Yüce Allah, “Kendisini Rab, Muhammed’i (a.s) Allah’ın Elçisi, Kur’an’ı Din, Sırat-ı Müstakimi yol Edinen” kadın-erkek kişileri “Rahman’ın Kulları” olarak Kur’an’da nitelendirmektedir. Furkan suresinde geçen “Rahman’ın Kulu” ifadesine bağlantılı ayetlerden bu kişilerin, “Allah’a şirk koşmayan, Allah’tan başka varlıklara tapmayan, tevhit inancına sahip, aklıselim ve takva sahibi gerçek mümin” kimseler olduğu anlaşılmaktadır. Rahman’ın yolu, Kur’an’ın gösterdiği yoldur ki bu yolda, bulunanların nitelikleri, esasen “ben Müslümanım” diyen her kişide olması gereken karakter/kişilik özellikleridir.
Bu özellikleri içeren ayetleri önce topluca görelim.
“Ve Rahman’ın (Allah’ın) kulları öyle kimselerdir ki onlar, yeryüzünde alçakgönüllülükle yürürler ve cahil kimseler kendilerine lâf attığı zaman “Selâm!” derler.”
“Rahman’ın kulları, Rablerine teslimiyet göstererek ve kulluk görevlerini yerine getirerek gecelerler.”
“Ve Rahman (olan Allah’ın) kulları, ‘Rabbimiz! Cehennem azabını bizden sav! Doğrusu onun azabı daimî bir değişim ve yıkıma uğramaktır. Orası cidden ne kötü bir karargâh, ne kötü bir ikametgâhtır!’ derler.”
“Ve Rahman’ın kulları, harcadıklarında savurganlık etmezler, sıkılık da etmezler ve bu ikisi arasında bir denge olmuştur.”
“Ve işte Rahman’ın kulları, Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah’ın haram ettiği canı öldürmezler. –Ancak hak ile öldürürler.– Zina da etmezler. –Ve kim bunları yaparsa, günahla karşılaşır. Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada, alçaltılarak sürekli olarak kalır. Ancak tövbe eden, iman eden ve salihi işleyenler bunun dışındadır. İşte Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Ve her kim tövbe eder ve salihi işlerse, kesinlikle o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.–”
“Ve Rahman’ın kulları, yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygın bir şekilde geçerler.”
“Ve Rahman’ın kulları, kendilerine Rablerinin alâmetleri /göstergeleri hatırlatıldığında ise, onlar üzerine sağırca ve körce davranmazlar.”
“Ve Rahman’ın kulları, ‘Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve bizden sonraki kuşaklarımızdan göz aydınlığı olacak kimseler bağışla. Ve bizi Allah’ın koruması altına girmiş kişilere önder kıl!’ derler.”(Furkân/63-74)
Önceki ayetlerde Allah’ın sonsuz cömertliğinden yararlanmaları için kullara açık çağrılar yapılmış ve sunulan bu olanaklara sırt çevirenlerin varlığından söz edilmişti. Furkân/63–74’de ise, bu davete uyarak Rahman’a kul olanların sahip oldukları nitelikler belirtilmekte, böylece herkesin örnek alması gereken “ideal insan tipi” tanımlanmaktadır.
- “Rahman’ın Kulları yeryüzünde vakarla yürürler.”
