Bu yıl 101. yıldönümünü idrak etmekte olduğumuz ve milletçe büyük bir coşkuyla kutlayacağımız “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” hepimiz için kutlu olsun. “Tam Bağımsızlık Ve Milli Egemenlik” Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin Ulusal Temel İlkelerindendir.
Atatürk ilkeleri, Millî Mücadele’nin başından itibaren Türk Devrimi’nin temelini oluşturmuş, bu devrimin uygulamalarına yön vermiştir.
Tam bağımsızlık, millî egemenlik, akılcılık, bilimcilik, gerçekçilik, çağdaşlık, barışçılık ve ahlakçılık “Atatürkçü Düşünce Sistemi”nin en temel, vazgeçilmez, olmazsa olmaz ilkeleridir. Bu ilkeler, gerek anlamları, gerekse amaçları yönünden birbiri ile çok yakından ilişkili, birbirini tamamlayan ilkelerdir. Hepsinin amacı,
* Türk milletini, ulus egemenliğinde tam bağımsız,
* Yurtta ve dünyada barışı hedefleyen,
* Parlamenter demokrasi içinde,
* Sosyal adaletçi hukuk devleti düzeninde,
* En kısa zamanda çağdaş uygarlık düzeyine eriştirmeye yöneliktir.
Atatürk ilkeleri, tümüyle akılcı, bilimci ve gerçekçi bir temele oturmuşlardır; çünkü Türk milletinin özellikleri, bugünkü ve yarınki gereksinimleri göz önüne alınarak çağdaş yaşamın gereklerine uygun olarak belirlenmişlerdir. [1]
I-) ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ’nin Temel İlkelerinden
TAM BAĞIMSIZLIK
“Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir.” ATATÜRK
Bağımsızlık, en önde gelen Atatürk ilkesidir. Millî Mücadele adını verdiğimiz büyük olay, her şeyden önce bu ilkenin gerçekleşmesi için yapılmış, sonunda başarıya ulaşmıştır. Çünkü esas olan, bağımsızlığına kastedilen Türk milletinin saygın ve şerefli bir millet olarak yaşaması idi. Bu esas ancak milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla sağlanabilirdi. Bu nedenle Millî Mücadele’nin parolası, “YA BAĞIMSIZLIK YA ÖLÜM!” olmuştu.
Atatürk’ün anlatımı ile tam bağımsızlık,
“Siyasî, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bunların herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğunu ifade eder.”[2]
Bağımsız devletlerdir ki memleketlerinin iç ve dış siyasetlerini, yabancıların karışmasına imkân vermeksizin çizebilir ve yürütebilirler; dışa bağımlı devletlerin böyle bir serbestlik söz konusu olamaz.
Atatürk, Türk Bağımsızlık Mücadelesi’nde, bu ilkenin önemini şu sözleriyle belirtmiştir:
“Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu, bütün anlamıyla koruyabilmek, gerekirse son bireyin son damla kanını akıtarak insanlık tarihini şanlı örnek ile süslemek! İşte bağımsızlık ile özgürlüğün gerçek niteliğini, geniş anlamını, yüksek değerini vicdanında kavramış milletler için temel ve ölmez ilke…”[3[
Atatürk’ün bu sözlerinin büyük değeri vardı; çünkü
“Bağımsızlıktan yoksun bir millet, ne kadar zengin ve refaha kavuşturulmuş olursa olsun, uygar insanlık karşısında uşak olmak durumundan yüksek bir muameleye lâyık olamazdı. Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden yoksunluğu, beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildi. Gerçekten bu aşağı dereceye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı getirmelerine asla ihtimal verilemezdi.”[4]
İşte Millî Mücadele adını verdiğimiz kutsal savaşın, Türk milletini bağımsızlıktan yoksun bırakmak isteyenlere karşı bu düşüncelerin ışığında yapılmış, sonunda tam bağımsız bir Türk Devleti kurulmasıyla başarıya erişmişti.
