KÜLTÜR SANAT

Neslihan Dağlı ile Seçkin Şiirler’de Dilek Değerli

Merhaba sevgili okur,

Bu haftanın şair konuğu sevgili Dilek Değerli 1961 yılında Konya’da doğdu. Orta ve lise eğitimini Konya Anadolu Lisesi’nde tamamladı. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni bitirdi. Aynı üniversitede yüksek lisans yaptı.

Şiirleri, yazıları ve çevirileri birçok dergide yayınlandı. Sahafın Keçisi, Çevirmenin Notu ve Çerçevesiz Sanat dergilerinin yazı kurullarında yer aldı. Şiirleri Çince, İngilizce ve Romence ve Farsçaya çevrildi. World Poetry Yearbook 2013- 2014-2015 seçkilerinde şiirleri yayınlandı.

2019’da kitapları ve şiiri üzerine yazılmış yazılardan oluşan ‘Seçkin Poetikalar / Dilek Değerli’ adlı bir kitap yayınlandı. 2021’de ‘Feminist Voices, An Anthology of Poems on Domestic Violence’ adlı antolojide şiirleri yayınlandı.

 ‘Çocukluğuma Mektuplar’, ‘Şairime Mektuplar’ ve ‘29’ adlı kitaplara yazıları ve şiirleriyle katkı sağladı. Bursa Dergiler Platformu Budep tarafından çeviriye katkı ödülü verildi(2023). İstanbul’da resim sergileri açtı. 

Şiir Kitapları:

Salyangoz İzi, 2006, Gece Kelebeği, 2007,Yorgun Ruhlar Korosu, 2012 ,Rüzgâr Kuyusu, 2015 , Kozadan Karadeliğe, 2018, Zaman Kayması (Seçme Şiirler), 2018, Üşüyen Göl, 2021

Çeviri Kitapları:

Kilitli Kapılar, Şiir, Anne Sexton, 2006(1.baskı), 2007(2.baskı), Gizli Cennet, Şiir, Emily Dickinson, 2007,

Aşk Yamacındaki Ateş, Şiir, H.D., 2008,Tutku Denizi, Mektup, Emily Dickinson, 2007, Yıldızların Aşkı, Şiir, Amy Lowell, 2007

İnceleme Kitabı:

Bulutlar Prensi Baudelaire, 2007.

 Deneme Kitabı: Çekirge Bellek, 2022

DİLEK DEĞER’LİNİN ŞİİR HAKKINDA GÖRÜŞLERİ :

Şiir hakkında çok tanım yapılmıştır. Onlardan en şiirsel bulduğum Octavio Paz’ın “Şiir, içinde yeryüzünün tınladığı bir midye kabuğudur.” tanımıdır. Midye kabuğu hep onu dinleyecek kulakları bekler, şiir gibi. Şiir özgürdür. Ancak şiirin özgürlüğü şairin evreninin sınırlarıyla kısıtlıdır.

Şiir hakkında yazdığım ‘Şiir’ adlı şiirimde şöyle demiştim:

                    Ustura gözlü bir kaplan

                    harlı bir çığlıktır şiir

                    görünmez bir yangınla yazılan.

Şiirin en önemli aracı dildir elbette. Sözcükler, gerçekler ve hayaller arasındaki dengeyi sağlamaya çalışan bir ip cambazıdır aslında şair. Mallarme boşuna dememiş; “Şiir, sözcükler dinidir” diye. Bir dizenin söylenişi için birçok olasılık vardır. Şairin gücü o dizeyi nasıl bir dizilişle ve hangi tınıda söylediğinde yatar. Devrik söylenen bir dize her zaman şiirsel değildir. Yan yana getirilen sözcüklerin birbirleriyle uyumla dans etmeleri de gerekir.

Bazen iki sözcük yan yana geldiğinde birbirini kemirir, ısırır, hatta yutarlar. Sözcüklerin anlamı dışında müzikleri de şiiri dönüşüme uğratır. Şair aynı anlamı veren değişik sözcüklerden en uygun seste olanı, diğer sözcüklerle hem anlam hem biçim olarak en iyi dans edebileni bulmaya çalışır. İlk akla gelen sözcük ya da söz dizisi her zaman en iyisi olmayabilir. Bir kaç renk yan yana gelince uyumlu ya da uyumsuzluktan söz edildiği gibi sözcüklerin yan yana gelişlerinde de aynı durumlardan söz edilmeli. Şair kendi dilini çok iyi bilmeli, dili geliştirmek için çabalamalıdır.

