
Merhaba sevgili okur,
Bu haftanın şair konuğu sevgili Aydanur Saraç 29 Temmuz 1968 tarihinde; Ardanuç, Artvin’de doğdu.
İlk, orta öğrenimini çeşitli il ve ilçelerde tamamladı. Ankara Cebeci Atatürk Sağlık Meslek Lisesini ve Erzurum Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik lisans bölümünü tamamladı. Uzun yıllar çalıştıktan sonra özel bir kurumdan Aile Danışmanlığı ve Bütüncül Psikoterapi Eğitimi aldı, şimdi bu alanda çalışmaya devam ediyor.
Bir dönem amatör olarak tiyatroyla ilgilendi. Kurgu Kültür Merkezi’nde şiir etkinlikleri hazırlayıp sundu. Eski kapıları, damla fotoğrafları çek¬meyi sevdi. Şairin ifadesiyle, “hayat ve hayata yansıyan yüzler “onu çok ilgilendirmektedir.
İlk şiirleri 1997’de Damar ve Papirus dergilerinde yayımlandı.
Şiir, yazı ve öyküleri; Kavram Karmaşa, Kıyı, Bahçe, Agora, Kum, Akköy, Ağır ol bay düzyazı, Beşparmak, Çıkın, Kül, Paspatur, GüzelYazılar, Şiir Ülkesi, Öteki-siz, Çalı, Değirmen, (onlaine olarak Yaprak, Anafilya, MaviAda, Cafrande, Gerçek Edebiyat) Yerelce, Tay, İle, Nikbinlik, DelilerTeknesi, Sincan İstasyonu, Akatalpa, Mühür Edebiyat, Zalifre, Eliz, Varlık, Edebiyat Nöbeti, Öykügazetesi gibi dergilerde yayımlandı.
Kum, Damar ve Deliler Teknesi dergilerinde çalıştı.
Akköy dergisinin Ankara temsilciliğini son sayısına kadar sürdürdü.
Kitapları:
Sonra Güller Kırmızı, Kum Yayınevi, 2003. (Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği (KYÖD) 2003 Ulusal Şiir Ödülleri, Jüri Özel Ödülü)
Mesafeler, Sınırsız Yayınevi, 2013
Yerüzü Eşiği, MedaKitap Yayınevi, 2020
AYDANUR SARAÇ’IN ŞİİR ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ ;
İyi bir şiirin ömrü uzundur ve şairini de çağlara taşır. Bu sadece şiir için değil diğer sanat dalları içinde geçerlidir elbette.
Onca yıllık süreçte şunu öğrendim; şiir sadece ilhamla yazılmıyor, o öğrenilebilen, geliştirilebilen bir organizma. Ve sürekli okumak, uzaklaşmak, yazmak, uzaklaşmak ve yeniden dönüp bakmak gibi kendi iç disiplini olan bir alanı var aynı zamanda. En azından benim sistemim böyle.
Şiirde evrensel dile inanıyorum ve doğal olarak da şiirim böyle şekilleniyor.
Bir şiir de okuyucuya dayatılmış bir dize çok rahatsız eder beni. Mükemmel olmak zorunda değil, kusurlu da olsa bir güzellik önemlidir.

YER EŞİĞİ
ı.
güzden kalma çıngırak sesi kadar eskimiş bu ev
yetmiyor öyle güzel dilekler artık
.
ellerimi düşürdüğüm avluya bakıyorsunuz gösterişsiz elbise gibi durduğum
uzun bir uyku için mi buradasınız hepiniz
yarımı tamamlamak için mi ölümün başında
.
korkuyu aştım, tatlı bir uykuyla terk ettim onu
kentin kalabalığından sessizce sürükledim kendimi
.
kurumuş yapraklar döküldü dilimden
cümleler bitti sonra hiçliğin karanlık sesini çektim içime
gittim gittim yaşamak arzusu ile
2.
hiç unutmadım ölümün bize misafir geldiği sonbaharı*
yaşlı ağaç köklerini unutmuştu o mevsim, neden sustuğunu
iniltisini bırakıyor gürültüye telaşa gerek kalmadan
pazen örtüye sarıyor, her gün biraz daha azalma kaygısıyla ama sakin
bilgece öyle oturup köşe başında sırayı bekleyerek
şimdi dilini unutan surlar, ahşap kokusuna sırlanmış öyküler taşıyor
kızılcık ağacına oradan iç odalarına evlerin
evler ninnilerle bekliyor sevilmeyi
.
sevilmiyor evler, bir karmaşaya dönüşüyor hayat içinde boğulduğum
kuşlar gidiyor bu yüzden, sesler de…
parça parça akıyor ömür, içerde binlerce ölü, dışarda binlerce ölü!
.
tanrı üstümüzdeydi oysa her gece
çelimsiz anılar için, taşlaşan ruhlar için
______________________
(*) sema güler, üçlemeler
**
KENDİNE BAKMA SABAHI
ı.
yosunlar taş olduğumu fısıldıyor, kederden bölündüğümü
hantal gövdemi sürüklüyorum bir çağdan diğerine
dindiriyor yaz gecesi, camı ürküten yel
.
geceyi bölen kanat sesleri ve korkumu sınayan yarasa
benden daha yabancı dünyaya, sessiz gidişleri yazıyorum
nasılsa gelip geçiyor gün, mutlu olduğumu unutuyorum
bundan böyle beni kumrular sevsin
2.
öyle diyorum
– şimdi aklımda kuşların içtiği sazlıklarından sesler büyüttüğüm o göl var-
son sözünü söyleyen, inleyen yağmur başımdaydı oysa, onunla yarışan toprak
ve hayatın yüceliğini (!) kayda geçen, yıkımların örtüğü bir elbise giymiştim
3.
küçük bir ağzın kapanışını izliyordum
orada ölen kalbin tik taklarını
dünyanın taş olduğunu fısıldadım o sırada ellerimi beyaz bir adaya sürerken
ellerimde sahi ne vardı; gri bir fotoğraftan başka
bir çakıl taşı bile öldürmeye yeterdi göğsümü
ömrüm yorulsun o da unutsun zamanı, sussun
**
UZUN ATLAYIŞLAR
ben en çok V’yi sevdim
o kapıyı biliyorum, kedilerin olmadığı şiirlere açılıyor
şiirlerin olmadığı hayata
.
-bu saplantılar, atıl bir çağdan değil çocukluğumdan- diyorum
oda içinde odanın kasvetinden, üstelik aynaların karanlığını ekliyor hayat
kim bilir şiir de böyle oluyor, üşümek de
.
sabahın duruluğuna benziyorum durgun bir gölün derinliğine
.
her insan geceye benzer akıtınca içini ölür
.
ancak bir yaprağın inceliği gelirse dile tutar beni, tutarsa aşk olur
olursa sarı zambaklar, gamzeli nilüferler bütünü bozup giderler
giderken açarlar kalbimi, beni kırgın rüyadan çıkarırlar
.
hayatın bir derdi var benimle uzun koşular yoruyor, uzun dönüşler
yüzünüzün çukurunda büyüyorum, tutup koparsanız ben’i
ölmezsiniz, ne güzel olur