakirt­leri gibi modern ehli tarikler ideal mukaddesatçı anti-Kemalist tiplerdir(s.366-367).

 

  1. Mukaddesatçı Anti-Kemalist Akıl Ve Hafıza

Her insanın kendini kurarken kullandığı bir akıl yürütme biçi­mi olduğu gibi, her siyasal ideolojinin de kendini inşa ederken işlettiği bir akıl vardır. Mukaddesatçılık, düşünsel anlamda ülfet içinde olduğu muhafazakârlığın insan, toplum ve devlet an­layışını içselleştiren bir akıl anlayışına sahiptir. Modern dün­yanın düşünsel ve siyasal rahmi olan aydınlanmanın iyimserli­ğini hakir gören, insanın belirlenmişliğini kabul eden ve aklı, dini olanı ihya etmenin ötesinde kullanmayı reddeden bir ideoloji olan mukaddesatçı akıl, insanın yaşadığı toplumu modern koşulların ritmine uydurmak için yaptığı müdahaleleri mukad­desata tehdit olarak gören bir konumda kendini var eder. Böyle olduğu için de modern seküler uygulamaları kendine muarız/karşıt olarak konumlandırır ve onları reddeden bir içerikle kendini inşa eder. Mukaddesatçı aklın, kendini bu biçimde kurmasının temelinde, gerçeğin kaynağı olarak kutsalın kabulü ve onun beşerî üretimi olan tecrübeyi temsil eden gelenekler, dinî önderler ve onlardan ilhamla müritlerine istikamet tayin eden kanaat önderlerinin sorgulanamaz otoritesinin kabulü vardır. Bu haliyle mukaddesatçı akıl, aklın bireysel kullanımını ve birey­sel iradenin hayata dair çıkarımlarını reddeder. Bu nedenle mukaddesatçı akıl, dünyanın ve toplumun bilimsel bilgi temelinde tespit edilen olgular doğrultusunda düzenlenmesinde bireysel aklı ve gerçekliğe dair eleştirelliği dışlayarak kendini kurar.

Mukaddesatçı akıl ya da muhayyile gerçekliğin, kadim bilgeliğe sahip olduğu düşünülen kanaat önderlerinin deneyimle­ri ve geçmişten gelen önyargılarla kurulması gerektiğini ka­bul ettiği için, makbul olanın, dinî olana sonuna kadar alan açan ve onu merkeze alan siyasi ve toplumsal yapılar olduğunu vaaz eder. Bu türden muhayyilenin ve muhakemenin sahiplerine göre, seküler modern aklın üretimi olan beşerî sistemler, insanı in­san, toplumu da millet yapan mukaddesata saldıran ya­pılardır ve reddedilmeleri gerekir. Çünkü mukaddesatın yaşan­dığı toplum, onlar için ideal toplumdur. Bu toplumda mukad­des kabul edilenlerin merkeziliği esastır. İşte Kemalizm’e karşı olmalarının temelinde yatan akıl da böylesi mantık yürütmenin ürünlerinden biridir. Kemalizm konusunda mukaddesatçı akıl, daha çok yüzeyde göreceliğe, ama özünde kendi hakikat anla­yışına sığınarak, sunulan gerçekliği reddeder ve anti-Kemalist söylemleriyle alternatif bir tarih anlatısı ve toplum kurmaya çalışır. Ancak mukaddesatçı akıl görececilik ile modernliğe karşı ne kadar ilerici bir tutum takınmış görünürse görünsün, bu dünyanın gerçekliği karşısında hep gericiliğe eşlik eden mu­kaddesatçı çevrelerin çıkarlarının rasyonalitesi olmuştur. Theodor W. Adorno’dan ilhamla, Türkiye’de mukaddesatçı görececiliğe müdaha­le edebilecek tek eleştiri, ancak modern dünyanın değişiminde­ki kaçınılmazlığı hatırlatan “olumsuzlama paradigması” olabi­lir. Çünkü mukaddesatçı akıl ya da düşünce, mukaddesatçı öznenin ve düşünenin başlangıçtan itibaren olduğu şeye dönüşmesini içeren bir totolojiye, gerici bir bilinçle kendini koruma ve böylece gerçekliğe müdahale etme şiarına sarılmıştır.[2]

