
Merhaba sevgili okur,
Bu haftanın şair konuğu sevgili Gülten Tomurcuklu aslen Bayburt’lu olan şair 12 Mayıs 1954 yılında Trabzon’ da doğdu. Bolu Kız İlköğretmen Okulu sınavlarını kazanarak, yatılı okuma hakkını elde eden şair altı yıllık okulun 5.sınıfında Öğretmenler Kurulunca Yüksek Öğretmen Okulu’na seçilir ve İstanbul Üniversitesi’nden felsefe grubu dersleri öğretmeni olarak mezun olur. Uzun yıllar devlet okullarında öğretmenlik yapan Gülten Tomurcuklu emekli olduktan sonra da özel okul ve özel dershanelerde felsefe dersleri öğretmenliği ve eğitim danışmanlığı yaptığından söz ediyor.
‘’Şimdilerde ise sanatla dolu bir yaşam yolundayım. Sartre’ın “insan kendini var eder” yaklaşımını kendi varoluşumda gerçekledim.” Ben”olmayı; bilim, sanat ve felsefeye borçluyum. Anadolu kırsalından büyük kente göçmüş bir çocuğun yaşadığı kültür şokunu ve kendini var etme çabasını, yaşama tutunuşunu izleyen bir yaşam süreci benimki diyerek varoluşu, renklerimi ve yaşama sevincimi en çok sanata/şiire borçlu olduğunu söyleyen şair hem üreterek hem de izleyici olarak. Sanatın birçok alanıyla ilgili olduğunu resim( karma resim sergilerine katıldım.), seramik, müzik(iyi derecede mandolin çalıyorum), el sanatları, tiyatro hem izlediğim hem de çalışmalar yaptığım alanlar.
Tabii ki edebiyat bir başka tutku benim için; şiir öncelikli olmak üzere öykü ve eleştiri yazılarım da var.
İstanbul gibi bir sanat kentinde yaşayınca, sanatsal etkinliklerin tüm nimetlerinden yararlanabilme şansınız oluyor. Yaşam anlayışımın düşünsel yönünü felsefe ne kadar etkilediyse, duygu dünyamın oluşumunda da şiirin ve sanatın o denli etkisi var diyerek noktalıyor.
GÜLTEN TOMURCUKLU’NUN ŞİİR ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ;
Şiir, içsel duyumsayışlarımın; hüznümün, sevincimin, sevilerimin, kırılışlarımın, yürek
coşkumun, tüm insani duygularımın sesi .Beni iyileştiren, yaşama bağlayan,
varoluşumu tamlayan, büyüleyici bir dünya; büyüleyici ve olgunlaştırıcı. Duygusal
olgunluğumun ölçeği adeta. Çocukluk yaşlarımdan beri şiirle içiçeyim; annem
ezberden çok güzel şiirler okur, deyişler söylerdi.
Çocuk yaşta yatılı okula gittiğimden olsa gerek, içimde hep bir özlem ve hüzün taşırım; bu ruh halimin dışavurumu, benim için bir tür sağaltım yoludur şiir/ sanat. Beni iyileştiren bir sevda. Bu yüzden hiç bir iddia ve zorlama ile şiir yazmıyorum.
Şiirlerimde olabildiğince yalın bir dil, “edebiyat yapmak”tan kaçındığım bir yol izliyorum. Her ne kadar konuşma diline yakın, serbest şiir biçimini yeylesem de, imgeleme /soyutlama ve mecazlar şiirimi renklendiriyor. Bilinç oyunları , bilinç atlamaları, zamanda kaymalar, anlık duyumsayışlar şiirimin dokusunu oluşturuyor.
Varoluşun içindeki her şey benim için özel, anlamlı ve değerli, böyle bir yaklaşımla sözcüklerde büyük harf kullanmıyorum; bunu bir tür “eşitleme” olarak görüyorum. Şiirdeki iç sesler ve senfonik tınılar yaşama sevincimin ve bazen de içimdeki hüznün dışavurumu gibi yansıyor dizelere.
Resmimin renklerini, kulağındaki bir türküyü, izlediğim oyundan/operadan bana kalanları yeni bir ruhla var edince, görüyorum ki şiirim “Ben” olmuş!
İnsandaki yaratma gücünün düşünce yoluyla felsefeyi , yaratıcı hayal gücünün de sanatı/şiiri oluşturduğunu düşünürsek; sanatla felsefenin içiçe olduğunu da söyleyebiliriz yaratıcı alanlar olarak. Her ikisi de atılımcı, korkusuz, yenilikçi, hatta asi, öznel/ özgün ve hep “yolda olma” durumundadır.
Gerçeği ve güzeli yakalamanın yollarını açan bu yaratıcılık diğer bilme ve bilgi alanlarına bir anlamda yol gösterir . Öznel yaratıcılık ürünü olmaları, evrensel boyutlar taşımadıkları anlamına gelmez. Yaratıcısından çıktıktan sonra gereksinimi olan herkesindir felsefe ve şiir; başkalarına ulaştığında artık Onlar’ındır.