Öncelikle dil bilincine sahip olmalıdır. Türkçede oturmuş bir karşılığı varken Arapça, Farsça, İngilizce vb. dillerdeki herkesin anlayamayacağı sözcükleri kullanmamalıdır şair. Türkçe esnek ve yeni sözcükler üretmeye eğilimli bir dil olduğundan şairler yeni Türkçe sözcükler yaratmaya çalışmalıdır. Nietzsche’ye göre yaratıcılığın ortaya çıkması için bilincin ölmesi gerekir. Yazarken sürekli bir bilinçlilik hali, şiirde tekdüzeliğe neden olabilir. Esin perisi diye adlandırılan şiir yazmayı tetikleyecek unsura zemin hazırlamazsa şair, uzun süre beklemekle yetinecektir.

Tanımlanacak bir esin perisi yoktur elbette, esin perisini ya da şiiri yazdıracak ilk ivmeyi, her şair kendisi oluşturur. Kimi şair okuduğu iyi bir şiir kitabından ya da izlediği bir filmden etkilenip yazar, kimisi içki içtikten sonra, kimisi çok acı çekiyorken yazar, kimi de yaşamını sarsan olaylar bittikten ve üzerinden epey zaman geçtikten sonra biriken tortuyla yazar.

İmge ve metaforu şiirin atardamarları olarak görüyorum. Şiiri yalnızca duygu patlaması olarak görenlerin tersine şairin hayal gücü, hayat birikimi, sezgi ve aklını kullandığı bir duyumsamayı dile dökme olarak görüyorum. Duyarlı bir akıl, şiirin kurgusunu oluştururken, imge kurarken şairi saçma serüvenlerden kurtarır. Birden yazılıveren dizelerden hemen bir şiir oluşmuş yanılgısına kapılmamak gerekir. Şiirin de demlenmeye gereksinimi vardır. Bazı şiirler aylarca hatta yıllarca bitirilemez. Hayat birikiminin içinde kitaplardan edindiğimiz bilgiler de vardır. Ama yalnızca bu bilgileri kullanarak yazılan şiire şiir diyemeyiz.

Çoğu şair mitolojiden, felsefeden beslenir şiirlerinde. Şiirde bilginin dozunu çok iyi ayarlamak gerekiyor. Fazla bilginin şiiri düzyazı bir metne dönüştürme tehlikesi vardır. Şairin edebiyatla olduğu kadar güzel sanatların her dalıyla, felsefe, psikoloji, biyoloji, zooloji, uzay bilimi vb. dallarla da ilgilenmesi gerektiğini düşünüyorum. Kısacası şair çok donanımlı olmalı. Tanık olduğu her şeyi iyi gözlemeli, çok okumalı, çok bakmalı, çok duymalı, çok düşünmeli, çok düş kurmalı.

Kendine özgü bir evreni olmalı şairin. Şiir, edebiyat türleri içinde en kısa ama en damıtılmış en yoğun olanıdır. Bir ağacın öz suyu gibidir. Şiirde imge oluşturmak sözcüklerle bir görüntü oluşturmaktır. Leonardo da Vinci’nin dediği gibi “şiir görülmeyen ama duyulan resimdir”. İmgenin tanımına bakarsak; algıladığımız görsellik / görüntünün dille ifadesidir. Şiirdeki imge ve metaforlar, şiirin sınırlarını genişletir.

Resim, heykel, sinema vb. güzel sanatlarla hiç ilgilenmeyen şairlerin zorlama imgeler oluşturduklarını gözlemliyorum. Rilke, Rodin’e şiir yazamadığından yakınır. Rodin de bir ressam, bir heykeltraş gibi düşünmesini, çevresine de bu güzel sanatların her dalıyla, felsefe, psikoloji, biyoloji, zooloji, uzay bilimi vb. dallarla da ilgilenmesi gerektiğini düşünüyorum. Kısacası şair çok donanımlı olmalı. Tanık olduğu her şeyi iyi gözlemeli, çok okumalı, çok bakmalı, çok duymalı, çok düşünmeli, çok düş kurmalı. Kendine özgü bir evreni olmalı şairin.

Şiir, edebiyat türleri içinde en kısa ama en damıtılmış en yoğun olanıdır. Bir ağacın öz suyu gibidir. Şiirde imge oluşturmak sözcüklerle bir görüntü oluşturmaktır. Leonardo da Vinci’nin dediği gibi “şiir görülmeyen ama duyulan resimdir”. İmgenin tanımına bakarsak; algıladığımız görsellik / görüntünün dille ifadesidir. Şiirdeki imge ve metaforlar, şiirin sınırlarını genişletir. Resim, heykel, sinema vb. güzel sanatlarla hiç ilgilenmeyen şairlerin zorlama imgeler oluşturduklarını gözlemliyorum. Rilke, Rodin’e şiir yazamadığından yakınır.