Bütün ideolojiler gibi mukaddesatçı ideoloji de gerçekliğe dair dilsel çarpıtma ve aldatma içerir. Bu ideolojinin ve ideolojik dilin doğasından çok, o dilin ait olduğu toplumsal yapının kodlarından kaynaklanır. Bu çarpıtma ve aldatma, mukad­desatçı öznenin belirli türden çıkarlarını ve kendi gerçekliklerini ancak takiyyeyle güvenceye alma zaruretinden doğar. Bu za­ruret, mukaddesatçılık da dahil her ideolojinin çıkarlarını kol­lamak için kullandığı bütün önermelerin takiyye içerdiğini id­dia etmek demek değildir. Elbette mukaddesatçı faillerin de id­dia ettiği önermelerin bir gerçekliği vardır. Ancak ele aldığımız mukaddesatçı faillerin iddia ettiği her şeyin tarihsel gerçek­lerle uyuşmadığı da sosyolojik bir gerçekliktir(E.M). Çünkü ideolo­ji, bir tür bireysel ve kolektif, simgesel kendini ifade etme biçi­mi olduğu için onu savunanların çıkarlarından ve meşrulaştır­ma eğilimlerinden bağımsız değildir. Bu durum, ideolojiyi ba­sitçe toplumsal ve bireysel çıkarı ifade eden bir şey olarak ko­numlandırmanın dışında, onları “rasyonalize eden” bir şey ola­rak görmektir. Bunun için işletilen rasyonalizasyon daha çok kendini meşrulaştırma biçiminde işler. Meşrulaştırma büyük oranda bir kimsenin ya da grubun kendi çıkarlarını ötekilerin gözünde büyük ölçüde kabul edilebilir hale getirmesi anlamına geldiği için, meşrulaştırmayı yapan akıl ya da bu aklı yürüten­ler düşünce ve kabullerinin “evrensel ve kadim” olduğunu id­dia edebilirler. Bu süreçte dolaşımda tuttukları söylemlerle bu meşrulaştırmaya konu olan değerleri ve çıkarları bütün insanların değerleri ve çıkarlarıymış gibi yansıtırlar(s.367-369) .[3]

 

Mukaddesatçı çevreler, Kemalizm karşısında kendilerini ve iddialarını meşrulaştırma sürecinde bağlılarının bilişsel gerçekliğini belirlemek için iddialarına ve din temelli açıklamalarına normatif değerler atfederek haklı kılmaya çalışmışlardır. Ya­ni kendilerini meşrulaştırmak için iddialarını sadece “değerler bütünü” olarak değil aynı zamanda kabul edilebilirliği kaçınıl­maz bir “bilgi” olarak da sunmuşlardır. Mukaddesatçı aklı inşa edenler bağlılarına, sundukları “değerler bütünü” ve “bil­giler” doğrultusunda Kemalizmi nasıl ve ne şekilde anlamak gerektiğini ve bu süreçte mukaddesatçı birey olarak nasıl ve ne türden davranışlar yapmalarının uygun olacağını belirleyen kavramsal ve eylemsel bir harita çizerler.[4] Bu haritanın en belirgin ifadesi Kemalizme ve onunla ilintili olan kurumlara, düşüncelere ve nesnelere karşı mukaddesatçı bireyin duyduğu kızgınlık, kara çalma, kötüleme, değersizleştirme, garaz, intikam isteği ve haset gibi adına hınç (ressentiment) diyebileceğimiz olumsuz tavırlardır.

Bu tavırlar Tek Parti dönemine, Kemalizmi temsil eden düşüncelere ve nesnelere dair üretilen mukaddesatçı hafıza ile ku­şaktan kuşağa aktarılan toplumsal bir varoluş biçimidir. Bunun için işletilen akıl daha çok geçmişteki seçili dönemin roman­tikleştirilmesi ve mevcudun reddini içeren zihniyet örüntüsüyle bezeli mukaddesatçı bireyin varlığına ve kabul edilen davaya sürekli olarak can suyu verme girişimidir.[5] Mukaddesatçı aydınlar ve tarikat önderleri Cumhuriyet’in inşa sürecinde um­dukları konumlara ulaşamamanın verdiği güçsüzlüklerin mahrumiyetlerini acziyet olarak deneyimlediklerinden mukadde­satçı akıl, mevcut varoluşuyla yüzleşirken, yani içinde bulunduğu acziyet içindeki maddi varoluş koşullarını, hınçla yüklü ideolojileriyle tersyüz ederek oluşturmayı hedeflemiştir. Bu süreç­te mevcut seküler gerçeklere sırtını dönerek kabul ettiği mukaddes ütopyaya giydirdiği kutsallıkla kendine alan açmaya ça­lışmıştır. Mukaddesatçı akıl kendi kategorilerini, karşı olduğu şeylerin zıttına yani antisine uyarlayarak, hitap ettiği özneleri, kendine bağlamaya uğraşmıştır. Mukaddesatçı anti-Kemalizm, böyle bir akılla hitap ettiği kitleyi, gelecektekiMukadde­satçı Türk’üveöznesiyapmayı hedeflemiş ve onları, davasını ve ikbalini engellediğine inandığı ve has/düşmanı olarak gördüğü Kemalizmle hesaplaşmaya çağırmıştır(s.370).

