
Sevgili okur, Demet Duyuler ile Sanat Söyleşileri köşemizin konuğu Sinop Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi, şair Türkân YEŞİLYURT
“Üniversiteler ile yaşayan edebiyatçılar arasında bağ kurulmuyor veya bu yöndeki işler birkaç örnekle sınırlı kalıyor. Aynı şekilde farklı sanat dalları arasında yapıt veren sanatçılar da birbirinden kopuk görünüyor. Okuyucuların çoğu piyasanın ve sosyal medyanın yönlendirilmesiyle hareket ediyor. Örnek okurlar azınlıkta kalıyor. Yani sanat ve edebiyat hazinemizin çoğunlukla farkında olmuyoruz ya da piyasanın bize sunduklarıyla yetiniyoruz” Türkân YEŞİLYURT
Demet Duyuler: Söz gazetesi okurları için yaşam yolculuğunuzdan bahsedebilir misiniz ya da başka bir deyişle özgeçmişiyle Türkan Yeşilyurt kimdir?
Türkân Yeşilyurt: 16 Mayıs 1967’de Samsun’da doğdum. İlkokul, ortaokul ve liseyi Samsun’da tamamladım. 1988’de Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesini bitirdim. 2005’te Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Merkezinde “Kadın Şairde Kadın: Şükûfe Nihal’in Şiirleri” adlı yüksek lisansını tamamladım. “Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Şiirlerindeki Temalar” adlı doktora tezimle 2010’da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldum. 2011-2016 yılları arasında Tunceli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yaptım. Şu anda Sinop Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğretim üyesiyim. Yoksun (1993), Dün Kendimin Önünden Geçtim (2005), Küçük Bir Ah (2013), Taşra Do (2016) adlı şiir kitaplarım ile Dağlarca: “Öyle Aydınlık, Öyle Uzun, Öyle Yepyeni” (2013), Nâzım Hikmet ve Yergi: “Ayağa Kalkın Efendiler” (2014), Hilmi Yavuz’un Şiirlerinde Geleneğin Yeniden Üretimi: “Güldeki Gömü Neyse” (2014), Halk Şiirinde Osmanlı Toprak Düzeninin İzleri (2015) adlı inceleme kitaplarım Komşu Yayınları yasakmeyve dizisinden çıktı. Ahmet Rasim’den yeni yazıya aktardığım Hanım (2017) adlı kitabı Siyasal Kitabevi yayımladı. Romandan Bakan Düşkün Kadınlar 2018’de, Şiirde Flanörlük 2024’te Efil Yayınevi tarafından basıldı. 1990’dan bu yana çeşitli şiir, yazı ve söyleşilerim başta Hürriyet-Gösteri, Karşı, Şiir Odası, Varlık ve Yasakmeyve olmak üzere birçok dergide yayımlandı. Taşra Do’dan dokuz yıl sonra Ocak 2025’te Fahri adlı şiir kitabım Kitap Saati yayınları arasından çıktı.
D.D: Edebiyatın sizin için anlamı ve hayat – edebiyat ilişkisi hakkında neler söylemek istersiniz?
T.Y: Yaşam ve edebiyat birbirinden ayrı düşünülemez. Yaşam dolabı yalan, hile, aldatma, oyun, yönlendirme ile dönüyor. Yani katı, ağır ve zor. Bu kargaşaya karşı edebiyat benim için bir kozmos, bir düzen. Yani yumuşak, hafif, kolay. Bu bakımdan edebiyat hem sığındığım hem mücadele ettiğim yer. Burada ezenlere karşı ezilenlerden yana şiirle karşı durmaya çalışıyorum.
D.D:-Edebiyatla ilişkiniz nasıl başladı? Sizi yazmaya iten nedenler nelerdi?
T.Y: Yaşamımda en yakınlarım kitaplar oldu. Bir oda kitabın olduğu evimizde çocukluğumdan itibaren onlarla hemhal oldum. Kâtip Bartleby, Kodin, Nemeçek, Raskolnikov, Selim, Zehra… Onlar benim için kurgusal değil, gerçek karakterler. Hata gerçek dünyadan daha çok kendimi kurgusal dünyaya ait hissettiğim zamanlar oldu. Bu bakımdan yalnızca okuyarak değil, aynı zamanda yazarak da bu dünyaya dâhil olmak istedim. Burada “şiirsel adalet” daha kolay ve daha hızlı gerçekleşiyor.
D.D: Şiirlerinizin kaynaklarından ve şiir yazma yönteminizden söz edebilir misiniz?
T.Y: Şiirimin kaynağında yaşam duruyor. Ne ki yaşamı yalnızca duyularımla algılamıyorum. Onu edebiyat, felsefe, teoloji, psikanaliz, tarih, sinema, resim, müzik ile -kendi sınırlılıklarım içinde- anlamaya ve yorumlamaya çalışıyorum. Bütün bunlar olup biterken şiir doğuyor.
D.D: “Şairin kimliği şiir dilinde saklıdır”. Bu söylemle ilgili görüşleriniz neler?
T.Y: Comte de Buffon’un “Le style est l’homme même” sözünü Ziya Paşa “Üslubu beyan aynıyla inşan” biçiminde çevirmiştir. Gerçekten de dilimiz kişiliğimizin bir yansımasıdır. Bu bakımdan şiir, şairin kimliğini açık eder, tam olarak açık etmese bile onun hakkında ipuçları verir.
D.D: Edebiyat ortamında günümüze gelene kadar karşılaştığınız sorunlar var mı?