Millî sınırlarımız içinde, millet egemenliğine dayalı, bağımsız bir devlet olarak varlığımızı sürdürmek, bu temel kural uğrunda her türlü özveriyi, her an yapmaya hazır olmak, Atatürkçülüğün özünü ve amacını oluşturmaktır. Bu amacı gerçekleştirmek için, şüphe yok ki her şeyden önce kuvvetli olmak, kendi kuvvetimize dayanmak gerekmektedir.[5]
Atatürk’ün ölümsüz: “Özgürlük ve Bağımsızlık benim karakterimdir” söylemine göre, Atatürk devriminde devletin vazgeçilmez ilk ana unsuru “Tam Bağımsızlık”tır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk ulusunun kendi adına ve Cumhuriyet olarak kurmuş olduğu ilk devlettir.
Daha önceki Türk devletleri bir hanedan devletiydi.
Bu yönüyledir ki, Türkiye Cumhuriyeti büyük millî egemenlik teorisinin, Türkiye’deki gerçekleşmesidir. Atatürk, bunu Türk halkıyla birlikte başarmıştır.
Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurarken onu asla vazgeçilmez iki ana temel üzerinde yükseltmiştir:
* Tam Bağımsızlık ve
* Millî Egemenlik.
O’nun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde izlediği devlet politikası ise millî egemenliğe dayanarak bağımsız yaşamaktır.
Atatürk, bunu şöyle ifade etmiştir:
“Öyle bir dönemdi ki o, düşmanlarımız
* Yalnız Osmanlı Devleti’ni yıkmak istemiyorlardı,
* Aynı zamanda, devletin asli unsuru olan Türk Milletini de yok etmek istiyorlardı.
Milletimiz elbette buna izin vermedi, yeni bir iman ve kesin bir ulusal azimle ayağa kalkarak, benim önderliğimde yeni bir devlet kurdu. Devletin dayandığı ana esaslar tam bağımsızlık ve kayıtsız koşulsuz millî egemenliktir.”[6]
O’nun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde izlenen devlet politikası ise millî egemenliğe dayanarak bağımsız yaşamaktır.[7]
Atatürk’ün gerçekleştirdiği Türk Devrimi bir çağdaşlaşma programı ve ezilen ulusların tümüne örnek oluşturan bir kalkınma yönetimidir. Temelinde bulunan altı temel ilkenin (Milliyetçilik, Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik ve Devrimcilik) tümüne tek tek ya da bütün halinde yön veren, tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik anlayışı vardır.
– Bilindiği üzere, Nutuk’un okunduğu Cumhuriyet Halk Fırkası İkinci Büyük Kongresi (1927), bir tüzük değişikliği yaparak; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık olarak tanımlanan üç anlayışı, partinin temel ilkeleri haline getirmişti.
– 1931 Kongre’sinde bunlara; Laiklik, Devletçilik ve Devrimcilik de eklenmiş olan bu altı ilke,
– 1937’de Anayasa maddesi haline getirilerek yalnızca partinin değil, devletin temel ilkeleri oldu.
1923-1938 arasında gerçekleştirilen devrim atılımlarının tümü, bu altı ilke içinde ifadesini bulur; hiçbir girişim dışarıda kalmaz. Örneğin;
– Saltanat ve Hilafetin kaldırılması Cumhuriyetçilik ile
– Dil-tarih yenileşmesi Milliyetçilik ile
– Tarım ve sağlık atılımları Halkçılık ile
– Eğitim birliği, tekke ve zaviyelerin kapatılması Laiklik ile
– Kamulaştırmalar ve ekonomik uygulamalar Devletçilik ile
– Hukuk ve yenilikçi girişimler Devrimcilik ile ilişkilidir.[8]
- Atatürk’e Göre Tam Bağımsızlık Nedir?
Tanımı ve Kapsamı
Bu konuda Prof.Dr. Enver Ziya Karal’ın değerlendirmesi önemlidir.[9] Ona göre: “Atatürk’ün düşüncesi bir tek ana ya da kaynak düşünceden çıkmıştır. Bu ana düşünceyle bağlantıları sağlanamadığı sürece açıklanmaları ve anlaşılmaları güçleşmekte ve güçleştirilmektedir.”
“Atatürk’ün düşüncelerinin bütün kaynağı ‘bağımsızlık’ düşüncesidir.”
