Selçuk ErenerolZOR YAZI

Gece Yarısına 89 Saniye / Selçuk Erenerol


Kıyamet Saati, basit bir zaman aralığının ötesinde, insanlığın kendi kaderiyle yüzleşmesini içeren, varoluşsal bir uyanış dönemidir. Bu metafor, sadece fiziksel bir felaket olasılığını değil, aynı zamanda tarihin, tarihsel ve insan deneyiminin sonunun ortaya çıkma ihtimalini içeren derin bir bölgedeki boyut simgeleridir. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının ardından, nükleer silahların mutlak yok etme gücünü kavrayan, aralarında Manhattan Projesi bilim insanlarının da bulunduğu bir grup aydın, Bulletin of the Atomic Companies çatısı altında bu sembolik saati yaratmıştır. Saat, Soğuk başlangıçta Savaş’ın nükleer gölgesinde, insanların kendi kendilerini yok etmelerinin bir göstergesi niteliğindeydi. “Gece yoluyla”, kullanım şekliyle medeniyetin sonunu veya küresel felaketi işaretler; bu, sadece fiziksel bir yıkım değil, aynı zamanda insanlığın kollektif bilincinin, ürünlerin değerlerinin ve geleceğe yönelik umudunun da varlıkları anlamına gelir. 28 Ocak 2025 tarihinde Kıyamet Saati’nin gece yarısına 89 saniye olarak ayrılması, insanlığın tarihinde kendini yok etmeye bu denli yaklaştığımız başka bir dönemde olduğunu bir şekilde ortaya koyduğunu gösteriyor. Kendi yarattığımız problemler ile insanlığın sonunu kararlı bir şekilde devam ettiriyoruz.

Bu kritik sürecin arkasında, modern çağın karmaşık, kapsamlı örülmüş ve katmanlama tehditleri yatmaktadır. Bu tehditler, sadece güncel politik krizlerin yüzeysel tezahürleri değil, aynı zamanda insani süreçlerin derinliklerine inen, etik, ontolojik (varlık) ve epistemolojik (bilgi) sorgulamaları tetikleyen çatışmalardır. Peki, neden gece geç saatlerde 89 saniye kalana kadar çığrından çıkan dünyamız?

  • Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve daha geniş Orta Doğu krizi: Bu alanda , yalnızca bölgesel gerilimler olarak incelemelerp, aynı zamanda uluslararası hukuk ve diplomasi geleneğinin çözülüşünü simgeler. Bu durumda, Thomas Hobbes’un “Leviathan” adlı eserinde tasvir ettiği “herkesin herkese karşı savaşı” (bellum omnium contra omnes) senaryosuna doğru tehlikeli bir kaydedilmesi önerilmemektedir. Bu kaotik sistem, aktörlerin bile varoluşsal korkularla veya algılanan tehditlerle mantıksız kararları alabilir, bu da küresel istikrarı temelden sarsar. Bölgesel çatışmaların değişme riski, domino bölgelerinin kontrolünden küresel bir felakete dönüşme potansiyeli taşınır.
  • Artan nükleer patlama ve nükleer silahlanma anlaşmalarının üyeleri: Nükleer çaydırıcılığın kırılganlığı, sonuçta kesin yıkım (Mutually Assured Destruction – MAD) doktrininin paradoksal mantığına dayanacaktır: Kimsenin ilk darbeyi indiremez, çünkü bu her iki tarafın da yok olmasıyla sona erer. Ancak bu doktrin, her geçen gün artan sayıda nükleer aktör ve silah azaltma anlaşmalarının tek parçaların feshedilmesiyle daha da istikrarsız hale geldiğini gösteriyor. Bu durum, insan aklının kendi yarattığı yıkıcı güç kontrol etmedeki gecikmeyi ve Prometheusçu’nun bir laneti düşündürdüğünü düşündürmektedir. Prometheus’un ritmi çalması gibi, insan da nükleer gücünü keşfedmiş, ancak bu gücü kontrol etme ve yönetme sorumluluğuyla boğuşmaktadır. Bilimsel ilerlemenin etik sorumluluğundan yoksun kalmak, potansiyel olarak kendini imhaya götürebilir.
  • İklim değişikliğinin hızlanan etkileri: İklim krizi, antroposen çağının en belirgin ve geri dönülemez izidir. İnsan gezegeninin biyosferi üzerindeki zararlı etkisi, sadece ekolojik bir felaket değil, aynı zamanda insanlığın doğa ile ilişkilerdeki etik bozulması ve sorumluluksuzluğunun bir sonuçlarıdır. Bu kriz, gelecek nesillere karşı sorumluluk (gelecek kuşakların hakları), gezegensel vatandaşlık ve insanın ekosistemdeki yeri gibi derin gelişmelerin gündeme gelmesi. Bilimsel veriler, küresel ısınmanın geri dönülemez eşiklere yaklaşıldığı ve ekosistemlerin parçacıklarının zincirleme çözülebilir yol açabileceği göstermektedir. Buna kolektif eylemsizlik, nihilist bir kaderin veya kısa vadeli çıkar odaklı düşüncenin trajik bir tezahürüdür.
  • Yapay zekadaki (YZ) hızlı ve büyük ölçüde düzenli gelişmeler ve büyüme potansiyeli: YZ’nin yükselişi, insan zekasının miktarı, bilincin tanımı ve bireysel özerkliği gibi temel kırılma tartışmaları yeniden alevlendirilmektedir. Algoritmik yönetim ve otonom karar alma sistemleri, etik ikilemleri derinleştirirken, dezenformasyon yönetimi ve gözetim teknolojilerinin gelişmeleri, doğruluk ve özgürlük kavramlarını temelden sarsmaktadır. YZ’nin kontrolsüz gelişmeleri, teknolojik teknoloji ve insanın ardından bir varoluş gibi senaryo senaryolarını olası bir gerçekliğe dönüştürme potansiyeli geliştireceğiz. Ray Kurzweil’in “Tekillik Yakın” adlı eserinde vurguladığı gibi, YZ’nin insan zekasını aşması, insanlığın evrimsel yolculuğunda yeni ve bilinmedik bir dönemeçtir. Ama aynı zamanda insanın kendilik algısını yeniden düşünmesini sağlayan ontolojik bir meydan okumadır.
  • Diğer biyolojik tehditler: Yeni patojenlerin ortaya çıkışı veya biyolojik silahların kasıtlı kullanımı, insanlığın kırılganlığı ve bilimsel ilerlemenin aynı zamanda yeni riskler yaratma potansiyelini gözler önüne sermektedir. Küresel enerjiler, sadece fiziksel sağlık krizleri değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı, ekonomik istikrarı ve bireysel özgürlükleri tehdit eden çok boyutlu krizlerdir. Bu tehlikeler, insanlığın sağlığının küresel boyutu ve biyolojik savaş etik alanı üzerine dağıtımını sevk eder.