 

  1. Mukaddesatçı Anti-Kemalist Lügat

Bütün ideolojiler gibi mukaddesatçı ideoloji de mukaddes kavramların sözelliğiyle, duyumsal sezgiler arasında köprü kurma­ya çalışır. Öncelikli sermayesi sahip olduğu dildir. Dil, gerçekli­ği birebir yansıtmaktan daha çok onu imler ve gerçekliği, zihni­yet doğrultusunda kavramsal kalıba dökerek yeniden oluşturur. Bu inşa entelektüel kaygılarla olabildiği gibi, tam aksine anti-entelektüel bir girişimin ürünü de olabilir. Mukaddesatçı aydınlar genel olarak anti-entelektüel bir konumu işgal eder ve oradan konuşurlar. Ele aldığımız mukaddesatçı aydınlar entelektüalizm karşıtı anti-entelektüellerdir. Davalarının üstünlüğünü, karşılık­lı tekrar ettikleri amentülerle ve bu amentüleri kabullenmeyen­leri dışlayarak teyit etme eğilimindedirler. Zihinsel ve manevi düzeyde savundukları düşünceleri mukaddes ethos olarak kabul ederler. Bağlılarından ve okurlarından, kendinden üstün olanların öğretisini benimsemelerinin onların toplumsal ve içsel rütbesini de yükselteceğine iman etmelerini beklerler. Mukaddesatçı aydınlar ve tarikat önderleri kendilerini mutlak ve mukad­des olanın otoritesine sahip gördükleri için özellikle Kemalizme karşı, bağlılarıyla sahicilik jargonuyla konuşur ve metinleri­ni de aynı algıyla yazar. Bu nedenle Kemalizme karşı kullandık­san dil, mukaddesatçılıklarının hem rahmi hem de silahıdır. Mu­kaddesatçı pedagojik otoritelerce böyle kodlanan ve alımlanması istenen mukaddesatçı dil, kullanana asil ya da mukaddes, huzur­lu, kutlu bir hava vermiştir. Mamafih bu dil mukaddesatçı mahfillerde, mukaddesatçı seçilmişliğin emaresi sayılacaktır(bkz. s.314-318)

Ancak bu dil, üst dil olarak sunulsa bile toplumun tama­mı dikkate alındığında nihayetinde bir alt dildir, yani jargondur.

Mukaddesatçı aydınlar Kemalizme göre her ne kadar kendilerinin sahici olduklarını iddia etseler de sahicilikle özsel bağ­ları yoktur. Onlar, ürettikleri mukaddesatçı jargonla müntesiplerinden eleştirel bir düşünüş beklemez; daha çok, söylemlerine inanmalarını ve varlıklarını buna borçlu olduklarını, çünkü konuşanın ya da kendilerine “mukaddesatçı Türk” diye seslenenlerin aurasının, yani mukaddesler adına konuşanların yeterli olduğu kanısındadırlar. Bu nedenle gelecekteki mukaddesatçı bireyin ya da topluluğun yapması gereken biricik şey, kendisine mukaddes şeylerden bahseden şeyhine, efendisine ve kalem erbabı olanüstadına inanmak ve onun davasına katılmaktır. Burada mukaddesatçı öznenin neye inandığından çok, yapması gereken yegâne şey, mukaddesatçı otoritelerin davasına inançlı bir nefer olmaktır.[6] Bunun için mukaddesatçı otoritelerin kendilerine olan hitaplarında galeyana getirici ve basmakalıp heyecanlar yaratıcı

Selânikli türedi”, “diktatör”, “firavun”, “gayri mil”, “gayri ebedi şef, mef,”, “Deccal”, “bulanık Türk”, “sahte kahraman”, “vatan haini”, “baş düşman”, “Put Adam”, “komünizmin kaynağından ilham almak”, “din aleyhtarı bozuk zihniyet ve ideoloji”, “batıl dava”;

Ruh kökümüz”, “Türk’ün ruh bütünlüğü”, “milli hançere”, “milli mukaddesat”, “idrak soyluları” ve “Anadolu’nun bağrı yanık çocukları” gibi etki düzeyi yüksek ifadelerin kullanılma­sı yaygındır.

Mukaddesatçı aydınlar kendi ideolojik çıkarları­nı gözeten bir eylem jargonunun yardımıyla sınırlarını kendi­lerince belirledikleri umumi çıkarları, millete/ümmete hizmet kisvesine büründürmekten kaçınmaz. Bu aydınlar mukadde­satçı din dilinin hâkim jargonlarıyla, gerçekliği -yukarıda ör­neklerini verdiğimiz- lügatleriyle çarpıtmak ve böylece seslen­dikleri insanın toplum ve devletle ilişkisini kendi zihniyetleri­ne göre biçimlendirmek istemişlerdir. Dolayısıyla mukaddesatçı lügati kullananların ana gayelerinin Kemalizme karşı kendilerini konumlamanın vereceği dünyevi ikbalin selametini sağ­lamak olduğu söylenebilir(s.371-372).

