KÜLTÜR SANAT

Neslihan Dağlı ile Seçkin Şiirler’de Oğuz Tümbaş

Merhaba sevgili okur,

Bu haftanın şair konuğu sevgili Oğuz Tümbaş 1946 yılında Gaziantep’in Oğuzeli ilçesinde doğdu. İlkokulu aynı ilçede, ortaokulu Ceyhan’da, liseyi Urfa’da okudu. 1970 yılında Ankara’da Gazetecilik Yüksek Okulu’nu bitirdi.

1966 yılında Devlet İstatistik Enstitüsü’nde memuriyete başladı. Milli Eğitim Bakanlığı’nda memur ve şube müdür yardımcısı olarak görev yaptı. 1974’te TRT Haber Merkezi’ne geçti. Ankara’da, Diyarbakır’da ve İzmir’de çalıştı. 2008 yılında TRT İzmir Haber Müdürlüğü’nden emekli oldu.

Habercilik dalında İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nden bir çok ödül kazandı. Gaziantep’te Bilim Kültür, Sanat Derneği ve Mavi Edebiyat Dergisi’nin “Kent Kültürüne Katkı Büyük ödülü” verildi.

Sürekli Basın Kartı sahibi olan Oğuz Tümbaş, İzmir Gazeteciler Cemiyeti, Ege Kültür Platformu Derneği, Türkiye Spor Yazarları Derneği, Dil Derneği, Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği, Cumalı-Seferis Gökyüzü Kültür ve Sanat Derneği üyesi.

1965 yılından bu yana edebiyatla, özellikle şiirle de uğraşan Tümbaş’ın 1998’de ilk şiir kitabı Yürek Söylencesi yayımlandı. İkinci şiir kitabı Bellek Pazarı 2002 yılında çıktı. 2007’de İnce Oda, 2011’de Küşüm Çınlaması kitapları şiir severlerle buluştu. Oğuz Tümbaş’ın deneme yazılarını topladığı Oğuzca’ca Yolculuk (2011), Yazının Gönlüyle (2016) adlı iki kitabı daha bulunuyor.

Ülkemizin değişik kentlerinde çıkan Afrodisyas Sanat, Agora, Alaz, Berfin Bahar, Beşparmak, İzmir-İzmir, Deliler Teknesi, Çini Kitap, Kıyı, Kurşun Kalem, Mühür, Patika, Sincan İstasyonu, Şehir, Şiiri Özlüyorum, Ünlem, Yaşam Sanat…gibi yazın dergilerinde şiirler ve yazılarla görünmeyi sürdürüyor.

1977 yılından beri İzmir’de yaşayan Oğuz Tümbaş, evli bir kız ve bir erkek olmak üzere iki çocuk babası.

Oğuz Tümbaş’ın Şiir üzerine düşünceleri ;

ŞİİRE YOL AÇMAK…

Koşuk, yır, özün… sözcüklerini üretenlere, sunanlara saygı duymamak olası değil. Arapça’dan gelip dilimize egemenlik (!) kurmuş şiir sözcüğünün çekim alanından  kurtaramamışız kendimizi.

Arapçada “anlamak, duyumsamak, sezmek, sezmeyle bilmek”  kavramlarından yola çıkılarak anlam kazanmış şiir. Şairi de  “bilici, tanıtıcı” anlamına denk düşürmüşler. Eh genel anlamda düşününce şiir de şair de örtüşüyor bu tanımla.

Yeti, düş gücü, sezgi, algı, deneyim, olgunlaşma, toplumsal bilinç… Sağlam şiirin temel özellikleri olsa gerek. Gerek ülkemizin seçkin şairleri, gerek dünyanın sayılı şairleri şiir adına söylenecek hemen her şeyi söylemişler, yazmışlar. Gene de  insan o sözlere, anlatımlara yeni şeyler eklemekten bıkmıyor. Bu da şairin dağarcığındaki söz gücünün, sözcük oyununun, dize işçiliğinin, şiir büyüsünün yansımaları olsa gerek.

