Merhaba sevgili okur,
Bu haftanın şair konuğu sevgili Halil Çamay 1972 Afyonkarahisar doğumlu.
Ortaokul birinci sınıfta okul yaşamının ona göre olmadığını düşünerek okumaktan vazgeçtiğini ama kitaplarla olan dostluğunu hiç bitirmediğinden söz ediyor.
İlkokul yıllarında edindiği yazma alışkanlığıyla hep yazmış 1999 yılında şair çevirmen Yaşar Günenç’le tanıştıktan sonra yazdıklarının şiir olduğuna karar verip onun önerisiyle yazdıklarını Yaba Edebiyat dergisine gönderiyor ve ilk şiiri 2000 yılında ‘’Yaba Edebiyat ‘’ dergisinde yayımlanıyor.
2002-2003 yıllarında Afyonkarahisar lider gazetesinde kültür sanat sayfası YABA EDEBİYAT, KAR, HAR, MAHSUS MAHAL, EKİN SANAT gibi edebiyat dergilerinde şiirleri yayınlanan Çamay, ara ara Birgün gazetesi kitap ekinde ve birgün gazetesi kültür sanat sayfasında çeşitli kitaplar hakkında yorumlar yazmış.
Halil Çamay hayatındaki tek amacın ‘’ iyi bir şair olmak ‘’ olduğunu vurgularken kendisine hiç uzak olmadığını ve şiirin yolculuğunda kendisine başarılar diliyorum…
Halil Çamay’ın iki şiirini sunuyorum.
İlk şiiri: Şiir dediğin birkaç imge mi?
Şiir dediğin birkaç imge mi?
Şiir dediğin birkaç imge mi sıradanlığa dönüşen?
“ ben senin hiç sıradan olmayışını seviyorum” demiştin.
Bir sahil kafeteryasıydı,
bir yaz akşamıydı ve birlikte yaşlanmaktı düşlediğimiz…
Bu halimi görseydin…
Saçma bir dünyaya açılan pencerenin önünde durmuş;
Şiirlerimi pazarlamaya çalışıyorum.
Karşımdaki;
Edebiyatı kurduğu birkaç cümleden sayan, bir az gelişmiş.
Bense;
Sıradan insanlar gibi yaşayamayacak kadar korkak,
Yazdıklarının arkasına gizlenmiş bir yaşam suçlusu.
Şiirlerimden bahsediyorum;
“yazıyorum” Diyorum,
Yazıya bağımlı yerlerimden nefret ederek,
Kalite-kalite, sınıf-sınıf ayrıştırılırken yazdıklarım iyi beslenmiş,
Neandertal yazı tüccarının ellerinde.
“yazıyorum” diyorum…
Gözlerimde öfke, dudaklarımda titreme…
Şizofrenik bir sevda,
İmgelerle aramda
Uzun soluklu cümleler kurup,
Soluksuz şiirler yazıyorum
Sylvia plath a âşık oluyorum soluk soluğa,
Nilgün Marmara ya, Virginia wolff a Ve madame Bovary’e…
Edebiyat dediğin senin dudaklarından dökülenlermi?
“derin bir adamın dostlara ihtiyacı vardır” diyor
Nietzsche,
Benim kadar sığsa tanrıya diyorum
Pencerenin diğer yanında
Edebiyat bilinen meta’nın karanlık sesi,
Zerdüşt ün mağarasına sığınmış çirkin adam,
Yok ettiği tanrısına ağıtlar yakan, ucube katil,
İsa’nın çivisini çalan lanetli cellât…
Edebiyat dediğin tüm günahlar mı?
Bachmann la birlikte yansaydım diyorum Roma da
Neron un yangınında.
Dokunuyorum pencereye
Parmak uçlarımla,
İnançsızlığın yarattığı mucizelerle heykelleşmiş
Meryem ana
Ve eteğinde Maria Magdelana,
Uzak denizlerin ve kırlangıçların ülkesinde,
Saçlarında,
Afrodit tapınaklarının Itırlı bahçesi,
Dudaklarında hedonist mırıltılar…
Şiirinde baronlarımı varmış?
Biz şiiri anarşist bir eylem bilirdik!
Pencereden içeri yine pencere,
Gözleriyle konuşuyor
Ve bir benedikten rahibi pencerede;
Sarhoş adımlarla raks ediyor,
Kirli kollarında çıplak çingene…
Edebiyat dediğin mahşer çığlığı…
Yorgun düşeceğini anlamış rahip,
Müstehcen cümleler fısıldıyor Çingene’nin biçimli kulağına,
Sahte kahkahalar yükseliyor
Alkol ve tütün kuyusundan,
El ele tırmanıyorlar sonra günah ve şehvet merdivenlerini
Ve cam… Kırılıyor…
Şiir dediğin birkaç imge mi Sıradanlığa dönüşen?
“ yaşamsa sana yazarak yaşamak yakışır” demiştin,
Ya ölüm! …
* * *
… ve
Yorum
O derin ağaçların arasında sesimi kaybettim ben
şiirimi
son sözlerini duyduğumda kıpırdadı son yaprak
aynı yoldan yürüyorduk binbirinci kez
aynı aralıktan…
ve sen
sapmalıyım buradan dedin…
sapmalıyım
artık bir başka ağalı yol türküsü söylemeliyim
durdum…
gözlerine baktım karanlıkta
bazı sözler karanlıkta söylenir dedin
bazı sözler hiç bir zaman dedi içimdeki ses
bir yaprak düştü binlerce defa kokladığım saçlarına
kımıldadı
son şiir geçip gitti yanımızdan
ne tarafa, hangi tarafa
fark edemedim
imgenin esintisini hissettim yalnızca
şiddeti
gittin
ne tarafa
hangi tarafa
parçalana
parçalana