Yeryüzünde yürürken böbürlenerek değil, tevazu ile yürürler. Rahman’ın kullarının yürüyüşleri onların; yumuşak huylu, güzel ahlâklı, doğru düşünceli olduklarını belli edecek şekilde, tevazu /alçak gönüllülükle olmalıdır. Büyüklenerek yürümek ise zalimlere has bir davranıştır.[1]
“Ve yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Şüphesiz ki sen asla yeri yaramazsın ve boyca dağlara erişemezsin.”(İsrâ/37)
“Ve insanlara avurdunu şişirme, suratını asma ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Şüphesiz ki Allah, bütün övünen ve kuruntu edenleri sevmez.”(Lokmân/18)
Firavun bozuntularının yürüyüşleri ise Kıyamet suresinde belirtilmiştir:
“Fakat o, ne onayladı, ne destekledi. Fakat o, yalanladı ve geri durdu. Sonra da gerine gerine yakınlarına gitti.”(Kıyâmet/31–33)
Rahman’ın kullarının yürüyüşünde vakar ve tevazu vardır; kibir ve pısırıklık yoktur. Bunun anlamı, onların yürüyüşünde ifrat (kibir) ve tefrit (pısırıklık) yoktur, ancak “denge” vardır. Bu ayette Yüce Allah, Rahman’ın kullarında bulunan tevhit inancının, insanın yürüyüşünü etkileyip oradaki ifrat (kibir) ve tefriti (pısırıklığı) ortadan kaldırıp vakar ve tevazuyu getireceğine işaret etmektedir.[2]
- “Cahil kimseler kendilerine laf attıklarında onlara uymaz, sadece “selâm!” deyip geçerler.”
Ayette “cahiller” olarak nitelenenler, okuma yazma bilmeyen ve öğretim görmemişler değil, kaba ve küstah kişilerdir. Rahman’ın kulları, kendilerine kaba ve küstahça davranan cahillerle karşılaştıklarında onlara esenlik dileyip yollarına devam ederler ve bu kişilere karşı ne kin beslerler, ne de hınç duyarlar.
Cehalet Nedir? Türkçede “bilgisizlik” anlamında kullanılan bu sözcüğün Arapçası “cehl, cehalet”tir.[3] Kur’an’da türevleri ile birlikte 24 kez geçer.
Kur’an’daki kavramlar konusunda büyük bir otorite kabul edilen Ragıb el-İsfehânî, “cehl” sözcüğüne, Kur’an’a dayanarak üç anlam vermiştir:
Birinci anlam: Nefsin, bilgiden boş olmasıdır.
İkinci anlam: Gerçeğin dışında bir şeye inanmaktır.
Üçüncü anlam: Bir konuda yapılması gerekenin veya hakkın tersini yapmaktır.[4]
Bu anlamlara göre, İslâm’ın kastettiği cahillik/bilmezlik, kişinin okuryazar olmaması veya fizik, kimya, tarih, coğrafya gibi konularda bilgili olmaması değil; kişinin, gerçeğin dışında bir şeye inanması, hakkın aksini yapmasıdır. Nitekim Kur’an, kendinden önceki dönemin inanç ve davranışlarına (atalar dinine) saplanıp kalmaya “cehalet” demiş, Peygamberimiz (a.s) de cehaletten kurtarmak için insanlara fizik, kimya ve benzeri şeyleri değil; gerçeği, gerçeğe inanmayı ve gerçeği yaşamayı öğretmiştir.[5]
Kur’an’da cehaleti tanıtan birçok ayet vardır.[6]
Kur’an’ın kendisinden önceki dönemin inanç ve davranışlarını cehalet olarak nitelemesinin istisnası, o dönemdeki toplumlarda yaşamış olup da gerçeği görmüş ve sadece Allah’a kul olmuş kimselerdir. Bu kimseler Kur’an’da övgüyle anılmışlardır:
“Sözden (vahiyden/Kur’an’dan) önce kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler; onlar, Söz’e (vahye/Kur’an’a) de inanırlar.”
“Ve onlara o Söz (vahy/Kur’an) okunduğu zaman onlar, “Biz, ona inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden gelen gerçektir. Kesinlikle biz, ondan önce Müslüman olanlardık” dediler.”
“İşte onlar; sabrettikleri için onların ödülleri iki kere verilecektir. Ve onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden harcamada bulunurlar.”
“Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve “Bizim işlerimiz yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm olsun! Biz cahilleri aramıyoruz” derler.”(Kasas/52–55)
“Hepsi bir değildirler. Kitap Ehli içinde doğruluk üzere bulunan bir önderli topluluk vardır ki onlar, gecenin saatlerinde boyun eğip teslimiyet göstererek Allah’ın ayetlerini okurlar. Allah’a ve ahret gününe inanırlar, herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emrederler, herkesçe kötülüğü kabul edilen şeylerden vazgeçirmeye çalışırlar, hayırlarda da birbirleriyle yarışırlar. Ve işte onlar, iyi insanlardandırlar.”(Âl-i İmran/113-114)
“Şüphesiz ki Kitap Ehlinden, Allah’a inananlar, size indirilene ve kendilerine indirilene –Allah’a samimiyetle saygı duyanlar olarak– inananlar da vardır. Onlar, Allah’ın ayetlerini az bir değere değişmezler. İşte onlar, ücretleri Rableri katında olanlardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.”(Âl-i İmran/199)
“Fakat bu Yahudileşenlerden bilgide derinleşmiş olanlar ve iman edenler, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Onlar, salâtı ikame eden (mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan), vergiyi veren, Allah’a ve ahret gününe iman edenlerdir. İşte onlar, Bizim büyük bir ödül vereceklerimizdir.”(Nisa/162)[7]
Görüldüğü üzere cahil kişiler “kâfirler, müşrikler, inkârcılar, münafıklar, kötü niyetli dar kafalı kimseler” anlamına gelmektedir. “laf atmaktan” kasıt, alaya almak, hakaret ederek sataşmak, inançları hakkında ileri-geri konuşmak demektir. Onların bu sözle saldırılarına karşılık Rahman’ın kulları, “selam” deyip geçmektedirler.
Buradaki “selam” sözcüğü, “barış ve güven” demektir. Dar kafalı/cahil kişiler, Rahman’ın kulları ile alay ederken, mümin kavgadan yana olmadığını, onun amacının barış olduğunu “selam” sözcüğüyle ortaya koyar.
- “Rablerine secdeler ve kıyamlar ederek gecelerler.”
Bu ifade ile Rahman’ın kullarının şımarmadığına dikkat çekilmektedir. Allah’ın kendilerine “veli” olduğunu bildirmesine ve cehennem ateşinin onlara dokunmayacağını vaat etmesine rağmen, bu kimselerin kulluktan şaşmadıkları ve Rablerine bağlılıklarını daima sürdürdükleri böylece bildirilmektedir.
“Onların yanları, yan gelip yattıkları yerlerden uzaklaşır; onlar keyfetmezler, onlar korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan bağışlarlar.”(Secde/16)
“Şüphesiz Allah’ın koruması altına girmiş kişiler, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri almış olarak bahçelerde ve pınarlardadırlar. Şüphesiz onlar, bundan önce iyilik-güzellik üretenler idiler. Onlar geceleyin pek az uyurlardı. Onlar, seherlerde bağışlanma dilerlerdi ve onların mallarında isteyen ve isteyemeyen için bir hak vardı.”(Zâriyât/17-19)
“Ya da gece saatlerinde kalkan, boyun eğip teslimiyet göstererek, dikelerek, ahretten çekinerek daima saygıda duran ve Rabbinin rahmetini uman o kimse, öyle yapmayan gibi midir? De ki: “Hiç bilen kimseler ve bilmeyen kimseler eşit olur mu?” Kesinlikle sadece temiz akıl sahibi olanlar öğüt alırlar/gereği gibi düşünürler.”(Zümer/9)
“De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Allah’ın koruması altına girmiş; “Rabbimiz! Şüphesiz biz inandık, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi Ateş’in azabından koru!” diyen, sabreden; direnç gösteren, doğru olan, sürekli saygıda duran, Allah yolunda harcamada bulunan ve seherlerde bağışlanma dileyen kişiler için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’tan hoşnutluk vardır. Ve Allah, kulları en iyi görendir.”(Âl-i İmran/15-17)
- “Cehennem korkusu için dua ederler.”
Cehennemden korkma ve cehennem azabından korunmakla ilgili Kur’an’da yüzlerce ayet mevcut olup, Rahman’ın kulları bu ayetlere uygun davranırlar. Ayette geçen “cehennem azabı” “ğarâma” diye nitelendirilmektedir.
