Site icon Söz Gazetesi

KRİPTOLAR / Mehmet Beşeri

 

Kelimenin aslı Fransızca olup, gizli, saklı, görünmeyen, belirsiz, deşifre edilmesi ancak bir şifre ile mümkün olan, vb. anlamlarına gelmektedir.

Kripto bazen bir kişi, bazen bir belge, bazen bir, … olabilir.

Bazı arkadaşlar, dostlar, tanıdıklar, tanımadıklar, iki de bir, bu topraklarda, özellikle azınlıkların, hatta Alevilerin, hatta ve hatta İslâmi inanç sahiplerinin dahi kimliklerini gizlemek zorunda kaldıklarını, bu anlamda kripto bir yaşam sürdürdüklerini yineleyip duruyorlar.

Şimdi, bir yerde insanlar etnik kimliklerinden ve inançlarından dolayı baskı görüyorlarsa, onların kendilerini saklamaları gayet doğaldır. Örneğin 15.yüzyıl İspanya’sında ve Nazi Almanya’sında Yahudiler; 16.yüzyıl başlarından itibaren özellikle Anadolu’da yaşayan bir kısım Alevi Türkmenler bunun tipik birer örneğidir.

Peki, Cumhuriyet’in ilanından günümüze kadar Türkiye’de, azınlıkların inançlarını yaşayamadıkları için kripto bir yaşam sürdürmek zorunda kaldıklarını söylemek doğru mudur?

Hayır.

BU KENDİLERİNİ GİZLEYENLER, İNANÇLARINI YAŞAYAMADIKLARINDAN ÖTÜRÜ DEĞİL, DAHA ÖNCE YAPTIKLARI KÖTÜLÜKLERDEN, İHANETLERDEN, DÜŞMANLIKLARDAN DOLAYI KRİPTO BİR YAŞAM SÜRDÜRMEKTEDİRLER.

Büyük bir çoğunluğunun da kötülükten, ihanetten, düşmanlıktan vazgeçtiğini de sanmıyorum. Şayet eski konumlarından ayrı düşünmüş olsalardı, çıkıp açıkça yaptıkları kötülükleri anlatır ve Anadolu halkından af dilerlerdi. Anadolu insanı da, aradan yıllar geçtikten sonra, hiçbir şey olmamış gibi onları bağrına basardı. Tıpkı, kimlikleri açıkça belli olanlara davrandığı gibi davranır, onlara emanet muamelesi yapar, korur, kollardı.

Örneğin çocukluğumun Malatya’sında, yüzlerce Ermeni vardı. Genellikle terzilik, berberlik, dişçilik, bakırcılık, kalaycılık, demircilik, köşkerlik, semercilik, nalbantlık, vb. yaparlardı. Beş yaşından beri çarşıda pazarda bulunan birisi olarak tüm samimiyetimle söyleyeyim ki, hiçbirisine Ermeni olduğu için ne bir hakaret edeni, ne de bir kötü davrananı görmedim, duymadım. Üstüne üstlük, ustalıkları çok iyi olduğu için, neredeyse bütün Malatya ahalisi işlerini bunlara yaptırırdı. İlk takım elbisemi diken terzi Cercis Usta’yı bugün görsem yine tanırım. Keza Bakırcı Ohannes’i, demirci Kirkor’u, Oral un fabrikasının usta başı Manuel’i de…

Malatya’da böyleydi de diğer vilayetlerde farklı mıydı? Hayır. Hemen her yerde zanaat bunlardan sorulurdu.

Peki, madem ki özellikle azınlık mensuplarına yönelik herhangi bir tehdit bulunmuyor ve bunlar özgürce ticaretlerini, zanaâtlerini, ibadetlerini yapabiliyorlarsa, neden hale kendilerini gizlemeye çalışıyorlar.

Evet, asıl cevaplanması gereken soru budur. Neden kendilerini saklıyor, neden kripto bir yaşam sürdürüyorlar?