 

  1. Mukaddesatçı Anti-Kemalist Güzergâhlar

Mukaddesatçı anti-Kemalizmin iki temel güzergâhı vardır:

– Ta­rikatlar ve Onun modern versiyonu olan cemaatlerle,

Mukadde­satçı aydınlar ve ürettikleri külliyat.

Anti-Kemalist mukaddesatçılığın tarikat ve cemaatler üzerinden inşasında, Cumhuriyet döneminde yasaklansalar bile fiili varlıklarını devam etti­ren tarikatlar etkili olmuştur. Tekkeleri ve faaliyetleri resmen yasaklansa da, karşı oldukları Kemalist yöneticiler tarikat şeyh­lerini camilerde görevlendirir ve maişet derdi yaşamamalarını sağlar. Ancak şeyhler bu durumu açık bir statü ve prestij kay­bı olarak deneyimlemenin hıncıyla anti-Kemalizmlerini üret­miştir. Bu nedenle

Tarikat liderlerinin ve üyelerinin ürettiği anti-Kemalizm daha çok beşerî kaygı ve kayıplardan oluşsa bile

– Bu kişiler yaşadıklarını iddia ettikleri kayıpları dinî kisve altında inkılâplara hınç biçiminde aktarır.

* Bütün Nakşî ağı,

* Süleymancılık ve onların kursları,

* Nursî ve bir bütün halinde Nurculuk ve

* Onun modern versiyonu olan cemaatler ve vakıflar anti-Kemalist güzergâhlardır.

Abdülhakim Arvasi, Süleyman Hilmi Tunahan ve diğer Nakşi şeyhler ve Saidi Nursi gibi zatlar sohbetleri, vaazlarıyla, mektup ve kitaplarıyla anti-Kemalist hafızayı, yani Kemalizm karşıtı toplumsal belleği biçimlendirirler. Nakşi, Süleymancı, Nurcu ve Ticani tarikat ağları, toplumdaki geleneksel dinî kültürün kendilerine sunduğu eğitme, irşat etme ve hidayet yoluna girdirme gibi dinî pedagojik otorite konumlarını anti-Kemalist duyuş, düşünüş ve eylemliliklerin üretilmesinde

* Hem kaynak, mesaj ve eylem alanı,

* Hem de mukaddesatçı toplum ve iktidar talebi olarak kullanırlar.

Kitapta incelenen Mustafa Sabri, Eşref Edip, O.Yüksel Serdengeçti ve N.Fazıl Kısakürek gibi mu­kaddesatçılar, sahip oldukları mukaddesatçı tahayyül ve tari­katlarla yoğun ülfet içindeki eylemlilikleriyle ürettikleri anti-Kemalizmi modern basım-yayım tekniği ve kitle iletişim araçları olan dergiler, gazeteler ve kitaplar üzerinden ortaya koymuşlardır. Mukaddesatçılar ürettikleri anti-Kemalist külliyat­la toplumdaki mukaddesatçı kesimlere seslenmişler ve onları kendi davalarına nefer olmaya çağırmışlardır. Ürettikleri külliyatın dinsel gücünün bilinciyle mukaddesatçı düşünüş ve fail­lik için rıza/kanaat mühendisliğine soyunmuşlardır. Bunun için de dergileri, gazeteleri ve kitaplarıyla iletişimde oldukları okur­larını, Cumhuriyet ve inkılâp karşıtı duygularla güçlendirmeye/sağlamlaştırmaya çalışmışlardır. 1945 sonrası dönemde CHP’de yaşanan Kemaliz­mi aşındırma ve esnetme girişimlerinden[7] de faydalanan bu aydınlar, hitap ettikleri kitlelere biz mukaddesatımız için burada­yız, yalnız değilsinizmesajını verdikleri gibi, karşıt olarak gör­dükleri Kemalist kişilere, yapılara ve kültüre sınır çekme ve onları da istenen yönde etkilemeyi amaçlamışlardır. Bunun en açık örneği 1950 sonrası DP ile olan yoğun ilişkilerinde görülebilir.

