Merhaba sevgili okur,
Bu haftanın şair konuğu sevgili Levent Karataş 1972 doğumlu.
1992 yılında Düşüyorum Galileo adlı ilk şiir kitabını yayımlayan şair daha sonra sırasıyla Masal, Bir Doğu Uykusu, Güzel Cumartesi, Piyano Fabrikaları, Bir Dünyalı-nın Mesafesi, Son Görüş, Ona Yaşadığımı Söyle adlı şiir kitaplarıyla da belleklerdeki yerini aldı.
Deneme Yayını adlı söyleşilerden oluşan bir kitabının ardından 2021 yılında 160. Kilometre Yayınları’ndan Fantom Ağrı adlı onuncu kitabını yayımladı.
Şiir ve yazıları Varlık, Adam Sanat, Hürriyet Gösteri, Kitap-lık, Sombahar, Yasakmeyve,
Akatalpa, Sincan İstasyonu, Edebiyat Nöbeti, Ecinniler, Virüs, Şiir-lik, Şiir Atı, Şiir Oku,
İblis, Şairin Atölyesi, Yeni Yüzyıl, Cumhuriyet, Cumhuriyet Kitap, Evrensel, Gazete Pencere,
BirGün Gazetesi gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı.
Türkiye Yazarlar Sendikası ve Türkiye PEN üyesidir. Hâlen İstanbul’da yaşamaktadır.
Levent Katataş şiirleriyle örtüşen kibarlığı üzerinde de taşıyan nadir güzel dost güzel insan şairlerdendir de.
LEVENT KARATAŞ VE ŞİİRİ HAKKINDA ;
Coğrafya dersi hep yüksek olan Levent ben Levent Karataş. Tanışırken insanlara kısaca Levent diyorum kendime.
Sadece buz mavisi okyanuslarda insan tarafından hiç fark edilmemiş küçük bir denizatıyım ben, kahverengi. Sanıyorum, 1972’de doğdum. Sanıyorum diyorum çünkü aile albümlerinde hiç çocukluk fotoğrafım yok. En üzüntü verici olanı da bu. Ergenlik fotoğraflarını da yırttım. Ve nisan yağmurlarını, yani ilk gençliğimin İstanbul’unda aşık olduğum bütün fotoğrafları yırttım. Yaktım onları.
Nasıl “Düşüyorum Galileo” adlı ilk kitabımdan sonra “Çarın Haritaları “adlı ikinci şiir dosyamı yaktığım gibi. Masal’ı şiire, aşka, hayata, hayale ve sayısız sonsuz şeye, şeylere ara verdiğim zaman çıkardım. Üçüncü kitabım masal. Gerçekte ne kadar ne denli hayata ara verdiğimi bilmiyorum. Nasıl bu üstü kapalı anlatım bile anlamadığım, anlayamadığım bir zorunluluksa hayat zorunluluğundan da kimi zaman vazgeçmek istedim.
Ve Güzel Cumartesi kitabım Yeruşalayim da bir cumartesi kutsal mekanlara bakan bir pencereden Cumartesi’yi izleme isteğim gibi, o Güzel Cumartesi’nin ıssızlığını izleme isteğim gibi, turuncu yalnız bir kitap Güzel Cumartesi.
Cumartesi otobüsüne binen ve unutmak için şarabı seçmiş mahcup, kasabalı bir ihtiyarın Cumartesinin uçarı neşesi gibi Güzel Cumartesi. Ve daha öncede söylemiştim tarihimin tutanaklarını yırttığımı. İlk gençliğimin beni yerlere düşüren aşklarını (aşk böyledir işte yıkılır düşersin yerlere) çiçek dürbünü ve salyangoz sattığım ve lekesiz beyaz gömlek giydiğim Güzel Cumartesi.
Ve bugünlerde plazaların siyah ayna camlarından uçaklar geçerken 2014’lerin İstanbul’unda çıkan bir kitap seçme şiirlerden oluşan Piyano Fabrikaları. Sanırım şiirime ilişkin verileri de veriyorum mesafeler dediğim bu biyografide. Artık her dünyalı şair gibi, artık kahin Rimbaud’un artık Peygamber Rilke’nin yaşamadığı çağ dediğimiz bir çağda vahşetin korkunun sindirmenin yok etmenin kısaca kan görmeyi ve dökmeyi seven putperestlerin çağında yazıyorum şiirlerimi.
Sinematografik çünkü iki kere sinema eğitiminden geçtim. Gereklilik üzerine imgelerle şiiri kuran çünkü güngörmüş. Bu övgü bana değil ustalarıma Fransız şiiriyle yetiştim çünkü sevgili abim Doç. Dr. Hakan Karataş’ın bilge ve ermiş ve ben duygumun içindeki iyiyi kışkırtan abi dostluğu nedeniyle ve el vermesiyle çok büyük bir şiirinde “büyük ağlayışlarla biter ” diye dizelendirmişti şiirini buna inandım ben. bununla ayağa kalktım, bununla yürüdüm ben.
Dediği gibi de oldu zambaklar suda kımıldadı. Serçeler pır pır uçup kondu. Bülbüller cikcik güle aşık oldu. Ve bahar geldi sefasıyla nazıyla çiğ damlalarıyla ömür kadar kısa yağmurlarıyla hepimize. Hepimizin umuduna umduğum gibi zavallı küçük kalbimden kopup gelen umutlarla.