Ğarâm, “helâk, hüsran, peşi bırakmayan, yapışan, daimi olan, insanın yakasını bırakmayan” anlamına gelmektedir. Alacaklı kişi, borçlu olana daima bağlı olduğu için “el-ğarîm” sıfatını alıştır.[8] Demek ki “ğarâm”, en ağır azabın adı olmaktadır.
- “Harcamaları dengelidir”
Rahman’ın kulları, harcamada bulunurken dengeli hareket ederler. Ne gerekli harcamalarının sınırını aşarak israfta bulunurlar, ne de para biriktirip yığmak için cimrilik ederler. Onlar yalnızca tutumludurlar.
“Yakınlık sahibine; yurtlarından çıkarılan fakirlere, yoksula ve yolda kalmışa da hakkını ver. Ve yersiz /kötülüğe harcama yapma. –Şüphesiz yersiz /kötülüğe harcama yapanlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.–”(İsrâ/26-27)
Rahman’ın kullarının harcaması da farklıdır; aşırılıktan ve cimrilikten uzak, ikisi arasında ortada olan, dengeyi bulan niteliktedir.
- “Allah’ın ayetlerine karşı çok duyarlı davranırlar.”
Rahman’ın kulları, kendilerine uyarı için Allah’ın ayetleri okunduğunda ona karşı kör ve sağırlar gibi davranmazlar. Ayetlerin mesajlarına kulaklarını kapamazlar ve bakıp görmeleri istenen ayetleri görmezden gelmezler.
“Hiç şüphesiz müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen,
O’nun ayetleri kendilerine okunduğu zaman, iman açısından güç kazanan ve yalnızca Rablerine sonucu havale eden,
Salâtı ikame eden (malî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan)
Ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir. Onlara Rableri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır.”(Enfâl/2-4)
- “Rablerinden iyi eş ve hayırlı evlat dileğinde bulunurlar.”
Furkan/65’de Rahman’ın kullarının kendi kurtuluşları;
Furkan/74’de de eşleri ve çocukları için dua edişleri bildirilmektedir.
Görülüyor ki, gerçek müminler bencil değildirler; aynı zamanda çevrelerindeki insanların kurtulmaları ve saygın kişiler olmaları için de Allah’a dua etmektedirler.
- “Allah’tan kendilerinin muttakilere önder yapılmasını dilerler.”
Ayetteki bu ifadede çok ince bir nokta vardır. Rahman’ın kulları, toplumlara yöneticilik veya siyasal liderlik için değil, muttakilere önderlik etmek için dua etmektedirler. Bunun anlamı, “Takva, dindarlık ve salihatı işlemede üst olalım, yani muttakilere rehberlik edelim ki dünyada fazilet ve takvanın yayılmasında öncüler olalım” demektir.[12]
Tüm bu özelliklerin Rahman’ın Kullarında bulunduğunu ayetlerden öğrenmiş bulunuyoruz. Bu özelliklerle dünya yaşamını geçirenler ahrette ne ile ödüllendirileceklerdir?
“İşte Rahman’ın kulları, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamlarında, orada sonsuz olarak kalıcı kimseler olarak ödüllendirilecekler, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır. –Orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir ikametgâhtır!–” (Furkân/75-76)
Furkân/63–74. ayetlerinde üstün nitelikleri sayılıp dökülen Rahman’ın kullarının ahretteki konumları da bu son iki ayette açıklanmaktadır. Bu kişilerin sonları Kur’an’da daha birçok ayette farklı anlatımlarla dile getirilmiştir.
RAHMAN’IN KULLARI NELERİ YAPMAZLAR
- “Allah’tan başkasına tapmazlar”
Rahman’ın kulları Kur’an’ın tevhit ve şirk ile ilgili yüzlerce ayetine uygun davranırlar.