Mukaddesatçı aydınların tüm güçlendirme çabalarına, kanaat mühendisliklerine ve bu süreçte kullandıkları lügatlerin oluşturduğu kavramsal haritalara bakıldığında, Cumhuriyet modern­leşmesini ve Kemalist inkılâpları aşacak projelerinin olmadı­ğını söyleyebiliriz. Eğer bir vaatleri ya da projeleri varsa, o da artık yaşanması mümkün olmayan geçmişin nostaljisidir. Bu nostaljinin modern dünyanın sorunları karşısında insanlara ye­ni bir ufuk ve yaşanabilecek bir dünya sunmadığı bellidir; daha çok kültürel, siyasi ve dinî olarak muhayyel geçmişin iyi za­manlarını yeniden yaşama arzusunun anakronik özlemi olabi­lir. Bu anlamıyla mukaddesatçı aydınların anti-Kemalizmi, mkaddesatçı zihniyetin Kemalizmi hatırlama ve karşılaştığı müş­küllerde geçmişi suçlama sanatır. Bunun güzergâhı da tarikat ağları ve onların mukaddesatçı yazınıdır(s.373-374).

 

  1. Kemalizme Rakip Bir İdeoloji Olarak

Mukaddesatçı Anti-Kemalizm

Türkiye’deki mukaddesatçılık, birtakım anti-Kemalist fiiller dı­şında, entelektüel düzeyde Kemalizmle ve devrimleriyle açıktan hesaplaşmanın imkânsızlığı karşısında daha çok tarikat ve cemaat ağlarında ve bu yapılarla iltisaklı olanların sohbet, vaaz, mektup ve yazılarında dile getirilen din temelli, yani İslâmcı mu­halefet biçimidir. Eleştirileri,

– İnkılâpların, komünizme kapı ara­ladığı ve

Bunun da farmasonluk ve masonluk eseri olduğu düşüncesiyle, Kemalizm’e ve Tek Parti dönemine saldırmanın öte­sine geçememiştir.

Anti-Kemalizmin açık hedefi Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’dür.

Ancak yasal müşküllerden korunmak için daha çok iktidar etrafında kümelendiğini düşündükleri Batıcı ve sol aydınlara, boşluk buldukları zaman da ise Atatürk’e ve onu temsil ettiğini düşündükleri heykel, büst ve resimlere vulger biçimde saldırmışlardır.

Yani anti-Kemalist mukaddesatçı ideo­loji, inkılâpları dinî, milli ve manevi değerler ve mukaddes ka­bul ettiği anlamlar üzerinden esnetme ve aşındırma girişimidir.

Tek Parti döneminden itibaren anti-Kemalist muhaliflikleriy­le etkin olan mukaddesatçılığın ayırt edici özelliği, muhaliflik anlayışlarını modernite öncesi geleneksel dinî yapılara dayan­dırmada, Kemalist ideolojiyi ilkeli biçimde eleştiride ve onu aşacak alternatif toplum önermesinde başarısızlığıdır. Kendilerine meşruluk alanı açan dini bile geleneksel olanın ötesinde epistemolojik olarak inşa edemezler. Kemalizm eleştirileri de bireysel hınç temelli dinî tahkirin ötesine geçemez. Yapabildikleri,

– Kemalizmin devlet ve toplum inşasında bir gedik açmak

– Ve oradan devlete, topluma ve insana dair mukaddesatçı ahkâm kesmek­tir.

Bu süreçte mukaddesatçı aydınlar modernliğin kurucu siyasal gelenekleri olan liberalizm ve sosyalizmin eleştirisini dahi Kemalizme düşmanlıkları üzerinden okumanın dışına çıkmaz.

Kendini daha çok tarikatlar ve geleneksel ulema üzerinden in­şa eden mukaddesatçı ideolojinin içeriği dinî motiflerle bezenli nostaljik bir tarih anlayışından ibarettir. Bu anlamıyla kendi­lerince kabul ettikleri muhayyel bir dünün bekçisi olmakla övü­nen ve geçmişle bağlarını kopardığını düşündükleri inkılâpla­rı reddetmeyi mukaddesatçılığın mütemmim cüzü (bütünü oluşturan tamamlayıcı parça) sayarlar. Ye­niye ve modern olana dair kabul ettikleri tek şey, modern dün­yanın teknik anlamda işlerine yarayan kapitalist üretim tarzıdır. Yeri geldiğinde modern dünyanın demokrasi, cumhuriyet, libe­ralizm, laiklik gibi Batı merkezli kavramlarını kendi meşruiyetle­ri için kullanmaktan ve bu kavramları da sadece kendilerine im­kân verdiği ölçüde teknik düzeyde benimsemekten çekinmeyen bir zihni inşa etmişlerdir.