Bir ressamda boya, fırça; yontucuda biçimlenme ve duygu anlatımı için çamur  ne denli önemliyse, şiirde de dil, sözcük o denli önemli diye düşünürüm. Şair  bu gereçleriyle duyguyu, algıyı, sezgiyi devreye sokarak, toplumsal özü duyumsayarak şiire ulaşır. Bunlarla bir yapı kurar; dengesiyle, iç ve dış düzeniyle, sözcüklere yüklediği anlamla, sözcükler arasında kurduğu ilişkilerle okuyucuyu şiire katar.

Şair coşkunun, lirik sesin de önderi… Ah o lirizm! Ah o esin kuşları, ilham perileri!..  Böyle bir işlevi olan, fırtınalar yaratan, gürültü koparan şiir kolay kolay ortaya çıkmıyor demek ki… Zorlu, yokuşlu, engebeli bir süreç bu.

Peki sözlükler ne diyor esin sözcüğü için: “etkilenme, çağrışım ya da içe doğmayla usa gelen yaratıcı duygu, düşünce”. Halk ağzında ise sabah yeli olarak biliniyor esin sözcüğü.

Şairleri şiir adına söylenecek hemen her şeyi söylemişler, yazmışlar. Gene de  insan o sözlere, anlatımlara yeni şeyler eklemekten bıkmıyor. Bu da şairin dağarcığındaki söz gücünün, sözcük oyununun, dize işçiliğinin, şiir büyüsünün yansımaları olsa gerek.

Bir ressamda boya, fırça; yontucuda biçimlenme ve duygu anlatımı için çamur  ne denli önemliyse, şiirde de dil, sözcük o denli önemli diye düşünürüm. Şair  bu gereçleriyle duyguyu, algıyı, sezgiyi devreye sokarak, toplumsal özü duyumsayarak şiire ulaşır. Bunlarla bir yapı kurar; dengesiyle, iç ve dış düzeniyle, sözcüklere yüklediği anlamla, sözcükler arasında kurduğu ilişkilerle okuyucuyu şiire katar.

Şair coşkunun, lirik sesin de önderi… Ah o lirizm! Ah o esin kuşları, ilham perileri!..  Böyle bir işlevi olan, fırtınalar yaratan, gürültü koparan şiir kolay kolay ortaya çıkmıyor demek ki… Zorlu, yokuşlu, engebeli bir süreç bu.

Peki sözlükler ne diyor esin sözcüğü için: “etkilenme, çağrışım ya da içe doğmayla usa gelen yaratıcı duygu, düşünce”. Halk ağzında ise sabah yeli olarak biliniyor esin sözcüğü.

Şiir yolculuğunda elbette esinin yeri var. Bir esinti gibi de algılansa, bir yerlerden gelip duyguyla buluşmuşsa, usa yerleşmişse, dizeye başlangıç olmuşsa, şiire uçmuşsa neden kötü olsun? İlk gençlik yıllarımda  beni de koşullandıran ilham perisi olarak belletilen, dayatılan bu perilerle nicedir işim yok! O periler görünmüyor, dokunmuyorlar da bana.

Esinlenmeyi kimileri doğrudan etkilenme, bir başkasından söz hırsızlığı, çalma gibi de algılayabilir. Esinlenme şiire yeni başlayanlar, şiire heveslenenler, genç şairler için çağrışım yaratma bağlamında doğaldır. Hiç yadsımam onları. Sevdiği bir şairi okuyan, ondan zevk alan için, belki de şiirin kurgusuna, kuruluşuna yardımcı, yararlı da olur.

Aslında etkilenme de doğal bir süreçtir şiir yazmanın başında olanlar için. Değer verdiği, sevdiği bir şairden etkilenen genç bir şaire yol açıcı da olabilir bu etkilenme. Yeter ki onu olduğu gibi öykünmesin, sözcükleri, dizeleri değiştirerek şiirler yazmış olmasın. Bu tehlikeli bir oyun işte.  Gelecek zamanlarda geri tepebilir bu silah! Çok fazla etkilenme şairin gelecek dönemde kendisini bulmasını ve kendi biçemini yaratmasını zorlaştırabilir. Ancak şiir yazan kişi, kendi biçemini  yaratana değin çok sayıda kişiden etkilenirse, o zaman “harmanlanma” denilen şey ortaya çıkar.