“Allah ile birlikte bir başka tanrıya yalvarmamak, tapınmamak ve kulluk etmemek şirk koşmamak” demektir. Rahman’ın kulları tevhit ehli olup, şirkten her zaman uzaktırlar. Zaten kişi, ya tevhit inancındadır ya da müşriktir. Birine bağlı olan diğerinden tamamen uzaktır. Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur. Müslüman olduğunu söyleyen bazı kişiler, Allah ile birlikte başka tanrılara da yalvarmakta, onlara tapınmaktadırlar. Türbelere gidip yalvarmaları, şeyhleri, azizleri, gavsları, ölüleri, ölmüş büyük insanları aracı koşup Allah’tan bir şey istemeleri onların şirk koşmaları anlamına gelir.
- “Haksız yere cana kıymazlar”
Rahman’ın kulları “haksız yere” Allah’ın haram kıldığı bir cana kıymaz. Biz, buna “yaşam hakkına dokunmamak” diyebiliriz. Yüzyıllar önce Kur’an, canlıların yaşam hakkı olduğunu ve bu hakkın dokunulmazlığını gündeme getirmektedir. Ayetin bu bölümünde geçen “en-nefs” sözcüğü “can taşıyan her canlıyı” kapsamaktadır. Yeşil, hayvan ve insan buradaki nefs kavramının kapsamına girmektedir. “Haksız yere” bir ağaca, ormanın bir canlısına, haksız yere bir hayvana ve yine haksız yere bir insana kıyılmaz, onun yaşam hakkına dokunulamaz.[9] Kur’an’da “bir cana kıymanın tüm insanlığı öldürme”ye, “bir canı kurtarmanın bütün insanlığı kurtarma”ya denk olduğu temel ilke olarak korunmuş ve böylece hayat hakkının ne denli önemli olduğu belirlenmiştir (Mâide/32)
Furkan/68. ayette “haksız yere” ifadesiyle kısas ve savaşta öldürmeler istisna edilmiştir. Kısas ile ve savaş şartlarında cana kıymak Allah’ın emirlerinden olup birer kulluk görevidir.
- “Zina etmezler.”
Rahman’ın kullarının yapmayacakları şeylerden biri de zina fiilidir. Yüzlerce sosyal felâketin nedeni olan bu kötü fiil, ayrıntılı olarak İsra suresinde de geçmektedir. Kur’an, Müslüman/mümin kişinin cinsel ahlakının sağlam olmasının gereğine işaret etmektedir. Ayette;
– Şirkin yasaklanması, inanç yönünü,
– İnsan öldürmemek, insana saygıyı,
– Zina yapmamak da cinsel ahlakı düzenlemektedir.[10]
Bu üç eylemi veya onlardan birini yapanın durumu ne olur?
“Kim bunu yaparsa cezasını bulur.”
Ayetin bu bölümünde geçen esâm sözcüğü, “vebal, ceza, günah, manevi ağırlık” demektir. Bu kötü fiilleri işleyen kesinlikle işlediğinin günahı ile karşılaşacak ve cezasını bulacaktır.
- “Yalan şahitliği etmezler.”
Günlük yaşamlarında ve mahkemede gerçek dışı bir beyanda bulunmadıkları gibi, yalanı doğru çıkaracak şekilde bir davranışa da yeltenmezler. Yani, yalana, sahtekârlığa, kötülüğe seyirci kalmazlar.
- “İftira, yalan ve boş sözlerin konuşulduğu yerlerde durmazlar.”
Arapçada “lağv” sözcüğü, kişinin amacına ulaşmasında yararı olmayan her türlü boş ve anlamsız şeyleri içine alır ve bu meyanda yalanı, gıybeti, çekişmeyi, çekiştirmeyi, iğrenç şarkıları, müstehcen fıkraları ve benzeri şeyleri de kapsar.[11] İşte, Rahman’ın kulları “lağv”a rastladıklarında onlara iltifat etmezler ve kendilerine herhangi bir pislik bulaşacakmışçasına oradan uzaklaşırlar.