Anti-Kemalist mukaddesatçılık hem bireysel hem de kolek­tif bir siyasi pratiktir. Her siyasal pratik hegemonya inşa eder­ken aynı zamanda bir kimlik de inşa eder. Anti-Kemalist söylem, sadece bir anlamlandırma meselesi değil, aynı zamanda belirli somut söylemsel etkiler yaratma mese­lesidir. Mukaddesatçı ideoloji, söylemsel tarafgirliği ve dolaşıma soktuğu din temelli retorik önyargılarla, daha çok belirli bir toplumsal yaşam biçiminin yeniden üretilmesinde iktidarla mücadele etmenin adıdır.[8]. Buna rağmen 1950’den itibaren kabaran İslâmi mukaddesatçılık, Türk sağında kendine yer bulur. Mukaddesatçılık, taban bulmak için;

* Yüzeysel biçimde Türklüğü,

* Ümmet merkezli milliyetçiliği,

* Amerikanseverliği,

* İmkânlarını kendi kullanması koşuluyla devletçiliği ve

* Laikliğe itirazından doğacak devletin buyurganlığından korumak için antikomünizmi kendine varoluş biçimi görmüş ve bunun ötesine de geçeme­miştir.

Bu anlamıyla mukaddesatçı anti-Kemalizm,

Kemalizmin ulusal bağımsızlık savaşı vererek kendini oluşturmasını bile sahip olduğu mukaddesatçı kabuller nedeniyle değersizleştiren ve modernleşmek adına uygulanan inkılâpları dinî ideolojik söylemle yeren Kemalizme rakip bir ideolojidir.(s.376-377)

 

  1. Mukaddesatçı Anti-Kemalizmin Mirası

 

Anti-Kemalist hafıza, Cumhuriyet’in kuruluşunu ve inkılâpları, mukaddesatı yıkan ve yerine köksüzlüğü getirdiğine inanan bir kitlenin ve zihniyetin oluşmasını sağlar. Bu zihniyetteki kitlenin büyük çoğunluğu kendini mukaddesatçı değerler dünyasıyla tanımlayan, gizlenmenin alternatif biçimlerini üreten tarikat ağları ve onlarla yakın ilişkide olan ve ürettiği metinlerle anti-Kemalizmlerini temellendiren bir halet-i ruhiyeye ve da­ha çok Cumhuriyet’in kurucu değerleri olan laikliği, milliyetçi­liği, saltanat ve hilafetin ilgası ve Medeni Kanun’un kabulü gi­bi köklü kültür değişimlerini reddeden ya da sorguya açan bir anlayışa sahiptir. Bu nedenle anti-Kemalist hafızanın her tekra­rının tedrisinden geçen kitleler, kendilerini daha çok mukad­desatçı değerleri savunduğunu iddia eden sağ siyasallığa yakın hissettikleri için mukaddesatçı anti-Kemalizm, Kemalizm ve Cumhuriyet karşıtı, sağ uçta bir siyasallıktır. 1960 sonrası ku­rulan mukaddesatçı partilerin kimi temsilcilerinde ve bu parti­leri destekleyen mukaddesatçı aydınların üretimlerinde bu siyasallığın izlerini görebiliriz. Bu yapılarla yoğun ülfeti olan tarikat ve cemaatlerin ürettiği dindarlık biçimlerinde de aynı izler mevcuttur.

Cumhuriyet ve Kemalizm karşıtı reaksiyoner bir kültürel aura ve tahayyül yaratan mukaddesatçı anti-Kemalizm, bünyesine kattığı birey ve gruplardan anti-Kemalist faillik beklemiştir. Bu failligin özneleri kendilerini,

“Yerli-millî”,

“Dinini diyaneti­ni bilen”,

“Mukaddesatına saldırılmış”,

“Anadolu’nun bağrı ya­nık çocukları” olarak;

Bunları, kendilerine yapanları ise,

* Suyun öte yanından gelenler”,

*Sahte kahramanlar”,

*Türklüğü karı­şık olanlar” ve

*Mukallitler” diye adlandırırlar.

Kemalizm ile Tek Parti dönemini,

“Şekavet”,

“İstibdat” ve

“Diktatörlük dönemi” olarak tanımlar.

Onlar, Atatürk’e,

* “Diktatör”,

* “Habis ruh”,

* “Put adam”,

* “Firavun” ve

* “Deccal” diyerek, din dilinin pejoratif imkânlarını zorlayarak mukaddesatçı hafızaya dahil ederler.

Bu akıl yürütme sürecinde, içinde olunan zamanı okuma ve toplumdaki sorunların çözümü konusunda tutarlı, kapsayıcı ve özdüşünümselliği olan entelektüel, siyasal ve toplumsal bir birikim oluşturulmaz. Bu nedenle Cumhuriyet ve Kemalizm karşıtı mukaddesatçı reaksiyoner aura ve tahayyülün,   modern dünyadaki hakim değişim algıları ve bu algıların sosyo-politik karşılıkları açısından hem derin ve kasvetli hemde mümbit bit reaksiyonerlik üreten çıktıları ve sızıntıları görülür.