Platon şiiri “büyülü söz”  olarak tanımlıyor ya, o büyülü sözü kotaran, oluşturan, biçimleyen, sunan şair de büyücü mü yoksa?  Fuzuli  ise “Bir sonsuzluk duygusu” olarak savunuyor şiiri.  Melih Cevdet Anday “Bilinen sözcüklerle, bilinmeyenlerin söylenmesi” olarak anlatıyor.

Bitmiyor bu dokunuşlar, anlatışlar, tanımlar, yorumlar… Ben şiir için yanıt istendiğinde Ülkü Tamer’in “Şiir İçin Cevaplar”ını anımsarım sık sık. “Şiir gecenin kardeşidir, / gündüzün annesi / Yürekteki büyükbabadır şiir” diye başladığı o güzel şiir beni  büyüler, çağrışımlar yaratır içimde. Biter mi yanıtlar? Sürer,  belki de “duvarcının türküsü, üzümün güneşi, elmanın kurdu” olur Tamer’in dilinde şiir. Yetmez “Şiir uykusuzluğun şiltesidir, / uykunun haritası.  / Balkonun uyanışıdır şiir..” dizeleriyle de başlı başına yeni şiirler oluşur.  Şiirin son dizesi bir gümbürtü gibi patlar yüreğimde: “Şiir ateşin habercisidir, / yangının kundakçısı. / Yanardağın üstündeki kuştur şiir…”

Evet odur, budur, şudur, hepsidir; ama şiir uzun, zorlu bir yolculuktur. Engebeli, dikenli, karartmalı, engelli, sıkıntılı, dertli… Onca yolculuğa değen umutlu, huysuz ama sevimli, hüzünlü, serseri, haylaz, dağınık; dirençli, iyi niyetli, içten, dost…

Özlerinde kesin bir ayrılığı, başkalaşımı mı vermektedir bu biçimler? Şiirde biçim sorunu, şairin yarattığı kendine özgü dilde, daha önce hiç yaratılmamış dünyada yatmaktadır.   İmgelerle kurulan bu dünyada her şey bir yandan yaratıcısının kişiliğini, öte yandan içinde yaratıldığı tarihsel dönemin, toplumun derin izlerini taşır.

Günümüzde artık şair uyaklara, ölçülere, hecelere, aruz kalıplarına sıkıştırmıyor şiirini. Daha özgür, daha bağımsız, daha atak, daha devingen… Modern şiirin de sınırlarını zorluyor, kimisi post modernliğe oynuyor. Olsun, şiir bir arayıştır da… Yeni sesler, yeni oluşumlar, yeni bakışlar, yeni açılar… Bu arayışlar olmasaydı şiir tarihimizde akımlar, devinimler, dalgalanmalar çıkar mıydı ortaya?

Kuşkusuz aldığımız notlar, izlediğimiz olaylar, görüntüler, bir biçimde şiirde yerini alıyor. Bu bağlamda  Rilke’nin  yaşadığı dönemin algıları, duyumsamaları içinde şaire öğütlerini de önemsiyorum: “Bir mısra için insan birçok şehirler görmelidir, insanlar ve eşyalar görmelidir, hayvanlar tanımalıdır, kuşların nasıl uçtuğunu hissetmelidir, küçük çiçeklerin sabahları hangi kımıldanışlarla açtığını bilmelidir.” Rilke’nin öğütleri, önerileri önemli; ancak şair için gözlem, izlem kadar yaşama, topluma, insan renklerine yaklaşmak, algıları iyi değerlendirmek, şiirle buluşturmak da özel bir anlam ve önem taşımalıdır.

