Merhaba sevgili okur.
Bu haftanın şair konuğu sevgili Seval Arslan.
1960 yılında Balıkesir’ de doğdu. Anadolu Üniversitesi mezunu. Manisa Milli Eğitim Müdürlüğü’nde sürdürdüğü Büro Yöneticiliği görevinden kendi isteğiyle emekliye ayrıldı (2004). Emeklilik sonrası özel dershanede, Manisa Fen Lisesi’nde görev yaptı (2010).
1999 yılında gazete yazarlığına başladı, halen “Derince” rumuzu ile köşe yazılarını sürdürüyor. İzmir Çağrı Radyo TV’de “İki Söz Arası” Edebiyat-Söyleşi programlarını hazırlayıp sundu. Basın Yayın ve Kültür Sanat Derneği’nden ödül aldı (2017).
Yazın ürünleri (şiir, deneme, öykü) ulusal edebiyat, kültür, sanat dergilerinde, antolojilerde ve dergilerin şiir yıllıklarında yayımlandı. Ayrıca; kitapları hakkında yazılan yazılar (değerlendirme-tanıtım-söyleşi), usta yazar-şairlerin yayımladıkları kitaplarında yer aldı.
Balıkesir Necatibey Eğitim Fakültesi’nin düzenlediği şiir yarışmasında, çeşitli kurum ve kuruluşlarca düzenlenen şiir yarışmalarında ödüller aldı. Şiire bakışı ve hayatı dönem tezi yapıldı (CBÜ-2009). Şiir seçkileri Farsça’ya çevrildi, “Honar ve Eghtesad” (Sanat ve Ekonomi) Dergisi’nin “Türk Kadın Şairleri” özel sayısında yayımlandı (İran-Tebriz, 2020).
Yapı Kredi Bankası’nın düzenlediği resim yarışmasında, Türkiye 1’ncilik derecesi- Mansiyon ödülü alan üç eseri (l00 eserle birlikte) Birleşik Amerika’nın Universal şehirlerinde sergilendi. Kişisel-karma resim sergilerine katıldı.
Manisa’da yaşayan Seval Arslan, yazın çalışmalarının yanı sıra, resim yapmayı, kültürel etkinliklere katkı vermeyi sürdürüyor. Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği üyesidir.
(Neslihan Dağlı ile Seçkin Şiirler XVII)
Sesler -kil tozu, rüzgârın üflediği suya- seslerden doğdu dilim ışığın yükseldiği yerden gümüş parıltısı düştü gözlerime ilk sonra ellerimin arasına yapraklar bilgeliği fısıldayan ışık hep aynı ışıktı hayatı emziren düşmeden önce kara deliğe öfke patladı, ateş yaladı ne varsa (tanrı derin uykuda) yıkıntılar arasında duydum Hypatia’nın sesini taşların iç çekişini, yaprakların hıçkırığını yanık kokusunu, etimi keserken midye kabukları kıyımların kıymıkları battı dilime güneşe yürüyen sesler susuşlara düşerken “zaman kırmızısı” bir öpüşle tırnakları uzayan ölülerin suyun üstünde sözcükleri, sesimde çakıl taşları ** Yurtsuz Düş -ışıklı olsa da ışıksız kuyuya düşer her bir düş ilk titrek ötüşünü duyuruyor adsız kuşlar dünya dönerken kendi kendine, uysal duvar diplerinde sessiz gündoğumu töreni tuhaf bir mutsuzluk, acıklı bir yanılsama beyaz mendiller kanatları güvercinlerin zaman ırmağı akıyor, hiçbir şey durmuyor hiç kimse duymuyor gıcırtısını dünyanın yaşam gemisi batıyor, gören yok! siyah şemsiye altında uyuyor dağlar, sokaklar, insanlar… gergin halat üstünde yürürken yalınayak pusuya düşüyor gün çapraz yollar uzanıyor zihnin kıvrımlarına çocuk çığlıkları duyuluyor uzaklardan ince, uzun yarasaların pençeleri dolaşıyor saçlarında kapkara düşünce! yurtsuz düş! kuytularda fısıltılar, ağır soluklar, küçük büyük adımlar suçüstü yakalanan gölgelerin bulantısı… karabasan! suyun yüzünü karartan gökyüzü dönse birden gümüş rengine başlasa evrenin müziği bir parmak işaretiyle değişir belki her şey, başlar kutsal tören gerçekliğin aynasında yüzleşir suskular ilk titrek ötüşünü duyuran adsız kuşlar yön verir sürüsüne, göç eder bozgun düşler buğday kokulu çocuklar dağıtır kemik tozunu kalıtın saflığın alnını yere değdiren tufan bırakır çılgınlığı uçurum kıyısında hayata tutunur bir umut çiçeği… ** Aşk eski bir tapınak yazıtında kundaklanan totem eksik bir hiyeroglif yontusu bozguna uğrayan kavim mavi kuşun çığlığı belki mumyalanan yalnızlıktı aşk eksildikçe çoğalan çoğaldıkça eskiyen kendine cömert âdeme cimriyken kuşatılan bir ömrün masalı tutsak karanfil matemi kızılcık şerbeti papirüse düşen çiy damlası belki göğün çatlağından sızan arsız bir ölümdü aşk de ki: ey ateşi tutuşturan! al senin olsun sende kalsın sonsuza dek… benden uzak… zamanın ekseninde elleri kınalı mayıs gelinciği göveren ıhlamur kokusu gizemin buhurlu tılsımı rüzgârın tek heceli ıslığı belki ilâhi bir vuslattı aşk döndükçe yanan yandıkça büyüleyen de ki: ey aşkı ödünç veren! al yüreğini ver yüreğimi seninki sende kalsın benimki bende unutulmuş sevinçlerde devinir yarım bir şiir belki de…