
İstanbul Sözleşmesi’nin cumhurbaşkanlığı kararıyla iptal edilmesine karşı itirazlar ve dava açılmasını duyduğumuz anda “Bu iptal kararı yasadan geri dönecek ve cumhurbaşkanının verdiği karar iptal edilecek, sonra da meclis kararıyla iptal edilip sözleşmeden çıkılacak.” demiş ve süreçte “Adalet yok diye yürüyenlerin “gayretleri”, adalet cumhurbaşkanının iki dudağı arasına sıkışmış diyenlerin sözleri boşa çıkarılmış, cumhurbaşkanı ve yargı çok önemli bir kazanım sağlayacak.” diye de da eklemiştik.
1000 avukatla katılınan dava ve kutlanan bu “başarı” tarihin gülümseten olaylarından biri olarak yazılacaktır. Şahsen ben yazarken gülümsemekteyim.
Şimdi kadın olarak neden bu tavrı aldığımızı garipseyecek ve belki de merak edeceksiniz. Bunu sizlere yaşadığımız bir olayla anlatmak doğru olacaktır.
MOR Çatı Kadın Derneği’nın Avrupa Birliği fonlarıyla destekli kadına yönelik şiddetle mücadele ve şönimlerle alakalı STK’ları toplayıp Grewio sözleşmesi nihayi raporu çalıştayı toplantısına Cumhuriyet Kadınları Derneği bünyesinde gözlemci olarak katılmıştık. Toplantının daha ilk günü ve saatlerinde okunan raporun bir maddesinde “Türkiye’de mülteci ve Kürt kadınlarına uygulanan ayrımcılık ve şiddet” diye bir cümle dikkatimizden kaçmadığı gibi bizi çok da rahatsız etti. Not aldık ve soru sormak katkı sunmak isteyen var mı denildiğinde el kaldırıp “Bizlere mülteci ve kürt kadınların, Türkiye’nin neresinde ve nasıl şiddet ve ayrımcılığa uğruyorlar söyler misiniz lütfen” dedik.
Bu sorumuza üç günün sonunda cevap alamadık. “Biz anneyiz, barış istiyoruz, çocuklarımız ölmesin diye çabalıyoruz” diyenlere “Kimle kim savaşıyor; kimler arasında barış olsun istiyorsunuz?” diye defaatle sormamıza rağmen bu sorumuza da cevap alamadık. Çalıştayın son gününde kayyum atanan illerde devlet tarafından şiddete uğrayan kadınlar rapora geçsin dayatmasına da “Şimdi cumhuriyetsavcılığına gidip toplantınıza şerh koyduracağız. Türkiye’nin hiç bir yerinde mülteci ve kürt kadınları DEVLET TARAFINDAN ayrımcılığa ve şiddete uğramamaktadır.” diyerek karşı çıktık. Bu karşı çıkışımız ve savunmamızla tedirgin olan yerel stk başkanlarının da bizim yanımızda yeralmasıyla son gayretleri de boşa çıktı.
Bu anımızla esas amaç ve niyetin ne olduğunu anlattık zannediyoruz. Ama yine de tam anlaşılması için devam edelim.
İstanbul Sözleşmesi, 9. bölümünde “İzleme Yöntemi” başlığı altında
Taraflarca Kadının ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesine ve Şiddete Karşı
Mücadele Konusunda Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin uygulanmasının
izlenmesinden sorumlu bağımsız uzman bir kuruluş olarak GREVIO’yu düzenlemiştir.
Türkçe meali: İstanbul Sözleşmesi, fondaş stklar eliyle hazırlanan raporların ışığında ülkemizi Grewio denetime açan bir dayanaktır.
Çalıştayda devletin şiddet uyguladığı yalanının geçmesi için cansiperane uğraşılan Grewio denetçilerine sunulacak nihayi rapordu. Bu rapor doğrultusunda dokunulmazlığa sahip “tarafsız” denetçiler de GREWİO Raporu’nu hazırlayacaklardı.
Bu “tarafsız” denetçileri atayan ve devleti kadına şiddet uyguluyor gösteren kadın örgütlerine fon sağlayan devlet ve kuruluşlar İstanbul Sözleşmesi’nden çıktığımız andan itibaren “Siz ülkenizle uğraşın, biz kendi yasa ve düzenlemelerimizle toplumumuzu en iyi şekilde koruyoruz, koruruz, koruyacağız.” denileceğinin telaşındadırlar. İçerdeki fondaş kuruluşları da bu dayanak sözleşmeden mahrum kalmamak için desteklemekte, yönlendirmektedirler.
Desteklenen bu ayrılıkçı ve batı yaparsa en iyisi olur saplantısındaki kuruluş ve kişilerin dertleri kadın ve eşitlik olsa şu an yürülükte olan Türkiye tarihinin en kapsamlı, en koruyucu ve eşitlikçi yasalarına sahip çıkarlar. Varsa uygulamada görülen eksiklerin giderilmesi için çaba sarf ederler. Toplumu LGBTİ, Q, toplumsal cinsiyet ya da cinsiyetsizlik vs dayatarak özgürlük, eşitlik kılıflarına sokup gençlerimizi, çocuklarımızı, geleceğimizi yoz kültürlerin yoluna itmeye canhıraş gayret göstermezler.
Ülkemizde kadınlarla ilgili kazanımların İstanbul Sözleşmesi’yle başladığı gibi bir algı yaratmak, mücadeleler vermiş olan kişi ve kurumlara da çok büyük haksızlıktır.
Dünya’da 1970’li yıllardan itibaren önem kazanan şiddet sorunu Türkiye’de ise 1980’li yılların ortalarından itibaren tartışılmaya başlanmıştır.
1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren, ilgili ulusal mevzuat gözden geçirilmiş, çeşitli yasal düzenlemeler yapılarak kadın-erkek eşitliğinin sağlanması yolunda önemli gelişmeler kaydedilmiştir.
Ulusal mevzuat çerçevesinde İstanbul Sözleşmesi’nin hükümleri göz önüne alınarak hazırlanan 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”a özellikle değinmek gerekir. Bu düzenlemeden itibaren; can ve mal güvenliği açısından tehdit edilen kadınların yanı sıra aynı durumda olan çocuklar, aile bireyleri hatta tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan ve olduğunu ortaya koyan herkes, bu Kanun’un 2. Maddesinde tanımlandığı şekilde şiddete uğradığında ya da şiddete uğrama tehlikesi ile karşı karşıya kaldığında, talebi olup olmadığına bakılmaksızın 6284 sayılı
Kanun’un sağladığı koruyup kollama tedbirlerinden yararlanabilecektir.