2020 yılı sadece ülkemizde değil, tüm dünyada oldukça zor geçti. Koronavirüs salgını nedeniyle hemen hemen her şey alt üst oldu. İşyerleri kapandı, ekonomik sorunlarda büyük artışlar meydana geldi, işsizlik, açlık arttı. İş toplantıları, eğitim ve bazı sanatsal etkinlikler internet üzerinden yapılmaya başladı. ‘Yerli ve milli’ diyerek, özelleştirmelere hız verildi, ulusal değerlerimiz satıldı. Bunların yanında ülkemizdeki hukuksuzluklar da devam etti.
Geçen yılın Mart ayında ortaya çıkan koronavirüs salgınında resmi verilere göre ülkemizde 21 binden fazla insanımızı yitirdik. Şimdi umutlar, gelecek aşılarda ama ne olursa olsun durumun iyi olmadığı ve uzun süre de olamayacağı görünmektedir. 300’den fazla sağlık emekçisi, mesleklerinin gereğini yaparken küresel salgın nedeniyle hayatını yitirdi. İşsiz kalan yurttaşlarımıza yardım edeceği yerde, İBAN numarası gönderip para isteyen ve devlet olamayan siyasi iktidar, bu sorunların altında ezilmiştir. Küresel salgın sürecinde kararlı ve doğru önlemler alamayan siyasi iktidar, sokağa çıkma yasağı koymasına rağmen camilerde ibadeti serbest bıraktı. Geçtiğimiz Temmuz ayında Ayasofya, gösteriş için yeniden ibadete açıldı ama sahneler, konser salonları kapandı.
Siyasi iktidarın yanlış politikaları nedeniyle on milyondan fazla yurttaşımız işini yitirdi. Fabrikalar ve iş yerleri kapandı. Ülkemizde yaklaşık on milyondan fazla yurttaşımız yoksulluk sınırının altında yaşamak zorunda bırakılmıştır. Esnafın durumu perişandır, tarım ve hayvancılık bitirildi, sanayi kalmadı ama aldıran yok. “Açım” diyen esnafa, “çay iç rahatlarsın” diyenlerin, “yoksulluğu sorun olmaktan çıkardık” diyen bakanların, kendi yemeğini Denizli’deki belediyeye ödetirken, “vatandaş kuru ekmek yesin” diyen AKP Denizli milletvekilinin olduğu ülkemizde asgari ücretliye 2 bin 825 TL verilerek, yoksulluk sınırında yaşamaya devam edeceği bildirilmiştir. Bugün dış borçlar 422 milyar dolar, iç borçlar 138 milyar dolara çıkmıştır. Yurttaşların bankalara olan borcu 107 milyar dolar olmuştur. Merkez Bankası’nın 128 milyar olan dolar rezervi buharlaşmıştır. Bunlarla ilgilenen yok, gerçek olmayan verilerle yapılan enflasyon hesaplarıyla toplum uyutulmak istenmektedir.
Altyapısı yeterli olmadan yapılan internet üzerinden eğitim, sağlıklı bir şekilde yürütülememektedir. Bilgisayarı ve interneti olmayan öğrencilerin yeterli verimi alamadıkları bilinmektedir. Zaten laik ve bilimsel eğitim yerine medrese eğitimi düzeyindeki okullardan başarı beklemek de hayaldir.
2020 yılında 300’den fazla kadın öldürüldü, bu katillerin bazıları serbest bırakıldı, ne zaman yeni cinayet işleyeceğini bekler durumdayız. Anayasa rafa kaldırılmıştır, tek adam rejiminde hukuk dışı tutum ve davranışlar sürüp gitmektedir. Ülkemizin yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile doğal güzelliklerimiz de ihanetten payını almaktadır. Yurdumuzun cennet köşeleri maden arama ya da otel yapma sevdasıyla yok edilmektedir. Ege Denizi’ndeki adalarımızı Yunanistan işgal etmiştir ama ne iktidardan, ne de muhalefetten ses yoktur.
Şimdi bütün bu olumsuzlukların yanında siyasi iktidar yine türban şovuna sarıldı üstelik ana muhalefet partisinin desteğiyle. Bir televizyon programında CHP’li eski parlamenter Fikri Sağlar’ın “Türbanlı bir hakimin karşısına çıktığım zaman, benimle ilgili haklarımı koruyacağı ve adaleti yerine getirebileceği konusunda kuşkum var” sözleri üzerine yaygara kopartıldı. Yine başörtüsü ile türbanı özellikle birbirine karıştıranlar esip, gürlemeye başladı. Evrensel hukuktan, yargı etiğinden, laik hukuk devletine bağlılığın zorunluluğundan payını alamayanların böyle anlamsız söylemlerine alıştırıldık.
Başörtüsü, Anadolu kadınının başının rüzgârdan ve tozdan korumak için taktığı geleneksel bir örtüdür; saçların saklanmasıyla ilgisi yoktur. Türban ise ABD, AB destekli siyasal İslam kadınının üniformasıdır, emperyalizmin kimliksizleştirme oyunudur. 29 Haziran 2004 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türkiye’de üniversitelerde türban yasağını onaylayan bir karar almıştı. AİHM 4. Dairesi’nin yedi yargıcının oybirliğiyle aldıkları karar ile Türkiye’de türbanın son yıllarda politik sembol olarak kullanıldığı ve dini kurallar üzerine kurulu toplum modellerini ve sembollerini tüm topluma dayatmak isteyen aşırı politik hareketler bulunduğu bildirildi. Böylece türbanın siyasal İslam’ın simgesi olduğu kesinleşti. Şimdi Selahattin Demirtaş’la ilgili AİHM kararının uygulanmasını isteyenler, türban konusundaki kararın bugüne kadar uygulanmamasını hangi yüzle açıklayacaklardır? Ana muhalefet partisinin genel başkanı bunlardan haberdar mıdır? Parti meclisine ve il yönetimlerine aldığı, danışman yaptığı türbanlı kadınların siyasal İslam’ın üniformasını kullandığının farkındadır ve bunları bilinçli olarak yapmaktadır. “Laiklik tehlikede değildir” diyen ve CHP’yi bitirmekle görevli ana muhalefet partisinin genel başkanı, şeriatın değirmenine su taşımaktadır.
Merhaba dediğimiz 2021 yılından çok umutlu değiliz. 18 yıldır ülkeye ihaneti onaylanmış bir siyasi iktidar ile böyle bir siyasi iktidarı ayakta tutmaya çalışan muhalefetin, ülkemizin sorunlarını çözemeyeceği bellidir. İşe muhalefetin yeniden yapılandırılmasıyla başlamak gereklidir. Muhalefetin, AKP’yi iktidarda tutmasına son verilmelidir. Atatürk ilke ve devrimlerini özümsemiş, tam bağımsızlığa ve emperyalizm karşıtlığına yürekten bağlı insanların örgütlenerek ana muhalefet partisi CHP’de bir araya gelmesi kaçınılmazdır. Aynı şekilde diğer muhalefet partilerinde de benzer yapılanma olmalıdır. Zamanımız azdır, çaresizliğe ve ümitsizliğe yer yoktur. Herkesin ülkemize sahip çıkmak için gereğini yapması zorunluluktan öte, büyük kurtarıcımız, eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e olan borcumuzdur.