T.Y: “Entelektüel şiir” yazıyorum. Bu şiirin talibi azdır. Ayrıca bir reklam yatırımım yok. Oysa çağımız kendini pazarlama çağı. Bu bakımdan çok çalışkan bir edebiyatçı olduğum hâlde geride duruyorum. Örneğin geçen yıl Şiirde Flanörlük adlı kitabım bu yıl ise Fahri adlı şiir kitabım çıktı. Henüz onlar için hiçbir şey yapmadım. Hâlâ kendi reklamını yapmanın ayıp olduğunu düşünenlerden biriyim. Eğer bir değer varsa bunu benim değil, başkalarının görmesi ve göstermesi daha zarif olur. Örneğin siz bu söyleşiyi gerçekleştirerek zariflik gösterdiniz. Bu bağlamda edebiyat yaşamım boyunca çalışmalarıma ilgi göstermiş bütün edebiyatçı dostlarıma teşekkür ederim.
D.D: Sosyal medya, dijital platformlar ve okuma alışkanlıklarındaki değişimler üzerine ne düşünüyorsunuz? Bu değişimler sizin yazma biçiminizi ya da edebiyata yaklaşımınızı etkiledi mi?
T.Y: Kuşkusuz dijital çağa girdik. Bütün fayda ve zararlarıyla derinden derine yaşıyoruz. Edebiyatta da hızlılık, değişkenlik, süreksizlik, görünürlük, yüzeysellik, yönlendirme arttı. Ne var ki birçok şey gibi örneğin şiir de düşünülüp içselleştirilmeden okunup geçiliyor. Parlama ile sönme arasındaki süre çok az. Doğrusu şöhretin peşinde değilim. Burada Halil Cibran’ın “Şöhret”ini Hocam, Laurent Mignon’un çevirisiyle anımsatmak yerinde olur: “cezirde kuma bir satır yazdım / o satıra aklımla ruhumu koydum / medde okumak üzere geri döndüm / ve ancak cehaletimi gördüm”. Ancak kitaplarımın gerçek okur, örnek okur tarafından bilinmesini, okunmasını; edebiyatçılar, akademisyenler tarafından yazılıp değerlendirilmesini çok isterim.
D.D: Sizce gerçek sanatın işlevi ne olmalıdır?
T.Y: Sanat, bu dünyada iyinin de, güzelin de, doğrunun da olduğunu göstermeli ve insanları bu yönde yönlendirmelidir. Yaşam zor olduğu kadar güzel.
D.D: Türkiye’de sanat denildiği zaman ne görüyorsunuz?
T.Y: Çok değerli sanatçı ve edebiyatçılarımız var. Ancak devlet politikası olarak sanat ve edebiyattan “yumuşak güç” olarak yararlanmıyoruz. Özellikle şairlerin dünyaya açılması, yapıtlarının başka dillere çevrilmesi için gerekli çalışmaları yapmıyoruz. Üniversiteler ile yaşayan edebiyatçılar arasında bağ kurulmuyor veya bu yöndeki işler bu birkaç örnekle sınırlı kalıyor. Aynı şekilde farklı sanat dalları arasında yapıt veren sanatçılar da birbirinden kopuk görünüyor. Okuyucuların çoğu piyasanın ve sosyal medyanın yönlendirilmesiyle hareket ediyor. Örnek okurlar azınlıkta kalıyor. Yani sanat ve edebiyat hazinemizin çoğunlukla farkında olmuyoruz ya da piyasanın bize sunduklarıyla yetiniyoruz.
D.D: Türkiye’de sanata ilginin artması adına üniversitelerimize düşen görevler nelerdir?
T.Y: Üniversiteler öğrencilerinin döneminin sanatçı ve edebiyatçılarıyla buluşup tanışması için olanaklar sunabilir. Edebiyatçı ve sanatçılar üniversitelerde dönemlik veya yıllık dersler vererek yazma ve yaratma süreçlerini paylaşabilir. Konferanslar vererek edebiyatın sanat boyutunu daha belirgin bir biçimde ortaya koyabilir. Yaratıcı yazama süreçleri paylaşılabilir. Şiir okumaları yapılarak öğrencilerin şiir atmosferini yaşamaları ve paylaşmaları sağlanabilir.
D.D: Türkân hanım, bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Son olarak bizlere ve okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?
T.Y: Sevgili şair Demet Duyuler ben teşekkür ederim. Çukurova Üniversitesi’nde yazar, şair ve şair dostu kişiler var, biliyorum. Öğrencileriniz çok şanslı. Yeni çıkan şiir kitabım Fahri’yi okumalarını diliyorum.
Akıl unutur, gönül anımsar
Limon ağaçlarını söktük.
Geçmiş geçmişte kalır mı Fahri?
Biz geçerken köprü yıkıldı.
Samsun Saat Kulesi’nden Ankara Saat Kulesi’ne yol almış tekir umutludur.
Gece ay varsa öptüğün için.
Susuz kalmış göl için kovada yağmur biriktiren anne umutludur.
Gündüz yıldız varsa öptüğün için.
Yassı semavere biçimini veren çıraksız kalmış usta umutludur.
Ya geriye gece kalırsa.
Saat koleksiyoncusu kaybettiklerini mi toplar?
Ulus Heykel’den Hatti Anıtı’na yürüdüm buruk.
Ne derinlik ne yükseklik kaldı.
Uyuyakalmıştın Carmen’i izlerken.
Duruşma salonu yer değil zamandır.
Ben henüz uyanmamıştım.
Zamanın koptuğu an.
Kemanlar, viyolonseller, viyololar, kontrbaslar.
Yapay zekâ el koymamıştı henüz dünyaya Hocam.
Türkân Yeşilyurt (Fahri, 2025)