MAHİYE MORGÜL

Dostlar, Pir Sultan Abdal gibi dardayım

Pir Sultan’ın katline ferman verildiği zaman o neye karşı halkı uyarmaktaydı da engellendi çoğumuz bilmez. Ona atılan iftirayı okuturlar bize, onu biliriz. Oysa İngilizlerle kapitülasyonları Kanuni imzalamış,  vergiler ağırlaştırılmış, otlaklar, yaylalar, meralar ağır şekilde vergiye bağlanmıştı. Atatürk, bu ağır toprak vergilerini Hacı Bektaş postnişini Cemalettin Çelebi’ye söz verdiği gibi kaldırıncaya kadar devam etmiştir.

Köylü sesini duyuramıyordu, aşıklar da sazın teline vuruyordu. Halka gerçeği söyleme geleneğiyle “Gerçeğe Hü” diyen, aşıklık töresinden gelenlerden, Bağdat’ta eğitim almış bir Pir Sultanımız vardı. Kitaplarda neden isyancı sayıldığını hep yanlış yazarlar. Neden katline ferman çıkartıldı ve neden onu kendi arkadaşlarına taşlattılar, bunu doğru yazmazlar. O fermanı çıkartan kişi eğitip yetiştirdiği (elverdiği)dostu Hızır Paşaydı. Saray’ın emrine girdiği zaman Hürrem Hatun’a sadrazam dayandırılamıyordu, kapitülasyonları uygulamak istemeyenlerin kellesi gidiyordu, bu unutuluyor.

Pir Sultan bugünlerde yine aklıma düştü. Hani ona taş atmayıp da bir tek gül atan dostuna yaktığı türkü var ya, o geliyor dilime. “İlle dostun bir tek gülü yareler beni beni, dost beni beni beni…”

Nasıl gelmesin dilime?

Rize’de bir eğitim kültürevi açtım, ücretsiz eğitim vereceğim… Eski komşularımızın torunlarına eğitim vermek hayaliyle dönmüşüm buralara. Ama şimdi Pir Sultanlar gibi dardayım, başıma atılan taşlar var.

Çocuklarına okuma yazma dahil resim matematik  bir çok şey öğrettiğim bir eski komşu kızımızın bu mahallenin kültürü geçmişini bilmeyen kocasından psikolojik şiddet görmeye başladım. Ki eski komşumuz dediğim benim çocukluğumda çok sevdiğim veremden ölen amcası süt ağabeyimdi.  Onların evi bize adeta yasaklanmıştı, çok üzülürdüm. Onların kızıydı, maddi durumları iyi değildi, çok düşük fiyatla evime kiracı aldım, ki çocuklarına daha yakın olayım, faydam olsun istedim. Çocuklar okul çağına gelinceye kadar sorun olmadı, kızları ne zamanki okula başladı, okuma yazmayı ben öğretmiştim, biliyordu, mavi balinalı matematik kitabı verdiler, aileye ders kitaplarındaki tehlikeyi gösterebilir oldum ve bu kitabı veren öğretmeni de eleştirir oldum, öğretmen ise kocasının akrabasıydı.

Bir yıl sonra… MEB’in ve özel bir yayınevinden alınmış kitaplardaki yanlışlara eleştirilerim okul müdürüne iletilince mızraklar üstümüze döndü. “Ev sahibiniz çocuğunuzun ödevlerine karışmasın” buyuruldu ve emir büyük yerden alınınca bana tavırları değişti, bütün iyiliklerim unutuldu ve bana hakaretlere varan çirkin saldırılara uğradım, bir de iftiraya uğradım. Bana yapılan sinkaflı tacizlere tanıklık eden bir komşumuz, ki beni (bu yaşlı halasını) bizzat karakola kadar götürerek lehimde tanıklık eden sevgili tanığım oğlum gibiydi, tanıklıktan vazgeçtiğini mahkemeye bildirdi. Dostun gülü soldu işte.

Erkek dayanışması böyleymiş meğer. Mahkeme günü yaklaştı ve senelerdir hala- yeğen ilişkimiz vardır,  bana da “O kişi mahalleden arkadaşlarımı araya soktu, onlar beni ikna etti, tanık ifademden vazgeçtim. Ama hala, siz de çocuğunun eğitimine karışıyordunuz” dedi!

İşte işin püf noktası bu son cümlede… Ben çocukları mavi balinalardan kurtarmak için onlara kol kanat gererken “eğitimlerine karışıyor”muşum. Yanlış bir şey mi öğretiyordum?