“Atatürk, 1921’de bir gazeteye verdiği demecinde; ‘bağımsızlık benim karakterimdir’ dedikten sonra, bu düşüncenin ‘ata kalıtı’ olduğunu, bu düşünceye Türk ulusunun bağlı bulunduğunu söyler ve ‘Bu nedenle bence ulusal bağımsızlık bir yaşama sorunudur’ der. Bundan ötürü ve hemen belirtilmesi gereken nokta, “bağımsızlık” sözcüğüne Atatürk’ün verdiği anlamdır. Dar anlamıyla “bağımsızlık” sözcüğünde yalnız ulusal bir topluluğun siyasal özgürlüğü akla gelir. Atatürk’e göre “bağımsızlık” özgürlüğü de kapsayan çok geniş anlamlı bir kavramdır ve özü şudur:”
“(…) Tam bağımsızlık denildiği zaman siyasette, maliyede, ekonomide, adalette, askerlikte, kültürde ve bu gibi konularda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk ulus ve ülkenin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir.”[10]
Enver Ziya Karal şöyle devam ediyor:
“Bu tanıma göre, Türk Bağımsızlık Savaşı, yalnız yurt topraklarını saldırgan düşman ordularından kurtarmak anlamına gelmez. Bu anlamı, yukarıda değinilen (siyaset, maliye, ekonomi, adalet, askerlik) yönlerinde ve en çok kültür konusunda yabancı ve saldırgan etkilerin de Türk toplum yaşamından atılması anlamını taşır. Bu nedenledir ki, Türk Devrimi’ni, Kurtuluş Savaşı içinde görmek gerekir.”[11]
Atatürk’ün düşünce ve eyleminde “bağımsızlık” kavramının belirleyici olması, O’nu, Türk yenileşmecilerinden ayıran en önemli özelliği ve farkıdır.
- Atatürk’ün Uyguladığı Bağımsızlık İlkesinin İki Yönü
Mustafa Kemal Atatürk’ün bağımsızlık düşünce ve eyleminin pratikte iki yönü vardı:
* Bir yönü “kapitalist emperyalizme” karşıydı.
* İkinci yönü de “Sovyetlere karşı bağımsızlık” idi.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında silah ve para yardımında bulunan Sovyetlere karşı da bağımsızlığı temel amaç edinmiştir. Sovyetlerin bu yolla devlet üzerine “siyasal ipotek” koymasını ortaya koyduğu kesin tavırla Atatürk engellemiştir.
“Milletçe kesin olarak savunulması gereken haklar da özellikle iki noktada önem kazanmıştı:
– Birincisi devlet ve milletin bağımsızlığı…
– İkincisi, vatanın asli bileşiminde çoğunluğun, azınlıklara feda edilmemesidir” demiştir ayrıca Atatürk..
Milletlerin Yargı Hakkı, Bağımsızlığın Birinci Koşuludur
“Bir devlet için bağımsızlığını yitirmek, çökmesinden daha kötüdür. Büyük sorun ise malî sorundur. Bu noktada adlî bağımsızlığın önemini de ayrıca vurgulamak isterim. Adalet dağıtımı görevi her bağımsız devletin vazgeçilmez bir hakkıdır, ona kimse karışamaz. Milletlerin yargı hakkı bağımsızlığın birinci koşuludur. Adalet kuvveti bağımsız olmayan bir milletin, devlet olarak varlığından söz edilemez. (Ayrıca şunu da vurgularım ki) Ulusal bağımsızlık millî kültürle eştir.”[12]
- Atatürk’ün Belirlediği Milli Ülkü, Milletimizi Tam Bağımsız Olarak Ebediyete Kadar Yaşatmaktır
Atatürk, bizim milletçe uymamız gereken millî ülkümüzün ne olduğunu ise şöyle belirlemiştir:
“Nedir o ülkü? Millî ülkü milletimizi yaşatmaktır, ancak tam bağımsız olarak yaşatmaktır! Tam bağımsızlık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, üzerinde yükseldiği temellerden biridir.”
