10 Ocak, gazetecilerin bundan tam 59 yıl önce, gazete patronlarına karşı büyük bir zafer kazandığı
günün yıldönümü… 10 Ocak 1961 günü gazete patronlarının gazete basmayacağım sözüne karşın matbaaya el koyup, halkı habersiz bırakmayan basın emekçileri günümüzde yaşanan sorunların da çözümünü işaret ediyor.
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü, 1961 yılında gazetecilerin elde ettiği önemli hakları kabul etmeyen medya patronlarının gazete basmayacağını açıklaması ve basın emekçilerinin bu açıklamaya meydan okuması sonucu ortaya çıkmıştı.
AKP döneminde sıkça sansüre ve baskıya maruz kalan günümüzün basın emekçileri için 10 Ocak önemli bir öğretici olmayı sürdürüyor.
PATRONLAR VE GAZETECİLER KARŞI KARŞIYA
10 Ocak'ı ortaya çıkaran olay, gazetecilerin bugün neredeyse unutmak zorunda kaldığı kazanımları içeren 212 sayılı yasa olmuştu.
Patronlara, iş sözleşmelerinin “yazılı olarak yapılması”, sözleşmelere “ücret miktarı”, “gazetecinin kıdemi”, öğelerinin mutlaka konulması, “ücretlerin peşin ödenmesi” gibi bazı yükümlülükleri getiren 212 sayılı yasa daha hazırlık aşamasında gazete patronları tarafından büyük tepki görmüştü.
Gazete patronları yasanın çıkmaması için çok büyük çalışmalar yürütse de nihayetinde gazetecilerin kazanması ve yasanın çıkması sonucunda 9 gazete patronu üç gün süreyle gazetelerini yasaya tepki olarak kapatacaklarını açıkladı.
Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Vatan, Yeni İstanbul ve Yeni Sabah gazeteleri, 10 Ocak sabahı “… milli birlik komitesi tarafından ilan edilen basınla ilgili kanunlar, milletçe girilen bu aydınlık devirde, basını emsali görülmemiş bir tehlikenin içine atmıştır” ortak metniyle çıktı.
Selçuk Altan’ın yıllar sonra araştırmalar için kullanılır diyerek kaleme aldığı 9 Patron olayı da böylece başlamış oluyordu. Patronların “basını tehlikeye atıyor” dedikleri yasa aslında, basını değil patronların kârını tehlikeye atıyordu.
Üç gün süreyle gazeteleri çıkarmayacaklarını açıklayan patronlar, bu tavırlarıyla gazetecileri yıldırmak ve yasayı geri çektirmek amacındayken, basın emekçileri ise hakları için mücadele etmeye hazırdı.
Patronlar gazete çıkarmaya yanaşmayınca, emeği veren gazeteciler basım işini de üstlenecekti ve ortaya “Basın Gazetesi” çıkacaktı…
Selçuk Altan bu noktaya gelen süreci şöyle anlatıyor:
Bu olaydan önceki gelişmeleri şöyle özetleyebiliriz:1960’ın son aylarında, adı geçen iki yasanın hazırlık döneminde, Milli Birlik Komitesi, işçi ve işveren temsilcilerini Ankara’ya çağırmış, bir dizi seminer düzenlemişti. İşverenler de çalışanlar da burada düşüncelerini dile getirirlerken, bazı patronlar, gazetelerinde her iki yasayla ilgili hazırlıkları ağır dille eleştirmişler ve “gerçek gazetecilerin düşünülmediğini” öne sürmüşlerdi. Örneğin, bunlardan Falih Rıfkı Atay, “İşin acelesi yok. Olsa bile Milli Birlik Komitesi üyelerinin, hakiki basın temsilcileri ile hesap kitap masa üstünde konuşarak durumun gerçeklerini tespit etmelerini arzu ederiz” demişti. Oysa Ankara’daki toplantılara, bütün basın dernekleri, sendikaları ve gazete sahipleri sendikalarının her ikisi de çağrılmışlardı. Örneğin, İstanbul Gazeteciler Sendikasını Hasan Yılmaer ve Ömer Sami Coşar, Ankara Gazeteciler Sendikası’nı İlhami Soysal, İstanbul Gazeteciler Cemiyetini Nuyan Yiğit ve görevlendirilen Hayri Alpar ve Şemsi Kuseyri, Ankara Gazeteciler Cemiyeti’ni Altan Öymen, Gazete Sahipleri Sendikası’nı Akşam gazetesi’nin sahibi Malik Yolaç ve Naşit Uluğ temsil ediyorlardı.