El cevap:

1838 Balta Limanı anlaşması ile Osmanlı toprakları korkunç bir şekilde yabancı malların istilasına uğradı. Öyle ki, aradan 20-30 yıl dahi geçmeden, neredeyse yerli üretim namına bir şey kalmadı. Namık Kemal’in deyimiyle, “tahta kaşığı dahi dışarıdan ithal eder duruma geldik.” Bursa’da binlerce ipek dokuma tezgâhı işlevini yitirdi. Aradan yirmi yıl geçtikten sonra, bizzat bir İngiliz bu antlaşmanın tesirlerini şöyle anlatmaktadır: “YABANCI ÜLKELERDE BÜYÜK ÜNÜ OLAN TÜRK SANAYİİNİN BİRÇOK KOLLARI SİMDİ TAMAMEN YOK OLMUŞTUR. BUNLAR ARASINDA PAMUK SANAYİİ BAŞTA GELİR Kİ, BUNLAR TAMAMİYLE İNGİLİZ SANAYİİ TARAFINDAN SAĞLANMAKTADIR. ŞAM’İN ÇELİK BIÇAKLARI; KIBRIS’ İN ŞEKERİ, İZNİK’İN ÇİNİ, TESELYA’NIN İPLİK BOYA SANAYİİ HEP YOK OLMUŞTUR. BÜTÜN BU SANAYİİ KOLLARININ BUGÜN TÜRK TOPRAKLARINDA ARTIK İZİ BİLE KALMAMIŞTIR.”

Şimdi burada bir soru soralım: Osmanlı ekonomisi bu kadar dibe vurur, yabancıların sömürüsü tavan yaparken, onlarla işbirliğini, onların acenteliğini, bayiliğini kimler yapıyordu? GAYRİ MÜSLİM AZINLIKLAR değil mi?

Var mı bu konuda itirazı olan? Sanmıyorum.

Devam ediyorum. 1838 Balta limanı anlaşması’nı, hemen 1839 Tanzimat Fermanı takip etmiş, Osmanlı’yı ekonomik olarak sömürgeleştiren anlaşmanın bir anlamda noter tasdiki yapılmıştır.

Var mı itirazı olan? Sanmıyorum.

Birden bire Anadolu’nun dört bir yanında misyoner okulları açılmaya başlamış, ülkede Amerikan, İngiliz, Fransız, (sonraları Alman) eğitim kurumlarının sayısı, kısa bir sürede yüz elli-iki yüzlere ulaşmıştır.

Peki bu okullarda okuyan öğrenciler kimlerdi?
Neredeyse % 99’u azınlıkların çocukları idiler.

Var mı buna da bir itirazı olan? Sanmıyorum.

Peki, bu okullarda bu çocuklara ne öğretiliyordu? İlim mi, fen mi, yurtseverlik duygusu mu, yaşadığı ülkeye ve devlete bağlılık mı, ha ne öğretiliyordu? Hemen söyleyeyim: Tamamında öncelikli olarak Hıristiyanlık öğretisi veriliyor, bunun yanında bu çocukların yaşadıkları topraklara düşmanlık etmeleri için ne gerekiyorsa yapılıyordu. Nitekim çok geçmeden, Ermeni milliyetçiliği, Rum milliyetçiliği, bilmem ne milliyetçiliği dalga dalga yükselmeye başladı.
Osmanlıyı ekonomik olarak göçerten, siyasi olarak diz çöktürten İngilizler, Fransızlar, Ruslar aynı zamanda azınlıkların hamisi olma konumunu kabul ettirdikleri için, bazen biri birinin, bazen ikisi birinin, bazen biri hepsinin, bazen hepsi birinin koruyuculuğunu üstlenmek için birbirleriyle yarışıyorlardı.

Bu kadar hamisi, dayısı, arkası olan azınlıklar ise haliyle kapıya, bacaya sığmaz olmuş, yüzlerce yıl birlikte yaşadıkları Türklere her türlü hakareti, aşağılamayı reva görmeye başlamışlardı.
Ermenilerin hayallerini, Büyük Ermenistan Devleti; Rumlarınkini ise MEGALO İDEA süslemeye başlamıştı.

Bu hayaller eşliğinde, bu topraklara sonradan gelip ellerinden aldıklarını sandıkları Türklerin sonunun adım adım yaklaştığına inanıyorlar ve önlerine çıkan her fırsatı değerlendirmeye çalışıyorlardı.

Bu nedenle, “Hasta Adam” ilân edilen Osmanlı’yı moleküllerine ayırmak isteyen leş kargalarıyla birlikte hareket etmek için can attılar. Her bir toprak parçası elden çıktığında da göbek…

Ya o elden çıkan topraklarda yaşayan Türk ve Müslüman ahaliye yaptıkları?