Tam Bağımsızlık İlkesi Ataöğreti’nin varoluş ilkelerindendir. Milletimizin dışa karşı tüm kararlarını serbestçe kendisinin alması demektir. Milletin varlığı, korunması ve geleceği Millî Egemenlik İlkesi ile birlikte Tam Bağımsızlık İlkesi’ne bağlıdır. Bu ilkelerin, dolayısıyla Tam Bağımsızlık İlkesi’nin gerekleri ne derecede yerine getirilirse, devlet ve millet varlığının dokunulmazlığı, devamlılığı ve gelişmesi de o ölçüde garanti altına alınmış olur.[13]
Atatürk’e Göre Milletimiz Ve Tam Bağımsızlık
“Esas, Türk milletinin saygın ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas, ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve refaha kavuşturulmuş olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir millet, uygar insanlık karşısında uşak olmak durumundan yüksek bir davranışa lâyık olamaz. Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden yoksunluğu, beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağı dereceye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.”
“Hâlbuki Türk’ün saygınlığı ve onuru ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet, tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Bu nedenle, ya bağımsızlık, ya ölüm!”[14]
- Bağımsızlığın Önemi
“Bağımsızlık ve özgürlüklerini her ne pahasına ve her ne karşılığında olursa olsun zedeleme ve kısıtlamaya asla hoşgörülü davranmamak; bağımsızlık ve özgürlüklerini bütün anlamıyla koruyabilmek ve bunun için gerekirse, son bireyinin son damla kanını akıtarak insanlık tarihini şanlı örnek ile süslemek; işte, bağımsızlık ve özgürlüğün gerçek niteliğini, geniş anlamını, yüksek değerini, vicdanında kavramış milletler için temel ve ölmez ilke! Ancak bu ilke uğrunda her türlü özveriyi, her an yapmaya hazır milletlerdir ki, devamlı olarak insanlığın değer verilişine ve saygısına lâyık bir topluluk olarak düşünülebilir.”[15]
Eğer bir millet; kararlarını doğrudan veya kendi kurumları aracılığıyla serbestçe kendisi alıyor ve uyguluyorsa, o millet bağımsızdır demektir. Eğer kararlarında hiçbir alan sınırlaması yoksa ve bu husus vurgulanmak isteniyorsa, o zaman “tam bağımsızlık” denir. Tam bağımsızlık, yani “istiklâli tam” bir milletin varlığını sürdürmesinin temel koşullarındandır. Yalnız varlığını sürdürmesi değil, kendisini gerçekleştirmesi, yani sahip olduğu nitelik ve yetenekleri sonuna kadar geliştirmesi, kullanıp değerlendirmesi, o milletin tam bağımsız olmasına bağlıdır.
İşte bu anlamda Türk milletinin özgürlük ve bağımsızlık tutkusunu tarihsel gelişimi içinde Atatürk şöyle özetlemektedir:
“Türkiye halkı, yüzyıllardan beri özgür ve bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı yaşama gereği saymış bir milletin kahraman evlâtlarıdır. Bu millet, bağımsızlıktan uzak yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır! Türk milleti bütün uygar milletler gibi içerde ve dışarıda tam anlamıyla özgür olacaktır, bağımsız olacaktır. Amerika, Avrupa ve tüm uygarlık dünyası bilmelidir ki, Türkiye halkı her uygar ve yetenekli millet gibi kayıtsız ve koşulsuz özgür ve bağımsız yaşamaya kesin karar vermiştir. Bu meşru kararı ihlâle yönelik her kuvvet Türkiye’nin ebedi düşmanı kalır. Bu hususta insanlık ve uygarlık dünyasının temiz vicdanı kesinlikle Türkiye ile beraberdir.”[16]
- Atatürk’ün Özgürlük ve Bağımsızlık Konusunda Türk Milletine Vasiyeti Veya Verdiği Görev
Kurtuluş Savaşı’yla kan ve gözyaşı karşılığında kazanılmış olan bağımsızlığımız bir varoluş konusudur. Bu nedenle Atatürk’ün, bu konudaki görevlendirmesi şöyledir:
“Bağımsızlık ve özgürlüğü en doğal ihtiyaç olarak görün. Çok yüksektir bağımsızlık ve özgürlüğün değeri, bunun bilincinde olun.”