**

Şiirin önemli yapıtaşlarından olan imgeyi,  insan duygusallığının özüyle buluşturmak, harekete geçirmek, dengelemek önemli diye düşünürüm. Derdim salt anlama dayalı bir şiir kurmak da değil. Ancak anlamsızlık kördüğümüne de saplanmanın yararına inanmam. Şair anlamlı şiir yazacağım, anlaşılacağım diye şiirin sanatsal olgusundan, toplumsal  direncinden, de ödün vermemelidir. Verili olana, geleneksel olana da tepkisini gösterecektir yeri geldiğinde. Nasıl ki adamın adam gibi olması saygınlığını artırırsa, şiirin de şanına, ününe yakışırcasına şiir gibi olmasını beklerim.

Şiirin farklı bir dili var mıdır diye sorulur, konuşulur, tartışılır kimi zaman. Bir söz sanatı  olarak algıladığım şiir, dille var olur, dille biçimlenir. Bunu yadsımak olanaklı değil. Çünkü günlük dille konuştuklarımız, anlaştıklarımız farklılıklar içerir. Anlatım olarak, söz olarak, anlam olarak dil şiire girince, bu kez  içeriği, yapısı, söylemi farklı bir olguyla karşılaşırız. Şair dilini bu yoğunlaştırılmış, günlük söz, sözcük  kalıplarından, kılıflarından  çıkarıp yeni birleşimlerle kurmuştur artık şirini. Bu  bir bakıma şiirin anlatım olanaklarına seçkinlik getirmek özenidir.

Dil özelliğine bir de arı duru Türkçemizin egemen olmasını yeğlerim. Şiir dilinin Türkçe olanaklarının en iyi biçimde kullanılmasından yanayım. Kimi zaman gözüme çarpıyor; bir çok şairde inatla Arapçanın, Farsçanın, Osmanlıcanın ağdalı, yürürlükten kalkan yaban ve yavan sözcüklerini görmek üzüyor insanı. Tutucu değilim; ama dile, Türkçeye gerekli özenin gösterilmesini de çok önemsiyorum. Genç şairlerin de bu konuda duyarlı olmalarını öneririm.

Elbette şiirin ses değerleri, akışı, ezgi tadı açısından yormayan, sıkıntı vermeyen şiiri de besleyen sözcüklerden yararlanılmasına karşı değilim. Güzel Türkçemizde şiire renk katacak, duru görüntüler yaratacak, güzel sesler verecek sözcüklerimize öncelik tanımak koşuluyla. Daha çağlar öncesinden  halk dilinin, Türkçenin sıcak, içten, aydınlık, duru dilini bize sunan, günümüze dek özelliğini koruyan ozanlarını, şairlerini düşündükçe, bu duyarlılığıma hak verecektir sanırım genç şair arkadaşlarım.

Şiir de anlayışlar, öncelikler, algılamalar zaman içinde değişime uğruyor. Geçmiş dönemlerde yazılan şiiri severek okursunuz da, beğeni değerlerinizde zaman içindeki değişimler, sizin şiire bakışınızdaki ölçüleri de değiştirebilir. Değişim, insan yaşamına yaşla, okumakla, iletişimle, ilişkilerle zaman içinde  yeni bir ivme kazandırıyor, farklılaştırıyor. Olumlu gelişmeler bunlar. Geçmişte yazılan iyi şiirlere, önemli şairlere yüz dönmek ilericilik değil.

Dün olduğu gibi bugün de şiir iyi ki var diyorum yaşamımızda. İyi ki yazıyoruz, üretiyoruz, sunuyoruz, paylaşıyoruz şiiri… Şiirdeki sesi, sevgiyi, barışı, kardeşlik duygularını, toplumsal mesajları…

eski bir ağustos ıslığı

güneşi  yorgun zamanın

şarkısı hüzün kadar eski.

teri sırılsıklam bir uzaklığı

taşır tenime  gri kırlangıç,

saklı  ağustos salıncağıyla.