Mukad­desatçı anti-Kemalist siyasallığın bağlılarına mirası, mo­dernliğin teknik nimetlerinden mahrum kalmadan, onu daha çok kabul edilen değerler dünyasının korunması adına duygu­sal olarak reddeden anakronik bir reaksiyonerliktir. Mukaddesatçı, toplumsal dünyada yaşanan bütün sorunların müsebbibi­nin Batı ve onun değerler dünyasını uygulayanlar olduğu biçi­minde bir akıl yürütür. Bu akıl yürütmenin doğal sonucu, toplumun bütün dertlerini yaratanın Kemalizm ve Tek Parti dö­nemi olduğu biçiminde kolayca günah keçisi bulmanın reaksiyonerliginin içselleştirilmesidir. Bundan dolayı mukaddesatçı­lar, ne Kemalizmi ne de Cumhuriyet döneminde uygulanan po­litikaları aşabilecek bir söylem üretebilir.

Aktarılan mukaddesatçı hafıza sayesinde, mirasçıları bugün iktidarda bile olsa Kemalizme ve Cumhuriyete duydukları öfke azalmıyor. Çünkü anti-Kemalizm, mukaddesatçı çevrelerde bir ikbal kapısıdır. Bu kapıdan geçen ve kendisini daha çok anti-Kemalist göstermek için çabalayanlar, sarfettiği çaba oranında bu çevrelerden tazim ve hürmet görür. Kadir Mısıroğlu, Mustafa Müftûoğlu, Haşan Hüseyin Ceylan, Yavuz Bahadıroğlu, D.Mehmet Doğan ve Mustafa Armağan gibi birçok yazar anti-Kemalizmin kendilerine açtığı ikbal yolunda yürümüşlerdir. Örneğin, Mısıroğlu ürettiği bütün metinlerle açıkça mukaddesatçı anti-Kemalist söylemin popüler taşeronluğunu yapmıştır.[9] Mısıroğlu’nun dijital dünyanın imkânlarıyla yaptığı bir sohbette “Keşke Yunan galip gelseydi. Ne hilafet yıkılırdı, ne şeriat kaldırılırdı, ne medrese lağvedilirdi, ne hocalar asılırdı, hiçbiri olmazdı. […] Bizim gâvur, elin gâvurundan daha şiddetlidir,”[10] biçiminde kendini ifşasındaki anti-Kemalizm, Mustafa Sabri’yle akrabalığını sergiler(s.378-380).

Türkiye’deki anti-Kemalizm üzerinden üretilen mukaddesatçı lügatin ve onu üretenlerin samimiyet, nass ve sonsuzla ilişkisine ve karşıtı oldukları Kemalizm’i aştıklarına ya da aşacaklarına dair ortaya koydukları siyasal bir proje, düşünsel tutarlılığı olan bir teori ve toplumsal bir faillik bulamayız. Türkiye’de yaşandığı haliyle, Meriç’in nostaljisine rağmen “yobazlıkhem dünyevi hem de uhrevi âlemde ulaşılmak istenen maişet için girilen meşakkatli yoldaki tutarsızlıkların anti-Kemalizm biçimindeki tecellisidir. Bu nedenle ele aldığımız mukaddesatçı külliyatta ve bu külliyatı üreten mukaddesatçı çevrelerin anti-Kemalizmi’nin inşasında dünyevi maişet derdi ve ikbal kaygısı göz ardı edilemez(E.M).

Bu arada anti-Kemalizm’e katkı yapan mukaddesatçı aydınların/kanaat önderlerinin bıraktığı ideolojik miras, ilerleyen yıl­larda post-Kemalizm’in de etkisiyle, toplumsal sorunların temel nedeninin Cumhuriyet sekülarizmi olduğu yönünde bir bilincin inşasına yol açar.[11]

Tek Parti döneminden sonraki bütün iktidar yapıları sürek­li olarak kendi siyasal ikballerini korumak adına dini sakınmadan siyasete dahil etmiş, dinî grupları devlet aygıtının doğal uzantısı haline getirmişlerdir. Öyle ki kimi dinî gruplar kendilerinde devleti ele geçirme kudreti bile görmüştür. Bu süreçte anti-Kemalizm, dinî grupların ve İslâmcı partilerin ve onların organik aydınlarının, devleti ele geçirme hedeflerini realize et­mek amacıyla sürekli dolaşımda tuttukları hakikat iddiası taşı­yan bir hafıza siyasetinin ve kendini meşrulaştırmanın adı ol­muştur. Mukaddesatçı hafızanın inşasındaki asıl amaç, mev­cudu değiştirmek için geçmişin yeniden tanzim edilmesidir. Dolayısıyla bu çalışma tarikatların ve İslamcı aydınların/kanaat önderlerinin Cumhuriyet ve Atatürk algılarının sosyoloji­sidir. Bu mukaddesatçı siyasal tedrisattan geçen kesimlerin desteğini almak için üretilen din temelli mağduriyet siyasetinin, yani İslâmcıları iktidara taşıyan anti-Kema­list pedagojinin etkinlik alanı görünenden daha fazla ve derindir. Bu nedenle anti-Kemalizm, sadece dini deneyimleme amacını taşıyan bir muhalefet biçimi değil, o mukaddesatçı İslâmcı bir iktidar talebidir(s.381-383).