Bunun için bağımsızlık ve özgürlüğün mahiyetini, kapsamını, tarihini iyi öğrenmemiz gerekir. O tarih ki derslerle doludur. Bu uğurda,
“Bağımsızlık için her özveriyi göze alın. İşte ancak o zaman insan gibi yaşar, insan olarak saygı görürsünüz” diyor Atatürk ve devamını şöyle getiriyor:
“Türkiye Cumhuriyeti devletini yaşatmak, bağımsızlığını korumak birinci görevinizdir. Daima bu görevi düşünün, bu görevle yaşayın. Şöyle deyin:
‘Devletimizin ve milletimizin bağımsızlığı kutsaldır, dokunulmazdır; o sonsuza kadar güvende ve var olacaktır.’ Unutmayın ki, Millî hedefin ruhudur tam bağımsızlık, üzerine aldığınız görevin özüdür. Bir ölüm kalım sorunudur, Türk ulusunun varlığını sürdürmesinin temel koşuludur. Tarihe karşı yüklendiğiniz bu görevi, bütün bir ulusa karşı yüklendiniz, unutmayın.”[17]
II- Atatürkçülüğün Ulusal Temel İlkelerinden
MİLLÎ EGEMENLİK
“Süngü ile silahla, kanla elde ettiğimiz zaferden sonra, kültür, bilim, teknik, ekonomi gibi alanlarda zafer kazanmak için çalışacağız. Milleti refah ve mutluluğa götürecek bu alanlarda güvenle, başarıyla yürüyebilmek ise, yalnız bir şarta bağlıdır. Bu şart bulunmazsa o alanlarda başarımız imkânsızdır. Bu şart şudur: Milletin doğrudan doğruya kendi egemenliğine kendisinin sahip olmasıdır.”[18] ATATÜRK
Millî egemenlik, yani milleti bizzat kendi yazgısına egemen kılmak esası, Atatürkçülüğün bağımsızlıkla iç içe girmiş ikinci büyük temel ilkesidir. Bu ilkeye göre, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir; hiçbir anlam hiçbir şekil ve hiçbir surette ortaklık kabul etmez. Bu irade, bütün millet bireylerinin isteklerinin, emellerinin birleşmesinden oluşması nedeniyledir ki, toplum içinde her kuvvet, bu iradeden doğar; ancak bu iradeye uymak suretiyle yaşayabilir. Atatürkçü düşünceye göre, milletin irade ve emeline uymayanların talihi acıdır, yok olmaktır.
Yine Atatürk’e göre,
“Toplumda en yüksek özgürlüğün, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması, ancak tam anlamıyla millî egemenliğin kurulmuş olmasına bağlıdır. Bu nedenle özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası MİLLÎ EGEMENLİKtir.”[19]
Türk Bağımsızlık Savaşı bu görüşlerin ışığı altında milletin, egemenliğini kendi eline almasıyla başlamış, bu irade gücü ile başarıya ulaşmıştır.
Milletimizin yüzyıllar boyunca başına gelen bütün felâketler, kendi alın yazısını, kendi iradesini, kendi yönetimini başkalarının eline bırakmasından kaynaklanıyordu. Bu bırakış nedeniyledir ki, I.Dünya Savaşı’nın sonunda uçurumun kenarına kadar getirilmiş, galip devletler tarafından nerede ise tarihten silinmek istenmişti. Türk milleti, bu acı tecrübelerin ışığında artık uyanmıştı. Kendi iradesini, kendi yönetimini artık başkasının elinde görmek istemiyordu: bu nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı, milletin yüzyıllar süren arayışlarının özünü, onun bizzat kendisini yönetmek bilincinin canlı örneğini oluşturuyordu.[20]
Atatürk’e göre:
“Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısının ruhu millî egemenliktir. Milletin kayıtsız şartsız egemenliğidir.
Bir milletin egemenliğini anlayabilmesi ve onu güvenle koruyabilmesi, bir takım özel niteliklere ve üstün öğrenim ve eğitime sahip olmasına bağlıdır. Bir milletin siyasal eğitiminde, sosyal eğitiminde, vatan sevgisinde noksan varsa, öyle bir millet egemenliğini gerektiği derecede kuvvette elinde tutamaz.”[21]
Bu bakımdan millî egemenliği yaşatma hususunda vatandaşların gerekli nitelikte yetiştirilmesi büyük önem taşır.