Atay’ın seminerlere katılan gazetecileri “gerçek gazeteci” saymaması üzerine, İstanbul Gazeteciler Sendikası, Basın Şeref Divanı’na başvurarak yazarın kınanmasını istemişti.
Patronların öfkesi sürerken, yasanın Milli Birlik Komitesi’nde kabul edildiği açıklanmış, bunun üzerine dokuz gazetenin sahibi, yasa, daha resmi gazete’de yayınlanmadan, yukarıda açıklanan ortak bildiriyi kaleme alıp gazetelerini kapatmaya karar vermişlerdi.”
Patronların bu tutumuna karşı ilk tepkiyi sorumlu yazı işleri müdürlerini gösterirken gazetelerin bu sayısına imzalarını koymadılar. Bunun ardından İstanbul Gazeteciler Sendikası’nda bir araya gelen gazeteciler bir bildiri yayınlayarak şunları ifade etti “Bu kapanma kararı, gazetelerin tesis ve maddi imkânlarını ellerinde bulunduran gazete sahipleri tarafından verilmiştir. basını meydana getiren asıl ve büyük kütle olan biz yazı işleri müdürleri, sekreterler, istihbarat şefleri, muharrirler, muhabirler, foto muhabirleri, karikatüristler, ressamlar, musahhihler ve diğer fikir işçilerinin böyle bir kararda oyumuz olmadığı gibi, bu hareketi asla tasvip etmemekteyiz.”
"SİMİDİMİZ VE HÜRRİYETİMİZ İÇİN"
Gazeteciler bildiriyi yayımladıktan sonra sendika binasından sessiz bir yürüyüş gerçekleştirerek, “simidimiz ve hürriyetimiz için”, “çalışan gazeteciye cop, patrona hazır lop” gibi dövizler taşıdılar.
Ertesi gün basın emekçilerinin çok yoğun bir emek sonucu ortaya koyduğu “Basın gazetesi” okuyucunun da büyük ilgisini çekince 100 bin gibi önemli bir tiraja ulaşmış oldu.
GENEL YAYIN MÜDÜRÜ ABDİ İPEKÇİ OLDU
Başından sonuna basın emekçilerinin çıkardığı bu gazetenin sahibi sendika üyesi Selçuk Çandarlı olurken, Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi, Sorumlu Yazı İşleri Müdürlü Semih Tuğrul ve Teknik Müşavir de Murat Kayahanlı olmuştu.
Selçuk Altan’ın makalesine göre, 11 Ocak’ta çıkan gazetede şu haberler yer aldı:
– Daima halkın hizmetindeyiz
– Dokuz işverenin gazetelerini kapatmaları üzerine fikir işçileri sessiz bir protesto yürüyüşü yaptı.
– Milli Birlik Komitesi sözcülüğü’nden yapılan açıklamada, “bırakın üç gün değil, diledikleri kadar çıkarmasınlar… yıllardan beri hak ve hukuk müdafii olduklarını iddia eden bazı yazarlar, ufak bir menfaat peşinde hak ve hukuktan ne derece ayrılabileceklerini göstermiş bulunuyorlar” denilmişti.
– İstanbul gazetelerinin yazı işleri müdürleri, bir bildiri ile, “basının hakikaten emsali görülmemiş bir tehlikenin içine sokulduğu günlerde dahi başarılamamış bir hareketi” şimdi başaran dokuz gazete sahibini protesto etmişlerdi.
KAYNAK: sOl .ORG