Site icon Söz Gazetesi

Demet Duyuler ile Sanat Söyleşileri’nin konuğu şair Aydan Yalçın

Sevgili okur, Demet Duyuler ile Sanat Söyleşileri köşemizin konuğu şair Aydan Yalçın

                                                                        “Eril zihniyetin ve yerleşik ahlâkın teslim aldığı bir toplumda şair kadın olmak hiç kolay değil.”Aydan Yalçın                

 

Demet Duyuler: Sevgili Aydan,  “ iyi ki hayat yolumuz kesişmiş, iyi ki tanımışım” dediğim güzel insanlardan birisiniz. İnsana ve sanata bakışını bildiğim çok yönlü, üretken bir sanatçısınız. Söz gazetesi okurları için yaşam yolculuğunuzdan bahsedebilir misiniz ya da başka bir deyişle kendi dilinden Aydan Yalçın kimdir?

 

Aydan Yalçın: Bu sıcacık, sevgi dolu sözlerin için çok teşekkür ederim sevgili Demet Duyuler. Benim için de seninle tanışmak, edebiyatta ve sanatta birlikte yolculuk yapmak çok güzel. Ben, 1964 Mersin-Silifke doğumluyum. Köy Enstitülü bir babanın kızıyım ki bu bir aydınlanma evine doğmak anlamına gelir. İlk ve Orta öğrenimimi Silifke’de, Lise eğitimimi ise Ankara’da tamamladım. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümünden mezun oldum. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığından idareci olarak 2005 yılında emekliye ayrıldım. Bir dönem “Her şeye KARŞIN Edebiyat, Sanat ve Düşün Dergisi’nde” Yazı İşleri Müdürlüğü yaptım. TYS (Türkiye Yazarlar Sendikası) üyesiyim. Şu ana kadar yedi kitaba imza attım. Aşkence(şiir), Ay Konuşsun(şiir), Gül Makası(şiir), Kırbaç Düğümü(şiir), Enkaz Sineması(şiir), Dikenli Taç(deneme), Dondurma Ağacım(çocuk şiiri). Şiirlerim, Fransızca, İngilizce, Rusça, Farsça, Kırgızca ve Romence’ye çevrildi.  Şiir ve kitaplarım, 2005 Lacivert Sanat Şiir  Birinciliği ve Jüri Özel Ödülü, 2005 A.Neşet Dinçer Şiir Ödülü, 2010 İbrahim Yıldız Mansiyon Ödülü, 2024 İhsan Üren Şiir Ödülüne değer görüldü. Bir kız evlada sahibim. Şimdilerde, Mersin’de özel bir Fizik Tedavi Merkezinde idareci olarak çalışıyorum ve her fırsatta şiirin kanyonunda gecikmiş bir düş cambazı olarak edebiyat yolcuğuma devam ediyorum.

D.D: Edebiyatın sizin için anlamı nedir? Hayat – edebiyat ilişkisi hakkında neler söylemek istersiniz?

 A.Y: Cemal Süreya’nın “Şairin hayatı şiire dahildir” sözünü hep sevmişimdir. Gerçekten de şiir, şairin hayatından büyük emeklerle damıttığı, ödünler verdiği, yorulduğu, düştüğü, kalktığı, kanadığı, dağıldığı ama illa ki tamamlayıp eserini eline aldığında her şeyi unuttuğu, yenilendiği, büyüdüğü, güzelleştiği ve asla vazgeçemediği bir şey. O şey ki beni nefesime, umuduma, hayatıma eşitleyendir. Necatigil “Şiir, bir yaşantıdır; bize el koymuş, içimize taş gibi oturmuş olayları, olguları biçimlere, kalıplara dökme işidir” der sevgili Demet.  Belli ki ben de, içime taş gibi oturan toplumsal veya bireysel sorunlar karşısında çıkar yol arıyorum. Tedirginim ve kurtulmak istiyorum içimin ve çevremin karanlığından. Işık arıyorum ve o ışığın, en iyi yapabildiğim, düşünce ve duygularımı en iyi şekilde ifade edebildiğim ‘şiir’ olduğunu biliyorum. Diyeceğim o ki, şiiri hayatım boyunca kendime eşitledim, onunla nefes aldım ben.

 D.D: Edebiyatla ilişkiniz nasıl başladı? Sizi yazmaya iten nedenler nelerdir?