- Atatürk İlkelerine Göre Millî Egemenlik
“Millî emeller, millî irade, yalnız bir kişinin düşünmesinden değil, bütün millet bireylerinin arzularının, emellerinin bileşkesinden ibarettir.”(1923) [22]
“Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.”(1923)[23]
“Kuvvet birdir ve o, milletindir.”(1937)[24]
Atatürk’e göre, “Milletin doğrudan doğruya kendi egemenliğine kendisinin sahip olması” demek olan MİLLÎ EGEMENLİK, yani MİLLETİ bizzat kendi yazgısına egemen kılmak esası, Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin bağımsızlıkla iç içe girmiş ikinci büyük temel ilkesidir. Bu ilkeye göre,
* Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir;
* Hiçbir anlam hiçbir şekil ve hiçbir surette ortaklık kabul etmez.
Bu irade,
– Bütün millet bireylerinin isteklerinin, emellerinin birleşmesinden oluşması nedeniyledir ki,
– Toplum içinde her kuvvet, bu iradeden doğar; ancak bu iradeye uymak suretiyle yaşayabilir.
Atatürkçü düşünceye göre, milletin irade ve emeline uymayanların talihi acıdır, yok olmaktır.
Atatürk’e göre,
“Bir milletin egemenliğini anlayabilmesi ve onu güvenle koruyabilmesi, bir takım özel niteliklere ve üstün öğrenim ve eğitime sahip olmasına bağlı” olduğundan, MİLLÎ EGEMENLİĞİ yaşatma konusunda vatandaşların gerekli nitelikte eğitim/öğretim yönünden yetiştirilmesi büyük önem taşır.
* Millî Mücadele’nin 105.nci;
* Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 101.ncü yılında,
Milletin egemenliği bağlamında millî egemenliğin sağlıklı ve gerçekçi bir şekilde olması günümüzde de yine aynı anlam ve önemiyle karşımızda millî bir görev olarak bulunmaktadır.
- Millî Egemenliğin Gücü ve Değeri
Atatürk, Ulusal Egemenliğin
* “Millî güçlerin etken ve
* Millî iradenin egemen olması” ile ancak gerçekleşebileceğini şöyle açıklıyor:
“Millî egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin tutsaklığı üzerine kurulmuş kurumlar, her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.”(1929)[25]
“Bir millet, varlığı ve hukuku için bütün kuvvetiyle, bütün düşünsel ve maddi güçleriyle ilgilenmezse, bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa, şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Millî yaşamımız, tarihimiz ve son dönemde yönetim şeklimiz, buna pek güzel kanıttır. Bu nedenle kuruluşumuzda MİLLÎ GÜÇLERİN ETKEN ve MİLLÎ İRADENİN EGEMEN OLMASI esası kabul edilmiştir. Bugün, tüm dünyanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: MİLLÎ EGEMENLİK!”(1920)[26]
- Türk Milleti ve Millî Egemenlik
Ulusal egemenliğin çağın, aklın, bilimin, uygarlığın insanca yaşamanın, bedensel ve zihinsel olarak özgür yaşamanın olmazsa olmaz koşulu ve gereği olduğunu belirten Atatürk, bu konuda Türk milletinin tarihsel gelişimi içinde var olan bu duyarlılığını sürdürmesini özellikle belirtiyor ve istiyor: Şöyle ki:
“Dünyanın belli başlı milletlerini tutsaklıktan kurtarmak için egemenliklerine kavuşturan büyük düşünce akımları, köhne kurumlara ümit bağlayanların, çürümüş yönetim şekillerinde kurtuluş kuvveti arayanların amansız düşmanıdır. Avusturya, Almanya, Rusya ve hatta dünyanın en tutucu bir uygarlığına mensup Çin İmparatorlukları o büyük fikir akımlarının kahredici vuruşlarıyla, gözlerimizin önünde devrilmiştir. İşte Efendiler, yeni Türkiye Devleti, dünyaya egemen o büyük ve güçlü düşüncenin Türkiye’de belirmesi ve gerçekleşmesidir. Dünya toplumsal ve siyasal gereklerinden doğan ve binlerce yıllık Türk tarihinin gelişim sonucu olan devletimiz, süreklilik ve oturmuşluğun bütün niteliklerine ve şartlarına sahiptir.”(1923)[27]
“Yalnız, bildiğim ve bilinmesi gereken bir gerçek varsa, o da milletimiz, hiçbir kimsenin uygun görmesine gerek görmeden, uygun görmeyenlere karşı isyan ederek, millî egemenliğimizi ele almış ve öylece kullanmakta bulunmuştur.”(1921)[28]
“Arkadaşlar! Türkiye Devleti’nde ve Türkiye Devleti’ni kuran Türkiye halkında hükümdar yoktur, diktatör yoktur! Hükümdar yoktur ve olmayacaktır; çünkü olamaz!