Hiçbir geri zekâlı, hiçbir salak, hiçbir alçak, hiçbir onun bunun çocuğu, yabancı araştırmacıların dahi büyük bir vicdan sızısı duyarak(örneğin Justin Mc Carthy gibi) yazdıkları MİLYONLARCA İNSANIN KATLEDİLMESİNİ, GÖÇ YOLLARINDA, HASTALIĞIN VE AÇLIĞIN KOLLARINDA YİTİP GİTMESİNİ, bir gün dahi olsun dile getirmedikleri gibi, 1804’den itibaren Sırp, Bulgar, Rum, Yunan, Slav, vb.nin güya “kendi vatanlarını elde etmek için” Avrupa ve Rusya’nın desteği ile yaptıkları vahşi katliamları onayladılar.

Anadolu’ya sığıştık ve sıkıştık. Ancak ne çare? Wilson’un deyimiyle, “Türkleri geldikleri topraklara geri göndermenin tam da zamanı” idi.

Bu nedenle, Anadolu’da da bize rahat yüzü göstermediler. Dört bir yandan işgal, işgal, işgal…

Ruslar Doğu’dan Erzincan Kemah’a kadar gelmişlerdi. Ama ne gelme. Yanlarında Ermeni çeteleri ile birlikte. Ermenilerin sürekli katliama uğradıklarını söyleyenler, bu ve daha önceki yıllarda Ermenilerin Kafkaslardan başlayarak, Rusların adım attığı her yerde, nasıl Kazakları, Kürtleri ve diğer Müslüman ahaliyi katlettiğini nedense es geçiyorlar.

Allâh’tan Rusya’da Bolşevik Devrimi gerçekleşti ve Rus orduları geri çağrıldı. Olan yine Ermenilere oldu. Bu sefer de Kazak, Türk, Kürt, Müslüman ahali Allâh ne verdiyse Ermenilere yüklendi. Artık iş bir kan davasına dönüşmüştü.

Ermeniler yine de “uslanmadılar” ve bu tarihi hatalarından ders çıkarmadılar. Aradan daha birkaç yıl geçmeden, bu sefer de İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların, Yunanlıların yanında yer alarak aynı kötülükleri bir kere daha yapmaya başladılar.

Keza, Rumlar da öyle. İşgalcilerle birlikte, yüzlerce yıl birlikte bir arada yaşadıkları Türk ve Müslüman ahaliye karşı büyük bir düşmanlık sergilediler. Yapmadıkları tecavüz, kıymadıkları can, yağmalamadıkları ev ve işyeri, bozmadıkları bağ, bahçe kalmadı.

Ha bu arada, şunu bütün samimiyetimle belirtmeliyim ki, gerek Ermenilerin, gerekse de Rumların yarıya yakını bu işlere karışmadılar. Karışanlar ise gönülsüz bir şekilde, kendi ırkdaşlarının, boydaşlarının, soydaşlarının zorlamaları neticesinde kötü davranmak zorunda kaldılar. LÜTFEN BU KISMI UNUTMAYIN.

Sonra, keser döndü, sap döndü, gün geldi hesap döndü. O “öldü, bitti, mahvoldu, bir daha ayağa kalkmaları, dirilmeleri mümkün değil” denilen Türk Milleti, Mustafa Kemal ve arkadaşları önderliğinde ayağa kalkarak hem işgalcilere, hem de onlara yardakçılık, peşkircilik, şeriklik, suç kardeşliği yapanlara esaslı bir tokat indirdi.

Şimdi tam da burada 100 PUANLIK soruyu soruyorum: RUSLARLA, İNGİLİZLERLE, YUNANLILARLA, FRANSIZLARLA, İTALYANLARLA, VS.LERLE, İŞBİRLİĞİ YAPARAK, YÜZLERCE YIL BİRLİKTE YAŞADIKLARI İNSANLARA KARŞI EN BÜYÜK ALÇAKLIĞI REVA GÖREN ERMENİLER, RUMLAR, VB.LERİNE NE OLDU? NEREYE GİTTİLER?

İŞTE KRİPTO MESELESİNİN PÜF NOKTASI TAM DA BURASIDIR.

20.HAZİRAN.2024
MEHMET BEŞERİ

Exit mobile version