Anti-Kemalizm, Kemalizmin sosyo-politik ve kültürel kapsayıcılığını artırma ve demokratikleştirme adına üretilen bir mu­halefet biçimi de değildir. Ele alman literatürün analizi doğrul­tusunda bir çıkarım yapılırsa; mukaddesatçı anti-Kemalizm,

Kemalizm’i aşacak bir siyaset ve muhalefet biçimi olmadığı gibi,

Ürettiği karalama, değersizleştirme ve dünyanın mevcut geekliğini es geçen bir reddiye içerdiği için, Türkiye’deki siyasal kimliklerin katılaşmasına, en az karşıtı olduğu ideolojiler ka­dar katkı yapmıştır. Bu nedenle birbirinin karşısında konumla­nan siyasal kimliklerin ve tarafların birbirleriyle konuşmaları­na engel olmuştur.

Mukaddesatçıların Tek Parti dönemi buyur­ganlığından şikâyetçi olduğu Kemalizm, zamanla bu özelliğin­den uzaklaşsa da mukaddesatçı anti-Kemalist ideolojinin ka­bulleri, dogmaları ve din temelli argümanları hâlâ aynı çevre­lerde bütün dinçliğiyle korunmaktadır. Bu nedenle sosyo-poli­tik alanın diyalojik demokratik bir atmosfere sahip olması için mukaddesatçı anti-Kemalizm’in, Cumhuriyet’le ve onun değer­leriyle barışması gerekir(s.384).

 

Kaynakça

[1] Ertuğrul MEŞE, MUKADDESATÇI ANTİ-KEMALİZM İslamcıların Atatürk ve Cumhuriyet Algılarının Sosyolojisi, İstanbul, 2023, İletişim Yayınları, s.365. [2] Theodor W. ADORNO, Negatif Diyalektik, (Çeviren: Şeyda ÖZTÜRK), İstanbul, 2016, Metis Yayınları, s.125. [3] Terry EAGLETON, İdeoloji, (Çeviren: Muttalip ÖZCAN), İstanbul, 1996, Ayrıntı Yayınları, s.54-56; s.84-90. [4] Peter L. BERGER, Thomas LUCKMANN, “Meşrulaştırım”, Meşruluğun Toplumsal Gerçekliği, (Hazırlayan: Ejder OKUMUŞ), İstanbul, 2010, İnsan Yayınları, s.42-47. [5] Max SCHELER, Hınç, (Çeviren: Abdullah YILMAZ), İstanbul, 2004, Kanat Kitap, s.21-28. [6] Theodor W. ADORNO, Sahicilik Jargonu, (Çev. Şeyda ÖZTÜRK), İs­tanbul, 2012, Metis Yayınları, s.9-11. [7] Bkz. Niyazi BERKES, Türk Düşününde Batı Sorunu, s.140-141; Metin ÇINAR, Anadoluculuk ve Tek Parti CHP’de Sağ Kanat, s.253-268; Haydar Seçkin ÇELİK, İnönü Döneminde Kemalizm: Değişim ve Süreklilik (1946-1950), Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Ens., Ankara, 2016, s.516 vd. [İnönü Döneminde Kemalizm, Kırmızı Kedi Yy, İstanbul, 2021]. [8] Terry EAGLETON, İdeoloji, s.306-307. [9] Kadir Mısıroğlu’nun Lozan Zafer mi? Hezimet mi?, Osmanoğulları’nın Dramı ve Kurtuluş Savaşı’nda Sarıklı Mücahitler vb. gibi kitaplarına bakılabilir. [10] https://www.dailymotion.com/video/x6hwkd0 Erişim tarihi: 29.03.2022 [11] Bkz. İlker AYTÜRK, “Post-post Kemalizm”, Birikim, sayı: 319, 2015, s.34-48; İlker AYTÜRK ve Berk ESEN (Der.), Post-Post-Kemalizm: Türkiye Çalışmalarında Yeni Arayışlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2022, s.382.
Exit mobile version