 

kır sularında sınanmış ince ıslığım,

özlemin kışkırtılmış coşkusuyla

öper gün görmüş dudaklarımı;

iki kumru sevişir duygu saçaklarımda.

annesinin eteğini çekiştiren

yaramaz  çocuklar gibi iki elim,

kırçıl sakalıma da dokunur;

onur…yakasına karanfil takmış

bir yürüyüşçü…

geçer sokakları

alanları

karanlıkları.

ne kadar ertelersem umudu;

yüreğim atak ve kahraman…

üretir aşkları ve aydınlıkları.

eskiten bendim..

..eskiden fırtınaları;

hırçın dalgaları yıpratan,

ve yatağını değiştiren uzun nehirlerin…

sürgün verirken tenimde

yaşamın çınarları.

bakışa direnemem

anlam yoğunlaştırır

geceye biriken düşlerimi,

açarım sevdayla kapısını yüreğimin

hayata,

zamana

ve insana..

ama en çok

ölümü erken seçen

şairlerine üzülürüm yurdumun;

eksik kalan sözleri

çınlarken kulağımın  tözünde.

 

doğuran ve biçimleyen

sonsuz yaratışı beynimin;

kınar, kırımlar ve kıyımlar çağını,

dizi eşkıya  cıngılıyla yere vuran aymazı,

kırıştırırken kan ve ölüm yivlerindeki atmacayla.

 

ah!.. o çığlığımın dönencesindeki

uyumlu kelebek,

yumuşatır yetmiş yedi numaralı

sokağa taşınan öfkemi;

çayırlara  dost olurum,

kırlara utangaç çalgıcı.

 

her ağustos,

yeni bir doğuşu biriktirir gözlerime!

**

beyaz kuğudur boynun öpüldükçe

 

yaz kanatlarıyla özlemin

aşklı kasabaya gitmeliyim diyorum

hoplaya zıplaya burnu uzun otobüslerle

tozunu yutmalıyım

kavaklar arasından geçen yolun

erik çiçeklerine dokunmalıyım

duru sularını içmeliyim pınarların

 

gözümün arka bahçesinde

bakır siniler…kömür ütüleri…hasır kürsüler…

bir çıkında toplarım anıların resmini

asma bahçeleriyle donanmış

içli bir şarkı olur yüreğim

 

 

ah ben o ürkek ve utangaç çocuk

nasıl unuturum

şehveti ve irkilişi…

sırma tay gibi

şahlanan lacivert gecelerdeki…

söz dudağıma gizlenir

gümüş kumrular uçar göğe

ay süzülür

beyaz kuğu olur boynun…öpüldükçe…

 

kırlar ve özgürlükler

buluşur yaşamın anlamlı rengiyle

tenim

hazırlar kumral iklimini

yeni mevsimlere

ayrılıklar uzun gelir bana dayanamam

yüzümün kıyısında

hüzün

siler yağmurun yorduğu camları

**

güzel buluşmalar yurdu

 

unutmadım lambada ders çalışan çocuğu

karanlığın çatısındaki mumu ve kandili…

 

evden, komşudan, sokaktan

çınladı durdu kulağım,

söylence sandım seferberliği.

taşıdığım üç kap yoksulluktu sefer tasında.

 

tuşları yıpranmış daktilosundan

öfke tarihini öğrendim babamın.

umuda söz kestim;

söğüt dallarının

türkü söylediği su sesi gibiydi hüzün;

acılı gözleriydi belki de yaralı bir serçenin.

tahtası kasabalı sedirde,

sevgiyi özleyen bir çocuk  gibi doğardı güneş

çivit kokulu çamaşırlarıma.

saçlarımı kille yıkayan anne eliymiş meğer

belleğimi bezeyen resim.

patikalar ayağımın tozunu iyi tanır,

bir seçkidir düşmeler tarihimden

dizimdeki yara izleri.

 

düştüm; düşenlerin haliyle.

kalktım; bilenerek kavgalardan.

koştum; barışçıl eylemimle.

yorgunluğumu sevdim;

sevdim  emeğimin oyasındaki

yıpranmış göz desenlerini.

bahar tadında sürgün verdi umut

yürüdüm yeni sevinçlerle

güzel buluşmalar yurduna.

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.