 A.Y: Yazmaya ilkokullu yıllarımda başladım. Babam okulumuzun müdürüydü. Öğrencilerin Türkçe ders sorularını, hele ki kompozisyonsa direk bana havale ederdi. Bu ortaokul ve lisede de devam etti. Liseyi parasız yatılı okudum. Parasız yatılı çocuklar hiçbir zaman derse geç kalmayan, etütlerde düş büyüten çocuklardır. Okula isteyerek gitmemiştim, zorunluluk diyelim. Ailemi özlüyor, kendimi yuvadan atılmış bir kuş gibi hissediyordum. Okula geldiğimin üçüncü haftasıydı ve okul idaresi bir şiir yarışması düzenledi. Yarışmaya katılmak isteyenler kütüphaneden istedikleri bir şairin şiirini seçip okuyabileceklerdi. Ortaokuldan birkaç arkadaşım benim şiire olan merakımı bildiklerinden benim de yarışmaya katılmamı istediler. Ama ben isteksizdim, onun için gidip şiir falan da seçmedim. Akşam oldu, ranzama yatmış yine somurturken, bir arkadaşım “neden katılmıyorsun yarışmaya vs.” diyerek kışkırttı beni. Herkes yatıp ışıklar sönünce minik el fenerimi açtım, başıma yorganımı çekip bir şiir yazdım. Aile, yoksulluk, özlem üzerine bir şiir olduğunu anımsıyorum. Ertesi gün yarışmada kendi şiirini okuyan bir tek bendim ve ikinci olmuştum. Bana Cahit Sıtkı’nın Otuz Beş Yaş’ını hediye ettiler. Bu beni çok tetikledi. Ondan sonra hep yazdım. Ajandalar doldu, atıldı, yeniden doldu, sonrasında dergiler kitaplar derken bu günlere kadar geldim. Beni yazmaya iten o temel güç, sanırım başta kendime, topluma, doğaya, insana, geçmişe, geleceğe ve an’a dair söyleyecek hep bir şeylerimin olmasıydı, asıl sebep budur. Ve bu sebep bir gün biterse artık ölmüşüm demektir. Çünkü şiirin bittiği yerde başlar benim için ölüm.

 

D.D:  “Şairin kimliği şiir dilinde saklıdır” derler. Sizce de öyle midir?

 A.Y: Kesinlikle doğru. Çünkü şiir, duyarlılık ve incelik isteyen, duyguların ışığında şekillenen, estetiksel birikim gerektiren bir sanat dalıdır. Hissettiğini yazar şair. Şiiri, düşleridir, gerçekleridir, öfkesidir, özlemidir, hüznüdür, umududur, ölümüdür, aşkıdır. Şair, adeta bir arı gibi ulaşabildiği her yerden özenle toplar şiir tozlarını, bunları estetik yetkinliğiyle ve şiir bilgisiyle yoğurur şiir balını yapar ve sunar okura. O balın tadına bakıp lezzetini duyumsamaksa artık okura düşer. Bir şiirin altında şairinin adı yazmadan siz o şiirin kime ait olduğunu bilebiliyorsanız, o şair ustalaşmış, adını edebiyat dünyasının şiir defterine yazdırmış demektir. Yani kimliğini şiirine nakşetmiş, özgün şiir dilini kurmuştur. O şairin şiir kimliği artık oluşmuştur.

 D.D: Edebiyat dünyasında karşılaştığınız sorunlar oldu mu? Olduysa, bu sorunlarla nasıl başa çıktınız?

 A.Y: Şiir yazma sürecinde şair kadınların karşısına hangi engeller çıkmıyor ki, benim de çıkmasın. Eril zihniyetin ve yerleşik ahlâkın teslim aldığı bir toplumda şair kadın olmak hiç kolay değil. Kadınlar ancak ekonomik özgürlüklerini ellerine alabildiklerinde yani birey olabildiklerinde şiirlerini kitaplaştırıp paylaşabiliyorlar. Çünkü halen kadını ikinci sınıf vatandaş olarak gören, ruhen ve bedenen alabildiğince sömüren, ezen, adaleti susturup kadına şiddeti ve çocuk tacizlerini gündemin birinci sırasına oturtan, yüzü batıya dönük (!) ayakları doğuya giden erkek egemen bir iktidarın elinden sımsıkı tutan bir toplumda ‘kadın şair’ olmak hiç de kolay olmayacaktır. Hatta yazar kimliğini gizlemek durumunda bile kalmışlardır çoğu zaman. Çünkü eril düşünce öncelikle sanatın yaratıcısı değil konusu olarak bakar kadınlara. Başta koca, çocuk, akraba olmak üzere toplumsal baskılar nedeniyle estetik ve sanatsal birikimini erkek şair kadar rahat kullanamaz kadın şair. Eril zihniyetin baskısını zaman zaman bende duydum elbette ama umursamadım.  Daha çok okuyup kendimi geliştirdim, önemli etkinliklerde görev aldım, şiirimi hep daha ileriye taşımanın yollarını aradım. İnanç diyelim, her şairin şiiri kendine biriciktir, kendime ve şiirime inandım, şiiri çok sevdim, şiirde kendimle yarıştım. Sanırım inatçı yanım ve ödünsüz bir dik duruşum var edebiyatta, bu duruş şiirde yolumu açtı diyebilirim.

