Merhaba sevgili okur.
Bu haftanın şair konuğu sevgili Barış Erdoğan.
1956 yılında Anamur’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Anamur’da, üniversite öğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ve İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunda tamamladı.
Bir süre devlet liselerinde çalıştı, sonra dershane yaşamına atıldı. “Koca bir sarayın kapısını açmak için küçük bir anahtar yeter; ama küçük bir şiirin kapısını açmak içinse koca anahtar sözcükler gerekir.” diyen şair, şiirlerinde zengin sözcük hazinesini, deyimleri ve edebi sanatları büyük bir ustalıkla kullandı.
Barış Erdoğan; asıl amacının tek dizeyle, hatta tek sözcükle şiir yaratmak olduğunu söyler.
Şiir dünyasını 2011’de Kuş Kıyamet’le selamladı. 2012’de Şiir Cin/ayetleri’ni, 2013’te Simurgname’yi yayımladı. 2014’te Zeymuran’la bambaşka bir portre çizdi. İki yıl aradan sonra Nuşirevan’da şiir dünyasını, toplumsaldan bireysele, bireyselden toplumsala arşınlayarak bir slogan şiirine düşmeden şiirin kılcal damarlarında, şiirselliğin derin kanaviçesinde örmeye çalıştı.
2016’da Teşbih Taneleri’nde, dünün inceliklerinden yola çıkarak bugünün aynasında gördüklerini, hissettiklerini ve yaşadıklarını okurlarına aktardı. Kimisinde “Ey okur, bu kitapta yalan dolan yok!” diyen Montaigne rahatlığı, kimisinde Beyani tezkirelerindeki samimiyet, kimisinde Ahmet Rasim musahabelerindeki lafazanlık, özellikle Salah Birsel rüzgârı esti. Cemil Meriç’in dediği gibi, “her duyguya, her düşünceye, her tereddüde açık” fikirler uçuştu. Okuru Nermi Uygur deyişiyle, “her şeyin her şeyle sarmaş dolaş seviştiği bir süreç”ten geçirdi.
2020’de Bakış Acısı’nda insanla, doğayla, kitaplarla sarmaş dolaş olmanın yollarını aradı. Deneme ustalarını, ünlü düşünürleri, şiir dünyasının sihirbazlarını okuma sofrasında kuş sütüyle ağırlarken sanatın sarhoş edici yanlarını masal tadında, efsane kıvamında bir prizmadan geçirdi.
Bu hafta yine bir söz ustasını ağırladık kendisine sonsuz teşekkürlerimle sözünüz daim olsun Barış Hocam.
Haftaya buluşuncaya değin sağlıcakla, sevgiyle kalın…
BENİ ATEŞLE SINAMA
ey şiir, beni ateşle sınama
ben derin aşklardan çıkıp gelmişim
dağ taş, görkemli himalaya
bir çığlığa sıkıştırılmış sevincim ben
dilimde kızılca kıyamet bir kadın eğleşir
gönlümde derin bir züley’ah
dedim: dağılacaksın oralardan buralara
saçların siyahi ve reyhan
geçip gidiyorsun, ateşim kime kalacak
sen hâlâ ağustosta zemherisin
ağzımda kızılca kıyamet kuşlar tünese
göğsümün ateşiyle takas ederim
biz güldikenlerini gülüyle öptük
devedikenlerine sarıldık
**
su yürüyüşlü
-anna’ya-
çoğalıp çoğalıp gidiyorsun sabahları
bir türküde, bir şarkıda, bir çocuk ıslığında
bende bir azalmışlık, bir tükenmişlik
sincabın dadandığı salkımlarda çürüme
bir kurumuşluk, eylül mü ne, kimbilir aysızlık
susuzluk diyelim nedenine, nedensizlik diyelim
dilimde yonca mavisi sözcükler, uladıkça uladım
sarısabırlara özgü dirilik
dönersen kement boynumda fular
mor kapılarda salı türküsü
sen yokken yüzünü çerçeveletip astırdım
gözlerin ayrı bir parantezde rehin
bir damla gümüş, bir damla su mavisi
bir kanat hışırtısı, kuşlanmışımdır ansızın
uçup gidiyorum uçup gidiyorsun
biliyordum kalbinin sığmayacağını göğsüne
dedim ki rüyasın, dönüp dolaşıp gördüğüm
uyanılsa sen renk, uzun sürse türkülük
sonra bir kadın, su yürüyüşlü
duru türkçe, nilüfer
**
KUŞ SAATİ BANA GEL
.
uzun mu sürer iki kaşın arası
a dı nı he ce le mek ten ge li yo rum
seni sayıklıyorsam bir eksiğiyle
bir fazlasıyla ödeşiyoruzdur
belki biraz sendin biraz bendim emirgan
cumartesi yalnızlığına kalabalık
dün buralarda bir dağ vardı
seni görmeme engeldi, kaldırdım
gül resmi işle göğüs boşluğuma
bahardan bir alacağım var
kuş saati bana gel, sevişelim
içimizdeki ayrılığı deşelim
sabahları kuş çiz, hikâye anlat
insana bağlanma
ırmağa özenenler akıp gitti
ben sende donup kaldım