KÜLTÜR SANAT

Neslihan Dağlı ile Seçkin Şiirler’de Süreyya Ş. Aydınhan

Merhaba sevgili okur,

Bu haftanın şair konuğu sevgili Süreyya Ş. Aydınhan Ordu’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Ağrı Eğitim Yüksek Okulundan 1988‘de mezun oldu ve aynı yıl sınıf öğretmeni olarak Adıyaman’da göreve başladı.

Hâlen Bursa Karacabey’de öğretmen olarak görev yapmaktadır.

İlk şiirleri Deliler Teknesi Dergisi’nde yayınlanmaya başladı. Daha sonra Eliz Edebiyat, Mühür, Adalya, Kasabadan Esinti, Tmolos, Şehir, Çinikitap, Yaşam Sanat, Üvercinka, Gökkuşağı, Sarmal Çevrim dergilerinde şiirleri yayınlandı.

Çeşitli antolojilerde yer aldı. Mojtaba Nahani tarafından Farsçaya çevrilen şiirleri İran Tebriz’de Honar ve Jamee (Sanat ve Toplum) Dergisi’nde yayınlandı.

Kitapları:  

      Yürek Kuşları / Kanguru Yayınları 2012

       Kuşa Giydirsem Gövdemi / Kanguru Yayınları 2021

Süreyya Ş. Aydınhan’ın şiir üzerine düşünceleri ;

Şiir içimizdeki yeraltı nehirlerinde akan sözcüklerin bulduğu bir çatlaktan yüzeye çıkmasıdır. Kaynağın gücüne, bulunduğu ortama göre çeşitlenen bir güzellik.

Kimi şairde sarkıt- dikit, kiminde ise traverten; bembeyaz. Bazı şairlerde kendi yolunda akan içli incecik su. Görkemli olup herkesi şaşırtabildiği gibi, minicik şirin bir yapı olup yine kendine hayran bırakan bir yanı vardır etkili şiirlerin.

Her yüreğin beslendiği kaynağa, zamana göre şekillenen sözcükler şairin dilinden kendine özgü sesiyle çıkar. Alttan alta” İşte yeryüzü Tanrım ben de buradayım, benim de sözlerim var!” demektir. Bir ikilem olarak da düşünebilirim, belki Tanrı’nın “Bunları da sen söyle.” diyerek kalbimize bıraktığı armağanıdır.

Geçmişten gelen isli kandil, günümüzde neon lambaları olarak devam eden sözün uygarlık sürecidir. Var olma serüveni, giderken bir iz bırakma çabasıdır. Hayata karşı sessiz bir direniş eylemi.

Bir başka bakış açısıyla şairin okları çevirerek kendine nişan almasıdır. Sonrasında dönüp baktığı sözcüklerden yaralarının izlerini belirleyerek sağalttığını söylemek de olasıdır.

 Şiir gözümü kapayıp elliye kadar saydığım sonra kendimi sözcüklerimden sobelediğimdir.

SÖZSÜZ

sözsüz anlaşmanın birinci maddesi göz

gürültüden koptu dudağım

günlerdir ağız boşluğunda

sessizliğe yuvarlanıp duruyor dilim

ekim ortası bulut açmış kadınım

yalnızlığın türkü söylencesi dağlık yüzüm

rüzgârla dağılmış sararan saçlarım

yaprak döküyor güzün üstüne

avuntu yazmamda oya, ıslansam

sevesi gelmiş yağmurun sanısı

hadi diyorum seslenip benzerlerime

açalım seviye kanatlarımızı

genişleyen şu gök bizimdir

bir kuşa giydirsem gövdemi

ağaçların ürkeceğini biliyorum

sözsüz anlaşmanın birinci maddesinde

susuyorum bildikçe

**

AHRAZ

yansımaların içinden çekip

kıyıya sürükledi rüzgâr

o rüyayı görüyorum

yelkovan kuşlarına taşıdığım gök

düşüp kırıldı

toz toz dağıldı mavi

yüzüm parçalı bulut

uzaklarda efsunlu gülüş

saçaklardan damlayan yağmur

ürperir beklediğim zemin

selinde ayaklarım sürüklenir

hayır! bana göre değil

sessizliğin kıyılarını yıkmak

öfkeyi kayalara çarpmak

dalgaların işi

içim bir başka yeryüzü

telgraf çiçeğinde uzayan alfabe

soru imlerinden

sürdürelim sayıklamayı- sev beni-

çölümde bir ölüdeniz yarattım

suskunluk dudağımda

nerede kuş sürüsü görsem

kalbimce dillenirim

**

YALINAY

yarı açık göz kapaklarım

sesinde çan çiçeğinin

uyandım bahar içinize

rüzgâr gülü tomurcuklarınız

döner dudak kıyılarımda

kavak yaprağı kıpırtısı kalbim

düşlerime eğin dallarınızı

size erguvan dokunuşlarım

yeni aydan ışıksız odalarınıza

kaygısız geçerdim yüzünüzden

takılmasaydı saçlarım

t/el örgüsüne zamanın

koşmazdım pürtelaş akşamlarınıza

durağandım aslında

acelesi olmasa ölümün

kırmızı şemsiye altında yalınay

eteğimden süzülen yağmur

geçtim karanfil sokağınızdan

anımsayınız

anıları gücendirir unutuluş

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.