D.D: “Dondurma Ağacım” adlı çocuk şiirleri kitabınız çocuk edebiyatında yerini aldı. Neden çocuklar için yazdınız ve yazarken hangi konuları önemsediniz?

 A.Y:  Çocuklar geleceğimizdir, Cumhuriyetimizin güvencesidir. Onların en iyi şekilde, ülkesine ve Cumhuriyetine bağlı bireyler olarak yetişmeleri için iyi bir eğitim şart. Bu eğitim okul öncesi dönemden başlar ve kitap okumak bu süreçte ilk sıraya yerleşir. Çocuğa kitap okuma alışkanlığını kazandırmamız gerekir. Bir yazar olarak çocuk edebiyatında, özellikle çocuk şiirinde iyi kitapların çok yetersiz olduğunu, bazı kitapların ise niteliksiz olduğunu gördüm. Boşluk büyüktü ve sistem acımasız. Boşluğu istedikleri gibi doldurabilirlerdi ve yapıyorlardı da. Çocuklara düşler kurdurup bakış açılarını genişletecek, çevresine, vatanına, toplumuna, değerlerine sahip çıkmasını öğütleyen şiirler yazmaya başladım. “Dondurma Ağacım”, 6-9 yaş grubu çocuklara yönelik, şiirde müziğin de öne çıktığı, böylelikle kolayca ezberlenebildiği, onlara imgenin gücünü öğreten ve sayfa aralarına koyduğumuz resimlerle şiirleri eğlenceli hale getiren bir kitap oldu. Çocuklar için öykü, masal ve çokça şiir yazmak planlarımın başında geliyor. Çünkü gerçekten çocuk edebiyatında yeterince ürünler verilmiyor, yani işimiz çok.

D.D: Yaratıcı yazarlık kursları, şiir-öykü atölyeleri edebiyat yolculuğuna yeni başlayan bir kişinin hayatında nasıl bir değişiklik yapar?

 A.Y: Yazarlık ve şairlik öncelikle yetenekle, içindeki cevherle ilgili bir şey diye düşünüyorum. Yaratıcı yazarlık kursları, şiir-öykü atölyeleri yolculuğu hızlandırır sadece. Doğru okumalar yaptırır, söz sanatlarıyla daha önceden tanışmanızı, böylece estetik yetkinliğe daha erken ulaşmanızı sağlar. Ancak öncelikle düş kurma yelpazeniz ne kadar genişse ve daha çocukluk yaşlarda sanatla ve kitapla buluşmuşsanız, yani bu kazanımlar ne kadar erken olmuşsa, sanatta da o kadar erken yola çıkılır. Yaratıcı yazarlık kursları ve atölyeleri genç yazarı yüreklendirmek için iyi bir itici güç anlamına da gelir. Elbette çok faydalıdır ama aslolan da değildir. Yaşar Kemal, Nâzım Hikmet ve daha birçok yazar ve şair yazarlık kurslarına, edebiyat atölyelerine gitmeden mevcut durumlarına gelmişlerdir. Ben de gitmedim, ama eminim ki çok genç yaşlarda yetkin bir atölyeye gidebilseydim, edebiyatta yol almış iyi kalemlerle, ustalarla daha erken yaşlarda buluşabilmiş olsaydım elbette çok daha önceleri sanat alanına girmiş ve daha hızlı yol almış olacaktım. Bu herkes için geçerli, ancak eril zihniyet ve yerleşik ahlâkla kavgasını veren kadın sanatçı için çok daha zorlu.

D.D: Sosyal medya, dijital platformlar günümüzde okuma alışkanlıklarında ciddi değişimler oluşturmuştur. Bu değişimler sizin yazma biçiminizi ya da edebiyata yaklaşımınızı etkiledi mi?