Mavi balina bana dönmüş, de, çekil önümden ben çocuk yutmaya devam edeceğim, diyor yani…

Yıllardan beri ders kitaplarına bilimdışıdır bunlar diye davalar açtım, Pir Sultan gibi “Gerçeğe hü! “ diye haykırdım, ama ben de onun gibi anlatamadım demek ki.  Şimdi bana sinkaflı hakaretlerini haklı göstermek için ileri sürülen gerekçeye bakıyorum da, eğitime karışıyormuşum…

 Hakkımda katli vaciptir demek gibi bir şeyle karşı karşıya geldim. Dara düştüm deyişim odur.

Hey koca Pir Sultan! Sen ki “toprak herkesindir, koyunumun vergisini vereyim ama koyunumun otlandığı mera herkesin ortak malıdır, ondan vergi alınmaz” diyen Oğuzlu töresine sahip çıktın, ben ki “Her çocuk hepimizindir, tek çocuğu kurtarmak için bile her çocuğu eğitmek gerekir”  diyen Türk bilgelerin töresinden geliyorum… Benim de başıma taşlar yağıyorsa bugün ve dara düş olduysam, aklıma sen geldin üstadım.

Yarattıkları gerekçeye baktım da…  Benim tanığım olan dostumu “çocukların eğitimine karıştı” diye ikna edebiliyor birileri, birilerini de o ikna etmiş… Kim o? Benim el verdiğim çocukların babası. Hangi gerekçeyle bakar mısınız? Akıl sağlığını korumayan ders kitaplarını değiştirmeliyiz, dediğim için.

Anlaşılan Pir Sultan dönemine geri döndük.

“Yağmur gibi yağar başıma taşlar / İlle dostun bir tek gülü yaralar beni beni…”

Bu kez kapitülasyonları Dünya Ticaret Örgütü yükledi üstümüze ve halka gerçeği söylemek yine yasak. O nedenle ben dara çekiliyorum.  

Pir Sultan’ın katline ferman çıkartan Hızır Paşa (1560’larda)  Kanuni Sultan Süleyman döneminde paşa olmuştu. Peki, Pir Sultan neyi eleştirmişti de Safevilerin adamı olmakla suçlandı, hiç sorduk mu? Üzerine atılan bir çamurla gitti koca Pir Sultan. Gerçek öyle miydi?

Azıcık anlatayım. Dulkadiroğlu tayfasıdır Sivas, Korkut bey buralıdır,  Hz.Muhammed’e kadar gider kökleri. Osmanlı ile Fatih’ten beri evliliklerle iç içeydiler. Bağdat bunların bilim şehriydi, Hz.Muhammed de orada eğitim  almıştır, hem de Hz.Ali’nin de arkadaşı olan İspartalı Selmani Pak ile oradan arkadaştır Peygamberimiz, sabahladıklarını yazar kitaplar. Aklına girendir diye eleştirir batılı kimi tarihçiler.

Osmanlı’da ne oldu da Bağdat kökenli (Bilim eğitimini önceleyen) akil adamlar merkezinden gelenler uzaklaştırılmaya, medreselerden müspet ilimler kaldırılmaya geçildi? Sorunun cevabı için, Kanuni’nin İngilizlere verdiği kapitülasyonlara bakmak gerekir.

Yüklenen ağır vergiler dönemidir. Şeyhülislam’a çıkartılan kanunlara veto yetkisi vermişti. Şeyhülislama ters düşen sadrazamların kelleri uçuyordu. Kanuni’nin 48 yıl iktidarında 2 yılda bir sadrazam değişti, Hürrem Hatunun istedikleri  oluyordu. Tarih kitaplarında okuyoruz; getirilen vergi adaletsizliğine, kapitülasyonlara,  keyfiliğe direnenlerin kafası gidiyordu, daha açık söyleyelim, iki yılda bir sadrazam kellesi gidiyordu. İşte dönemin Anadolu’yu temsil eden ismidir Pir Sultan Abdal. Safevilerle bir oldu demek, onun ” buğday hakkı için” kapitülasyonlara karşı çıktığını inkârdır.

Tam da bu günlerde Pir Sultan’ı bana hatırlatan benzerlik çok enteresandır. SOSYAL DEVLET’imizin dayanağı olan KAMUCU ANAYASA değiştirilmek üzereyken bunları yaşıyorum, psikolojik baskı altına alınıyorum.