BÜTÜN DÜNYA BİLMELİDİR Kİ, ARTIK BU DEVLETİN VE BU MİLLETİN BAŞINDA HİÇBİR KUVVET YOKTUR, HİÇBİR MAKAM YOKTUR. YALNIZ BİR KUVVET VARDIR, O DA MİLLÎ EGEMENLİKTİR. YALNIZ BİR MAKAM VARDIR, O DA MİLLETİN KALBİ, VİCDANI VE VARLIĞIDIR.”(1923)[29]
“Egemenlik kesinlikle milletin elinde olmalıdır! Egemenliğine sahip olmayan bir insan veya bir toplum, hiçbir zaman iradesini kullanamaz. Egemenliğini herhangi birisine bırakan bir insan, kendi iradesinin kullanılacağından ve uygulanacağından emin olamaz. Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felâketler, kendi kader ve yazgısını, başka birisinin eline bırakmasından kaynaklanmıştır.” (1923)[30]
“HALK, MİLLÎ EGEMENLİĞİ BENİMSEMELİ VE MEMLEKETTE TEK EGEMEN VE ETKENİN KENDİSİNDEN İBARET OLDUĞUNU UNUTMAMALIDIR.”(1923)[31]
“Büyük Ortadoğu Projesi” kuşatması altında bulunan ülkemiz ve milletimiz için günümüzde, “Tam Bağımsızlık” ve “Ulusal Egemenlik” ilkelerinin öneminin bir kat daha artmış olduğu çok açıktır.
Sedat Şenermen
Kaynakça
[1] Bkz. Prof. Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 2007, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, s.89. [2] Mustafa Kemal ATATÜRK, Nutuk, Ankara, 1991, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, c.II, s.623-624. [3]-[4] Kemal ATATÜRK, Nutuk, c.II, s.141; s.142. [5] U.KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s.89-90. [6] Prof.Dr. Cihan DURA, Ataname, İstanbul, 2017, Nergiz Yayınları, s.95. [7] C.DURA, Ataname, s.97. [8] Metin AYDOĞAN, Ülkeye Adanmış Bir Yaşam -2 Atatürk Ve Türk Devrimi, İzmir, 2020, 14.Baskı, Gözgü Yayıncılık, s.388-389. [9] Prof. Enver Ziya KARAL, “Atatürk’ü Anlamak”, Atatürk ve Devrim, (Konferanslar ve Makaleler, 1935-1978), Ankara, 1980, Türk Tarih Kurumu, Yayını, s.172. [10] Kemal ATATÜRK, Nutuk, c.II, s.623-624. Ayrıca bkz. U.KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s.141. [11] Prof. Hikmet ÖZDEMİR, Atatürk’ü Yeniden Düşünmek, İstanbul, 2011, 3.Baskı, Remzi Kitabevi, s.128-129. [12]-[13] Cihan DURA, Ataname, s.187-188; s.186. [14] Kemal ATATÜK, Nutuk, c.I, s.13. [15]-[16] ATATÜK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.II, s.249; c.II, s.35. [17] Cihan DURA, Ataname, s.188. [18] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.II, s.135. [19] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.I, s.298. [20] U.KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, c.II, s.90. [21] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.I, s.299-300. [22]-[23]-[24] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.II, s.95; c.II, s.58; c.II, s.58. [25] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.I, s.389. [26] ATATÜRK’ÜN Başlıca Nutukları, (Derleyen: Herbert MELZİG), s.82-83. [27] Kemal ATATÜRK, Nutuk, c.III, s.1185. [28] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.I, s.309. [29] Neşet HALİL, Büyük Meclis ve İnkılâp, Ankara, 1933. [30] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.I, s.300. [31] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.II, s.53; Mahmut SOYDAN, Gazi ve İnkılâp, Milliyet gazetesi 7.12.1929.