KÜLTÜR SANAT

Neslihan Dağlı ile Seçkin Şiirler’de Burcu Yalkın

Merhaba sevgili okur,

Bu haftanın şair konuğu sevgili Burcu Yalkın 11 Kasım 1975’te Ankara’da doğdu. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Meslek Yüksekokulu’nu bitirdi.

Şiirleri ilk olarak Onaltıkırkbeş dergisinde okurlarla buluştu (2006). Şiirleri Onaltıkırkbeş, Kurgu, Deliler Teknesi, Aydili, Ekin Sanat, Temrin, Lonca, Koridor, Kirpi, Adalya, Eliz, Edebiyatist, Karahindiba, Caz Kedisi, Bireylikler, Şiiri Özlüyorum, Son Gemi, Gecekondu Fanzin, Yükleniyor Fanzin, Koza Düşünce, Varlık, Mühür, Lirik, Şarki dergilerinde yayımlandı.

Kitapları;

Şiir: Nefret Sütü, Anima Yayınları 2019 

BURCU YALKIN’IN ŞİİR ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ ;

Kalbimizi kocaman bir süzgeç gibi düşünürsek işte buraya; acılar, hüzünler, çırpınışlar, kayboluşlar, ölüm ve zaman yavaş yavaş birikiyor. Bu birikenleri bir kalemle ezmeye başlıyorsun. Hepsi birbirine karışıyor. Bu karışıklıktan tek bir damla süzgecin altından akıyor. İşte tadından, anlamından emin olmadığımız şey bence şiir. Bu karma olma durumu ve şekilsizlik de insanların onu okurken farklı anlamlara ve şekillere bürümesini sağlıyor.

Yokluğuma değen, beni an’lık var eden yazmak oluyor. Ölümün kıyısında gezen nefes sana canını veriyor. Kendi canından olurken. Bu bir döngü. Sözcük mü içine yerleştiriyor seni, yoksa sen mi sözcüğü? Bunun cevabını bilmiyorum. İçinde bir burcu varken, dışında yüzlerce burcu var.

Dışardan hem kendine, hem doğaya, hem insanlara bakmak senin gözlerine ayrıntı merceğini yerleştiriyor. Yani bir nehir kıyısında suya bakarken ve onu dinlerken üstündeki ağaç dalının sürüklenişini görüyorsun. Mermerin içinde sana bakan gözleri hissediyorsun. Nesneler artık nesne olmaktan çıkıyor. Onların da yalnızlıkları, parçalanmışlıkları, suçlara ortaklıkları var. İşte bunları zeminsizleştiren senin yazdıkların oluyor.

Her zaman kendisiyle derdi olan bir insan oldum. Derinlerde yatanı deşmek benim için önemliydi. Çocukluğumdan beri bir aitsizlik duygusu ve yabancı hissetme durumum oldu. Yani sanki birisi beni bu dünyaya attı ve ‘ol’ dedi. Ama kendimi burada hiçbir yere konumlandıramadım. İçe Çöküş şiirimde “neden insanların dilini bilmiyorum tanrım” dizesinde aslında insanlarla olan bu sıkıntımı net bir şekilde belirttim. O zaman da kendi görünmezliğimi ve yokluğumu belki de kırmak için şiire yaslandım.

 İçimdeki ben’leri çıkarttıkça yeni bir dünya inşa ettim. Ama bu dünyayı kurana kadar ölüm, kaçış ve intihar konularında habire tünel kazdım. Kazdıkça bir ben bir ben bir ben daha çıktı. Kimisi ölü kimisi canlı doğdu. İçime baktıkça karanlığın içindeki ışıkla yazdım. Sonunda dışarıya çıkarttığım burcu’ları bıraktım ki onlar doğanın, hayvanların ve nesnelerin dilini bana öğretebilsinler. Şiirlerim salt kendi yaşamımdan oluşmuyor. Başka insanların acılarını sünger gibi emebiliyorum. Kimileri buna ‘empati’ dese de benim yaşadığım bunun biraz daha ötesi. Ve okuduğum bazı kitaplar, şiirler ve filmler yeni şeylerin doğumu için yetiyor bana.

Bir insan bence kendi derinliğine vardığı anda tüm evrenin sırrına erebiliyor. Hemen hemen tüm evren aynı moleküllerden oluşuyor. Kendini ayrıştırmadan bütünlemeye çalışsan yetecek. Şiir için; ya zifiri karanlık ya da çok parlak ışık bunun ortası yok. Bunun arasında kalınca saniyelik bir fısıltı belki de ilk kıvılcım. Şiirin taşları kusurlu, eksik hatta sefil tarafımızdan geliyor. Onu nasıl nereye koyacağın sana kalmış.