Sanatla felsefe üzerine hep tartışılan bir sorun var geçmişten bugüne; şair felsefe yapabilir mi şiirinde ya da düşünür şiirle öğretisini sergileyebilir mi ?
Bence bu tartışmayı zorlamak anlamsız. İnsan tüm kültür yaşamıyla bir bütündür. Sanatçı /şair bu dünyanın insanıdır ki, insanlığın sorunlarından uzak kalması olası değil. Yapmak istediği de bir felsefe öğretisini şiirle öğretmek olmayıp estetik bir varoluşu ortaya koymak, hayranlık uyandırmak ve tabii ki hangi erekle yol alıyorsa, ona ulaşmak.. Nazım Hikmet Tagore, Ahmed Arif, Mayakovski gibi birçok şair, şiirlerinde işledikleri tema ile bir anlamda düşünsel kanılarını da yansıtırlar.
Düşünürler de öğretilerini şiir diliyle ya da doğrudan şiirle açabilirler. Her ikisi için de bir entelektüel birikimin varlığı yadsınamaz. Bu bağlamda İlk çağdan bugüne birçok düşünürde böyle bir yaklaşımın olduğu gerçeğini ; Platon’u, Heraklitos’u, frederik Nietzsche’i, Jean Paul Sartre’ı sorgulamak olası mı?
Bu bağlamda daha yapıcı bir yol izlemeli insanlık. Felsefe, sanat, bilim ve tüm kültür verilerinden kendine pay çıkarıp güzel bir dünyada yaşamayı seçmesi düşüncesindeyim.
Yazılarım ve şiirlerim okul yıllıklarında ve gazetelerinde, farklı dergilerde (İmece,Üvercinka,TED ) , Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği yayınlarında yer aldı.
Pandemi öncesi çıkarmayı düşündüğüm şiir kitabımın basımını sonbahara bıraktım.

adsız
bu sokağın sessizliğinde duvarda adım
duyuyorum fısıldıyor ; adım yitik !
yokum ben, zamana karışmış;
uzak zamana
hayalim geçiyor şu cumbadan; tül, tül.
zarif, kırılgan şarkılar mırıldanarak…
soluyorum,
ahşaptaki sardunya kokusu gerçek
uzak hayalimde
şu dar sokak bıçkın naraları
ya da alt katta yaşlı kadın duaları
ya da ben
bir çocuk çığlığı kulağımda
karışıyor akşam çığırtkanlarına
yürüyorum geceye, anılara…
bir kadın koparıyor takvimden günü
acılı yüreği ben, hüznü ben
değmiyor eli küflenmiş zamana
açamıyor sandığını, korkusu ben
yürüyorum zamana, ait olmadan.
adım yok, zaman ben.
**
sen /….ötelerde
telaşı yok günlerin ötelere gitmeye
akıyor zaman , öylesine
yarışırcasına bir soluk günbatımı
gecenin gizemiyle
mağrur gülüşlerinde yıldızlar
tesellisi sevdalara dolunayın ki
maviler ışıklı , yakamozlar çırılçıplak
ne can , ne ten , ne yürek yangınlarda
gözlerim , bir tek gözlerim tutuda.
gece uzun
erkence kapanıyor kapılar
yalnızlıklar, fısıltılar , korkulu sırlar
sarıyor havayı
o eski heyecanı yok
akşam buluşmalarının
saçak altı kaçamaklarda.
sarılmalar yüreklere çiziliyor, tenler buz !nasıl da büyütüyor anılar umudu
eski fotoğraflarda sığınçlı kaldı seviler
seviler ki , çekinceli öpüşlerle
uyku arası sevişmelerde .
düşle gerçek arasında sen varsın
uzak …hep uzak..uzaklı
düşler de yasaklı ,
yasaklı günlercesine
zamanlar kaygılı ,sığınmalar uzak
şimdi sırası mı renklerin
ya kızıllığı gecenin
bu ölümcül ateşlerde bir soluk ömrün ;
kime adanmışlığı
kim tutar yüreğimi
kim sarar kırılmışlığın yarasını
öylesine masum,
öylesine yalnızken ellerim…
**
suskun…
sessizliğe boyandı sular, renkler suskun
yorgun çırpınışlarda akşam
uykuda bütün tanıklar
bir tek ses ; nefes
rindlerin akşamında
ne ölüm, ne çığlık, ne kan
bir tek zaman, tek bir an
yürekler suskun
sus !
sar karanlığa gizimi
sen k,i yazgımın efendisi
pusuda kutsallarım; gizle
birazdan geceye teslim bedenler
ay sularda, sevişmelerde yıldızlar
sus !
sar teslimiyetimi
suskun kızıl meydanlar
ölüm tarlaları suskun
isyan çığlığında kastanyet
suskun rakkase…
sen ki
yüz yıllık yalnızlığımın tanığı
avutma yalancı vuslatınla
sızıda çelişkilerim
sus !
serap ol özlemime
sınama korkularımı gayya kuyularınla
sen ki, sığığnışların umudu
sığdır ömrüme sevilerimi…