Devletimizin tanımı “Türkiye Cumhuriyeti devleti Laik, Demokrtik ve Piyasa Ekonomisine Bağlı bir hukuk devletidir” şeklinde değiştirilecek. Nerden mi biliyorum? ABD Ankara büyükelçisi Eric  Edelman 2005’te  söylemişti, ben de “Milli Eğitimde Emperyalist Kuşatma” kitabıma yazmıştım.

2005’den beri kamucu eğitimden piyasacı eğitime geçirtiliyoruz, bütün hizmetlerde olduğu gibi. Halkımız bilmez, 2006 yılında 5544 sayılı meslekleri parçalayıp piyasa kurslarına atan bir kanun (Mesleki Yeterlilik Kurumu Kanunu) anayasaya aykırı şekilde meclise getirildi ve gece yarısı olağanüstü birleşimde kapalı oturumda geçirildi. İnternette ”myk.gov.tr”de meslekleri parçalayıp içeriklerini hafifletip üç aylık kurslar halinde piyasa kurslarına attıklarını görünüz.

Bu piyasalaştırma işinin bir de GATS yüzü var, Hizmetleri Sektöre Devretme Taahhüdü. Tansu Çiller 1995’de Dünya Ticaret Örgütüne bunları yapacağına söz verdi. Tüm kamu hizmetlerinin küresel piyasaya devredileceği taahhütnamesidir. Eğitim, sağlık, savunma, ne varsa…  Örneğin Emekli Sandığı kalkar, Bireysel Sağlık Sigortası gelir, vb. Yani devlet memurluğu biter ve bireysel sağlık sigortası olmayan hastalar da hastanelere gidemez. Mesela, Korona salgınında sosyal devlet iyi kötü vardı da az ölümle geçiriyoruz, ABD de ise hastaneye alınmadıkları için ölüyor hastalar.

Ticaret Bakanlığının resmi sitesindeki 4 Şubat 2021 tarihli yazıda şöyle tanımlanıyor:

“ Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS),  uluslararası hizmet ticaretine ilişkin temel kavram, kural ve ilkeleri ortaya koyan ilk çok taraflı anlaşmadır.”

2005’den beri Türk Milli Eğitimi sırtını halka döndü, yüzünü piyasaya döndü. Bu modelle bir kuşak ziyan edildi. Dev tsunami dalgaları geliyor, çocuklarımızı yutmasın diye çırpınmaya başladım. Tehlikeyi gören ben, deniz kenarında bir deniz yıldızını kurtarabilir miyim acaba diye, memleketime döndüm, babamın evinde bir kültürevi yaptım ve eski yoksul komşumuzun iki çocuklu kızını kültürevimin üzerindeki daireme oturttum. Düşük fiyata kiraya verdim, apartmandaki akrabalarım dahi fiyatı düşürdüm diyerek bana karşı çıktılar, onlara deniz yıldızlarını kurtarmak hayalim var diyemedim, anlamayacaklardı. Şimdi mahkemelerdeyim, çocuğunun eğitimine karışmışım.

Kazın ayağı öyle değil. Mahallemizin genel kültürüne intibak edememiş bir babaları vardı. Mahalemizin gazi dedelerine yaptığım afişi dahi yırtmıştır. Çocukların anneanneden  Altıkanoğlu gazi dedelerinin resmini de çerçeveleyip hediye etmiştim, o da kabahat oldu, evinin duvarına bile karışıyormuşum…  Yani çocuklarının eğitimine el verdiğim insan katlime ferman verdiği zaman bana türlü iftiralar atabiliyor, yaşıma başıma bakmadan bana hakaret edebiliyor ve bunca yıldan beri evinin salonunda o resim vardı da neden beş yıl sonra kızmaya başladı diye soran yok… Bir anda erkek dayanışmasına geçip mahallenin tarihçisi, yazarı, öğretmen ablası bir hala unutuluyor ve halaya taşlar atılabiliyor demek ki.

Değerli okurlarım,

Sosyal devletin ve eğitimin bitişini görüyorum, susamıyorum. Onun için beni dara çekiyorlar. Üzerime mahalle baskısı kurmaktan tutun, adli baskıya, psikolojik şiddete kadar hepsini yaşıyorum.

Nasıl anlatsam; Pir Sultan’ın başına taş yağdıranlar gerçeği anlatmaya çalıştığı kendi arkadaşlarıydı değil mi?

Onu dara düşürenlerle bugün beni dara düşürenler aynıdır. Bir arpa boyu yol gitmemişiz.

Dostlar, Pir Sultan gibi dardayım.

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.