Birinin bana ateist, tanrısız olmamı istediği gün kadar çok korkmuştum hala çocuk kalbimle öyle korkuyorum ve varlığı için dua ediyorum Allah’a.
Biz Allah’ın gülümsemesiyiz.
Biz Allah’ın gülümsemesiyiz.
Biz Allah’ın gülümsemesiyiz.
Velakin bu sürgün şehrin içinde rüzgarın dalları hışırdatmasını bekleyen Vural Bahadır Bayrıl’ın ikindi şiirinde bize bakan ihtiyar gibi onun yani o Balkan’lı ihtiyarın ironisi gibi son kitabım “Mutfak”
Büyük ağdalı bilmiş didaktik bir cümle kurmak istemem ama “Mutfak” yalnızca yalın hayatı yazma çabası içinde olan ve şiir uğraşı içinde olan bir deneme evet deneme bütün kütüphanelerin yıkıldığını bütün poetik hareketlerin eskidiğini bütün büyük şiirlerin sonunda klasik olduğunu görmüş ben ve siz olarak artık saçmalamamızın zamanının gerekliliğinin inancıyla yazılmış şiirler bir tek an bir kez saat ve zamansız bütün dilimleri.
Zaman dediğimiz çarkın, çarkların bu huzur bu huzursuzluk duygusunu yakalamaya çalışmaz mı şiir?
Mutfak da tam da bunu yapmaya acizlikle çalıştım. Taşist ressamların tuvale elleriyle boyaları saçarak yaptıkları resimler gibi rengarenk soyut metafizik karşılıkları olan dünyalılık anlarını yakalamaya çalıştım. Jazz gibi hiçbir ritmde fazla kalmamaya çalıştım.
İşte bu, bu emprüvize akış hüzünlü bir sesle ya da dış sesle bir armoniyi de yakalamaya çalıştım.Çalıştım çünkü ne kadar ‘şair’ bütün entelektüel birikimlerini toplayıp şiir yazmaya çalışsa da şiir uğraşıcısıdır.
Gerçekte haiku zordur. Gerçek haiku zordur. Çünkü 5,7,5 deyip geçilmez.
Dünyayı iyi izlemek gerekir. Baharı, yağmurları ve kiraz çiçeklerini. Bu edinim bana şimdiki zaman şiirini yazmam için kalbime ısrar etti. Ellerime emretti ve bende yalın dünyalılıkla modern bir şiir kurmaya çalıştım bu nedenle bütün entelektüel edinimleri bırakarak bütün hayat edinimlerini şiire taşımaya çalıştım.
Bu şiir uğraşı içinde olmaya çalıştım. Mutfak bu şiir uğraşının bir ürünüdür. Bu nedenle kendime yalnızca Levent diyorum. Bu nedenle kendimi artık yalnızca Levent diye tanıtıyorum. Bütün yabancılara, bütün arkadaşlara, bütün dostluksuzluklara, bütün akrabalarıma, bütün akranlarıma, bütün sabah açmış çiçeklere, bütün kardelenlere, bütün mimozalara, bütün beyaz su zambaklarına uçmasını bilen bütün kuşlara ve bütün uçmasını konuşmasını dostluğu en iyi bilen, en sevdiğim serçelere…
BEN DAHA YARALIYIM
ben senden daha yaralıyım
ağlama duvarında oğuldan
buçuk lokmalı çobandan
besmele şaşırmış evliyadan
suya düşmüş hüsrankârdan
ışığa uçan bekriden
varlıktan çıldıran alimden
liman özleyen kaptandan
efendisine gülen köleden
anne muskalı vakitliden
vahşet çağı insancığından
ben daha yaralıyım.
**
ÇETELE
hâtıralar yazıyor yağmurların baba
şeffaf su rengi mürekkebi yüzlerimiz
çiseleyince valse uçan öz çocuklar ruhuyla
haftanın saydam günleri kalp dağınıklığı
pazartesi, ben çocukluğu, kış göğünden uçan üç küme kırlangıç
salı karakter yoksunu tanımında semâzen Ahmet Erhan’ın
çarşamba holde çıkarılmış yoksul ayakkabılar
lanetli perşembe şarabı belâlar kırmızısı
cuma süslü işçi meyhanesi Ali Baba’da telgraf bekleyen çoban
mucizevi cumartesi gençliğimin kanatları
pazarların huzurlu ıssızlığı kara şemsiyeliler
haydutum baba: damlalarla geçiyorum körler ülkeni
kırk sekiz yaşın sarhoşu evin yolunu bulamıyor
yarım asırlık iskeletimle sürtüyorum Moda kıyılarını
bastonlarımı daha sıkı tutuyor yanıt bekliyorum:
beni niçin bıraktın?
**
AŞK TARİFİ
çarşıda Bulgar kahvaltıcıdan çıktık
yumurtanı bitir, diyen göçmenin değirmeni
bal kaymak yedik yumurta hükmünde
huysuz sevgililerin ördüğü mavi yuvadan
kuşluk vakti lokmamızı bitirip çıktık
ha doğru sen çıkmadın sokağa
sigara içmek için ben çıktım
bilirsin bıçağı kızıl kıyamet bileyleyen
Roman dururdu meydanda
başkentti Beşiktaş, bin dokuz yüz doksan beş olmalı
altıda Nişantaşı’ndaydık çünkü hicranım
tezgâhta bütün bıçaklar kalbime battı
sen adımı çağırırken genizden:
Levent Levent.