Evrende her şey iç içe geçmiş. Kapı kapanırken içerdesin, açılırken dışarda. Yaşam ve ölüm aynı bağlamda yüzlerce tekrar, ama hepsi farklı biçimlerde. Hücrelerin benzerliğindeki o ufak ayrıntı bizi öteki yapmıyor mu? Ayrıntının toz hâlini hissedebilen sen sanatsın ve sanat sensin. Daha kelimeye dönüşmeden incecik tülden harfini rüzgâr alıyor. Dolaştırıyor dolaştırıyor. Bazen bir yaprağa konuyor. Bazen pencere camına. Ateşten bir kenarı yanıyor. Soğuktan buz tutuyor köşesi dökülüyor. Güneşten sararıyor. Ve lekeleniyor bolca.

İşte rüzgârla savrulan bu harf bunca dolaştıktan sonra şiir oluyor. Dışındaki sen bunu görüyor ve seziyorsun. Bu tül sonra birilerinin boynuna konuyor ve değiyor. İşte o zaman şiir başka insanlara dokunuyor. Benim şiire bakışım böyle. Fısıltı ormanında tülden harflerim var. Kalbimdeki rüzgâr onları savurunca bana da onları dinlemek, izlemek ve hissetmek düşüyor.

EKLENTİLERİN TUHAF ŞEKİLSİZLİĞİ

annem sen gittikten sonra

kimse bana kırılacak eşya gibi dokunmadı

.

‘her şey düzelecek’ diyen birisini bulamadığım

ve sırf bunun için öldüğüm doğrudur

ölünün sedyeden sarkan koluna baktığınızdaki

boşluk duygusu tanıdık

.

yapışıyor tenime bu beklemişliğin kokusu siyahı

dışarıda aydınlık toplayanlara gölge oldum

güneş değilim biliyorum

hiç olmazsa bir ağacın kalbine yerleşseydim

binlerce yaprağa anne olsaydım

şefkat kokar mıydım yeşilce  

.

annem sen gittikten sonra

şu dünyada eklenti gibi kaldım

beni bütünleyen sen yoksun ya

öyle tuhaf öyle şekilsizim

uzaklığın içinde uzak kalmaktan

çok yorgunum

yakınca susarken dinlendiren bakışını

görsem kulaklarımdaki bu çığlık diner mi?

.

gözlerimi oyup tabağa koydum

ellerimi çamaşır ipine

parmaklarımı çantanıza

yine de dönüp bakmadınız

uzuvsuz yaşayan bu parçalanmışa

hepsi azıcık görünmek içindi

.

kelebek kanadına parmak ucunla dokunduğunda

hissettiğin yaşamla ölüm arasındaki sınır

her gün bir başkasının bahçesinde

nefessiz kıpırtısız korkuluk hâli

.

annem sen gittikten sonra

siyah beyaz sinemaskop bir görüntü

dondu yüreğimde, “YAŞA” tuşum bozuldu

artık hareket edemem

.

beni bakırcılar çarşısına bıraktınız

döve döve şekillendirdiniz

tencere görüntüsünde bir yalnızım

üstelik hiçbir evde

çorba kaynatamayacak kadar tükenmişim

tezgâhları süsleyecek kadar güzel de değilim

ötekilerin yanına çöpe atın gitsin   

.

annem sen gittikten sonra

kurumuş, küflü ekmekler gibiyim

yağmurum olsaydın, ruhum ıslanırken yumuşardı

(milyonlarca keşkeyi taşır mı bu omurga)

.

çarpmaya korktuğunuz kaplumbağa çoktan öldü

lüks arabalarınız benzin yakmasın

yol kenarına tekmeleyin gitsin

şimdi bu şiir burada biter mi?

‘anne sen gittikten sonra’ derken

içimi boydan boya çizen

ahhh! sesinde bitti.

**

KOPUK DÜĞME

deli düşüncem kopuk düğme

dik beni olmayan gözlerine

.

bağışla kimsen değilim biliyorum

ama sarı saçlarına efkârı dolduran

bakışların tanıktır yakınlığımıza

.

hayrete düşüren elyazması bir ilişki bu

okumaya çalıştıkça karışan düğüm misali

sessizliği yaşama pay ettiğimiz sıcaklık 

.

dağların eflatun bulutlarına yol açan

ıslak şiiri yazgıma bıraktığın gün

acının üzüm bağlarıyla tanıştım

**

NEFRET SÜTÜ

ölümü özlüyorum

yaşam gibi seni öperken

.

dudağında intihar eden

balinaların sessiz çığlığı

sırtında gitme zamanı

.

ayakaltı sevmelerin telaşında

geceyi delen

tek atımlık gözyaşı

.

aşkın kusur lekesi

dargınlığın seyir defterine

düştü

.

yeşile maya ettiğin

iki dal yorgunluk mudur

seni bana yakınlaştıran

.

nefret sütünü

bakışınla yudumlarken

derine bir çöl bırakırsın

.

gözlerinden akan yaş değil kum

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.