Rodin de bir ressam, bir heykeltraş gibi düşünmesini, çevresine de bu gözle bakmasını önerir. Rilke de bu öneriye uyar ve sonrasında daha farklı görsellikte şiirler yazmaya başlar. Resim yapmam, mimarlık eğitimi almış olmam ve sinema tutkum nedeniyle olsa gerek benim şiirlerimde de görsellik ve mekansal imgeler epeyce yer alır. 

ÇÖLDE AÇAN GÖL

Sözünüz dikenli, aklınız yırtıcıydı çok

tek gözü açık uyuyan bir balıktı endişe

ipini çekince inen kuklanız olmaktansa

çölde şiir gezdiren kertenkele oldum

su, bütün imgelerin içine işliyordu.

.

Yoldu her yeri çölün

ya da yolu yoktu hiç

sızmış bir balıktı huzur

dudaklarım dökülse de pul pul

dilim keskinleşiyordu girdiğimde bir yılan gömleğine

saçılmış iğnelerin üstünde uyuyor sanılan

çok başlı bir kara kuğuydu imge.

.

Bazen yumuşak bakışlı bir dize örtüyordum kaktüse

bazen de dikenler çiziyordu

unuttuğum şiddetinizin panterini derime.

Mezar kazıcısı yorulunca çukura yatar

bulutları çerçevelermiş

başımda zeplinler döndüren bellek

sarı sıcak döşeğe uzanınca geceleyin

yedi boğumlu bir metafora gebe

uğultulu ve hayaletli bir bahçe baksındı gök tavanından

ya da buz sarkıtlarla renkli sarmal ışıklar.

.

Suyun sızmadığı bir serap görüyorken

oyuldu kumlar içine

şiir gözü açıldı sanki göğün; çölde göl

bilirdim çuhayla ipeği öpüştürmeye çalışan cesur bir terziydi şair

bense gölün kıyısında bekleyendim

dizeler öpsün diye.

.

Hep ince bacaklıdır dönüşün leyleği

hala ıslağım gagasında

ne çabuk üşüyordu kağıttaki dalgalı kumlar

uzun kollu ağaçların gölgesinde.

Kimin çölü daha sıcak

resimlerin mi, sözcüklerin mi.

**

.

RÜYA DENİZİ

Fırtına kamçılı gecede

şehirler dolusu mağara

mağaralar dolusu kağıt insan

birbirlerini katlıyorlar küçülebildikleri yere kadar.

İçimde şiirle düşüp kalkan dalgalar

dikensiz uykuda yasemin kokulu sessizlik

rüyanın köpüklü denizinde

beden tüyden hafif

rüyadan güne damlayan bal ya da kan.

.

Amazon’da bir Şaman rüya içkisi yaparmış

bilinmeyenleri görsünler diye

rüya dilencileri çokmuş Mars’ta, öyleymiş.

.

Her köşede bir örümcek salıncağı

yanılgı duvarına oturmuş ayaklarımı sallıyorum

aşağıdaki iki ağızlılara

tek kişilik bir koroda şef yoktur

zamanın notalarını istediğim gibi eğip çekiştiren

rüya gezen bir şarkıcı olarak

topluyorum eskimeyen ezgilerini belleğin

dans etmeye başlıyor duvar

aşağıdaki çatal dilleri titreterek

dalgalar öpüyor duvarı

duvara yazılıyor iki dize;

deniz öpüyorsa bir şehri

gözleri ışıldayan bir kadındır o.

**

.

AKIL UÇURUMU

Uzun bir tırtıl yolculuğunda

kırmızı ağlar, karınca

ağaçlar toplanmış

kuşların göğünde

puslu sesler dökülür

dağ rüzgârının ağzından

papatyanın tek isteği

minik bir kelebek uçuşu.

.

Şelaleden düşerken

kış gecesinin donmuş parmakları

şarkıya yanlış perdeden girer

incileri kırık çocuklar.

Keskin bakışlarında kederin

çatlar yüzün duvarları

ve kaplumbağalara dönüşür parkeler.

.

Zamanın ipini bırakan

düşer kendine

çizgisiz çizikler

ve sıyrılış tenden

dönme dolap durur yukarıda

hayat ayaklarını da alır.

.

Aklın uçurumları derinleşince

rüzgâr bile sessiz eser.

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.