Merhaba sevgili okur,
Bu haftanın şair konuğu sevgili Sema Güler 6 Şubat 1971’de Ankara’da doğdu. Aslen Dersimli. İstanbul Üniversitesi Tarih bölümünü bitiren şair Eskişehir Üniversitesi. Sosyal Bilimler Enstitüsünde Edebiyat bölümünde yüksek lisans yapıyor.
Şiir yazı ve söyleşileri başlıca Esmer, Yasakmeyve ve Şiirden gibi dergilerde yayımlandı. Almanya, Arnavutluk, Kosova, Makedonya, Hollanda, Irak, Suriye ve Viyana’da festival, söyleşi ve panellere katıldı.
Şiirleri; Almanca, Arnavutça, İngilizce, Kürtçe ve Arapça dillerine çevrilerek antolojilerde yer aldı. 2017’de Makedonya’da verilen Qırıu ı Naımıt şiir ödülünün ardından, 2019’da Kosova’da, Dritëro Agolli şiir ödülünü aldı. Hel yayınları bünyesinde Arkeoloji, Sanat ve Tarih editörlüğü yapmaktadır.
KİTAPLARI ;
Feyezân (2010), Uyanış Ağacı (1.basım 2011)
Ölüm Tohum ve Şeyler/ Azıcık Aşk (1.basım 2014)
Asîman Tune Li Ba Min(2015), I Know Nıne Wordls(2015), Pars’ın Rüyaları 2018
SEMA GÜLER’ İN ŞİİRE DAİR DÜŞÜNCELERİ ;
‘’Şiir dünyadan uzaklaşıyor mu?’’ sorusu kalbimizi kemirip dururken ‘’Hayır.’’ Diyorum her seferinde. Çünkü:
Şiir merhamettir yeryüzünde olan biten zulme karşı. Bu yüzden kendisinden daha cömert bir şiir karşısında, dünya daima şaşkınlık içindedir. Şiiri ve dili de tıpkı insanlık kültürünün mirası gibi düşündüğümüzde, Wittgenstein gibi bir yolu seçmek doğru geliyor. Kötülüklerle dolu dünyada, yardım çağrısını anıştıran her durumda, söylenemeyeni dile getirme, dile katma isteği ile doludur benim için şiir.
İKRAR /
SES
İçimdeki dağı yitirdim
Bağışla ve kanıma gir
Hayvan yüzücüleri
Ot yakıcıları
Giysiler…
Gözlerinde biriken pınarlar, ormanın merhameti, geyiğin ince telaşı… İzlerini toplayarak göç yolunun üstünde kapanıp ağladım. Taş ve toprakla kapadım ağzımı. Söyleyecektim, susmasa büyücü kadınların eline düşen suyun esrarı. Söyleyecektim kendine bir boşluk açmaya duran ve öpmeye
hevesli rüzgarları, taşların ve çayırların tuzak ağzını.
Uyanıştan söz etmeyin, değerli parıltılardan
kendini öldürürken kuşlar…
Oysa bahçeler uykudaydı karnımızda bir kat altında nevbahâr
Cömertçe açan deniz çiçekleri uykudaydı yaralı taylar ve babalar
Boyadı yüzünü zifiri
Bir istiridye gözlerine adım attı, gizlendi.
Çağırdım
Çağırdım
Suya bir şeyler düşürdüm
O hep gidiyordu sikkeler üstündeki kıtalara
Kırk bir gece çağırdım
Kimse söylemedi
Ben Allah’a sordum
Çünkü bir ruh gerekir dâvûdi sesiyle dar çatılara uzanıp
kendine kıvrılmış, kırgın aşkı uyandırmaya
Sabah akşam onunla beraber tesbih eden dağların, kuşların
emri altına verildiğini, göğüs kafesinde onun
kimsesiz evlerde nice sarsıntılar sonra
anladım
seviştim
ağladım
Artık sus diyorlar bana…
Saba kraliçesinden ölümsüzlük isteyen Süleyman ve
Hebron vadisinde dokuz yüz otuz iki yıl yaşayan Adem
Umarım bağışlarsınız beni, fark edilmem artık
Bir Asma kuşunu incitebileceğim aklıma bile gelmemişti
Çok korkunç.
**
MERYEM’E HABER GÜNÜ
IV.
Anlamı eğik bir ağaçla uyudum:
Başı yana düştüğünde her oğul
İçime çekiyorum kollarımı bir kuş çarpmasın diye
VII.
Bir düş müydü, ağırlığını verip duaların mavi ipliğine
Dar boğazlara düşen bir kolye miydi Fenike taşından
O daha dar kıyılara çarpıp hafif dokunuşuyla aşkın?
Seni geride bırakıyorum
sıçrayışlarıyla ölüm denilen bir gece biçiminde
Artık gelme
**
ÖLÜM TOHUM VE ŞEYLER
III.
Siz
Kim bilir kaç gecenin sıvı karanlığında azalıp
sonra oturup bugün burada bir avuç zehirle tütsüler yakacak ve
bizi büyütecek büyücünün ellerinde çiçeklenen kahır olacaktınız
Yaz bitti
Yaz bitti ölüyoruz ve artık sorular sormuyoruz
Ey burç yazıcısı
Meleklere o çok yalvarmış çocuğa bırak
Fail taşına oturtulan henüz çok taze ve bağışlanmamış
Sürme gözlü ceylanların kanını, tanrısız günahı ve bükülmüş yarayı
Yaz bitti
Size gelmek isterken gezegenler dönerek ve
yeni bir doğuşla atlayarak bütün kırımları
kandan daha hızlı