 A.Y:  Çok etkilediğini söyleyemem. Bunu daha çok genç kuşak yaşıyor. Bizim kuşak daha ilkokullu yaşlardayken dünya klasikleriyle tanışmış, o muhteşem eserlerin tadına varmış bir kuşak. Bu sebeple, sosyal medyada ya da dijital platformlardaki paylaşımlar okuma alışkanlığımı etkilemedi benim. Çünkü halen liseli yaşlarımdan beri olan okuma alışkanlığımı sürdürüyorum. Telefonumu kendimden uzak tutmaya gayret ediyorum, çünkü yaş aldıkça edebiyata özellikle şiire ayrılacak zaman daralıyor, vakit artık çok kıymetli. Doğru okumalar yapılmalı ve okunacak daha çok kitap var. Bazen ömrüm yetmeyecek diye korkuyorum, bir şeyleri eksik bırakacağım ardımdan gibi geliyor. Ama bazen sosyal medya gözümden kaçan, yeni çıkan bir kitabı bana hatırlatabiliyor, böyle bir faydası oluyor. Biz yazar ve şairler birbirimizi, ürünlerimizi daha yakından takip edip paylaşımlarda bulunabiliyoruz sosyal medya aracılığı ile. Ancak ne yazık ki şimdiki kuşağın böyle bir derdi yok gibi. Üstelik bir de yapay zekâ tehlikesi var sanatın önünde, bu çok tehlikeli. Akıllı kullanılmazsa korkarım sanat çok büyük zarar görecek.

 

 D.D: Türkiye’de sanat denildiği zaman ne görüyorsunuz? Sanatın Türkiye’nin sosyal yapısı içindeki işlevi ile ilgili düşünceleriniz neler?

 

A.Y:  Kitap okuma oranının çok düşük olduğu, sistemin karanlığının toplum üzerinde her gün biraz daha çöreklendiği, ‘iklim kanunu’ adı altında doğanın, çevrenin, zeytinin, ormanın hızla yok edilip ranta dönüştürüldüğü, işsizliğin had safhalara çıktığı, adaletin- hukukun her gün biraz daha yıpratıldığı, umudun hızla yok edildiği, gençlerimizin ülkeyi terk etmek zorunda kaldığı, halkımızın ekonomik sorunlarla boğuştuğu bir ülke haline geldik ne yazık ki.  Pablo Neruda der ki “Bir şairin yaşamı bütün yaşamlardan oluşmuştur.”  Sanatçı toplumsal sorunlara karşı duyarlı olandır. Sessiz kalamaz. O, toplumun görmeyen gözü, konuşmayan dili, duymayan kulağı olmak durumundadır. Sanat disiplinlerinin bel kemiğidir şiir ve şairin toplumsal sorumluluğu çok daha fazladır. Çünkü şiir ve şair evrenseldir, sınır tanımaz, pasaportsuzdur. Şiir yeri gelir bir slogan olur, kitleleri peşinden sürükler. Şu anda ülkemizin bu karanlık sürüklenişinde biz sanatçıların sorumluluğu çok büyüktür. Bizler, sivil toplum örgütlerimizle dayanışma içinde daha etkin daha güçlü ses çıkarmak durumundayız. Halkımıza umut aşılayıp, korkmadan yılmadan en ön saflarda hareket etmeli, toplumun önünde öncü kuşlar olmalıyız. Yani daha etkin ve günün derdini ele alan ürünlerle safları sıklaştırmalıyız.

 

D.D: Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

 

A.Y:  Beni konuk ettiğiniz için ben teşekkür ederim sevgili Demet Duyuler. Her şeyin çok güzel olacağı günlere olan umudum ve inancımla selamlıyorum sizleri ve şiiri.

 

ARAF                                                     

                 Aydan Yalçın

 

gözlerim ateş taşı

afyonu patlamamış bir akşam

ellerim çürük mevsim

bir kayboluş şarkısı

 

kırdım aynaları

bakışım alnıma kırbaç

gün üşüdü, dağıldı sis

masamda ay, şimdi

rakı beyaz

 

bir kadın

korkularını kazıyıp teninden

gerçeğin dışına sızdı

kırıldı cam bahçe, kabuk ayrıldı

 

çıktım nöbet tuttuğum yerden

 

dolandı boynuma

gölgemle aramdaki mesafe

sordu iç ses:

gözlerinde çatallaşan

bu öfke de ne?

 

döndüm yüzümü tanrıya

bakârâ dedim

bak gözlerimdeki har’a

 

al cennetini

ve dahi cehennemi

çek git!

 

bilirim uyumayı

ben kendi araf’ımda…

Exit mobile version