Basit dünya hayatında hiç bulaşmadıkları “lağv”, cennette ise Rahman’ın kullarının karşısına hiç çıkmayacaktır:
“Orada, kendisinde boş söz, saçmalama ve günaha sokma olmayan bir kadehi kapışırlar.”(Tûr/23)
“Orada boş söz, saçmalama ve günaha sokan şeyleri işitmezler.”(Vâkıa’/25)
“Kişiler de var ki, o gün nimetler içindedirler, çalışmaları için hoşnutturlar, yüksek bir cennettedirler, orada boş bir söz işitmezler. Orada akan bir kaynak vardır; orada yükseltilmiş divanlar, konulmuş kadehler, dizilmiş yastıklar, yayılmış halılar vardır.”(Ğâşiye/8-16)
***
Kadın erkek her kişide doğuştan varolan takvâ ve fücûr yönünde birbirine karşıt iki tür beyinsel yeteneğe göre, iki tür insan davranışı ve yaşam biçimi, birbirine zıt iki yol ve iki karakter ve iki düşünce biçimi vardır.
– Fücûra olan yetenek aktif/işlevsel ise, kişi şirke, şerre ve şeytanlığına, dolayısıyla ŞEYTANİ AKLA VE İNSAN ŞEYTANLIĞINA ULAŞIYOR. Bunlar şeytanı tanrı, şerri şeriat ve yaşam biçimi ediniyorlar. Kur’an, bunların yolunu Sebilü’l-Ğayy /azgınlık yolu olarak nitelendiriyor.
Bu yol da bir şeriat şekli, yani şeytani bir yoldur.
– Diğeri takvaya olan yetenektir. İşletilirse kişide AKLISELİM OLUŞUR. AKLISELİM, RAHMANİ AKILDIR. Bu aklıselimle yaşamını sürdüren kadın ve erkekler, ALLAH’I RAB, KUR’AN’I DİN EDİNİR. KUR’AN, bu yolu Sıratı Müstakim olarak tanımlıyor. Sıratı Müstakim Rahmani yoldur, kaynağı/dayanağı/özü Kur’an’dır.
Bu ikisinin arası yoktur, olamaz da…
* Kişi, ya rahmanidir/aklıselim egemendir;
* Ya da şeytanidir/iblis egemendir.
İşin özeti budur.
Son söz: İblis egemen, sivrisinek gibidir.
Aklıselim egemen kişi, balarısı gibidir.
Sivrisinek asla bal yapmaz; Balarısı asla kan emmez.
Kaynakça
[1] Hakkı YILMAZ, Tebyînü’l-Kur’an /İşte Kur’an, 2015, cilt:2, s.656-657. [2] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, cilt:13, s.540. [3] İbn MANZUR, Lisânü’l-Arab, cilt:2, s.246, “C-h-l” md. [4] Râgıb el-ISFAHÂNÎ, el-Müfredât, “C-h-l” md. [5] H.YILMAZ, a.g.e., c.2, s.658. [6] Bkz. A’RÂF/138, 199; HÛD/29, 46; NEML/55; AHKÂF/23; EN’ÂM/35, 54, 111; BAKARA/67, 273; YÛSUF/33, 89; ZÜMER/64; KASAS/55; AHZAB/33, 72; NİSÂ/17; NAHL/119; HUCURÂT/6; ÂL-İ İMRAN/154; MÂİDE/50; FETİH/26. [7] Ayrıca bkz. A’RÂF/159; MÂİDE/82–84; EN’ÂM/114; RA’D/36; İSRÂ/107–109; AHKÂF/10; ANKEBÛT/47; BAKARA/121. [8] B.BAYRAKLI, a.g.e., cilt:13, s.542. [9] ve [10] B.BAYRAKLI, a.g.e., cilt:13, s.545-546. [11] R.el-ISFAHÂNÎ, el-Müfredât, “L-ğ-v” md. [12] H.YILMAZ, a.g.e., cilt:2, s.662.