 

Tarihin Tekerrürü, Toplumsal Hafızanın Epistemolojik Krizi ve Sınıf Yapılarının Çözülüşü

Hobsbawm’ın “Aşırılıklar Çağı” olarak tanımladığı 20. yüz harf hiç ders almamış olan insanoğlu, tüm gücüyle dolu dizgin koşmaktadır. Bu koşuşturma içinde, Hegel’in ironik gözlemi, “insanların büyümüş tek şey, insanların hiçbir şey öğrenmediğidir” sözü ise adeta bir kaderci kehanet gibi kulaklarımızda yankılanmaya devam ediyor. Bu tekrar, insan aklının döngüsüsel zaman algısına ve kolektif amneziye olan kalıcılığını gösteriyor. Felaket senaryolarının beslenmiş komplo teorileri ve korku politikaları, toplumsal psikolojiyi derinden etkiliyor. Bir yandan korkuyla manipüle edilen insanlık, diğer yandan nihilist bir apatiye sürüklenerek geleceğe dair umudunu yitirmektedir. Bu durum, Sartre’ın varoluşçuluk formülündeki “varoluş, özden önce gelir” ilkesiyle çelişir; Zira insan, kendi yaşamını düzenleyen sorumluluğuna sahipken, bu sorumluluktan kaçış, varoluşsal bir boşluğa yol açar. Bu apati, Fromm’un “Özgürlükten Kaçış” adlı eserinde saklı olduğu gibi, kendi sorumluluklarından kaçarak bir Otoriteye sığınma esnekliğini de besleyebilir. ayrıca ders çalışan insanlar, çalışanların korku imparatorluğu içerisinde önünde sonunda boyun eğen ve sorgulamaktan imtina etmeyen yığınlar haline dönüşür.

Sosyal politikalarda derinleşen makas, ekonomik adaletsizliğin sadece pratik bir sorun değil, aynı zamanda etik ve popülerliğin bir skandal olarak ortaya çıkmasına neden oluyor. Zenginliğin belirli bir kutupta olması ve zayıflığın hızlanarak yaygınlaşması, Rawls’ın adalet teorisinde savunduğu adil bir toplumsal sözleşme idealini temelden sarsmaktadır. Rawls’a göre, bir toplumun adaleti, en dezavantajlı kesimin koşullarının en iyi hale getirilmesi sağlandı. Ancak mevcut durum, bunun tam tersini işaret etmektedir. Özellikle orta sınıfın erimesi, sıcaklığın bir tehlikeden öte, toplumsal rızanın ve kolektif eylem kapasitesinin aşınması anlamına gelir. Orta sınıf, Aristoteles’in “Nikomakhos Ahlakı” isimli eserinde vurguladığı “orta yol” (mesotes) ilkesinin toplumsal tezahürüdür; Bir toplum düzeninin, kültürel siyasetin ve eleştirel düşüncelerin anahtarıdır. Orta sınıfın yok olması, toplumun kutuplaşmasına ve radikal ideolojilerin yükselişine zemin hazırlar. Keskin bir ekonomik kutuplaşma ve refah makasının haddiden fazla genişlemesi, toplumsal dayanışmayı parçalar ve olası olarak sosyal patlamalara yol açabilir. “Karnını doyurmaya çalışan fakir” ile “gününü gün eden zengin” arasında konuşulan orta kesimin giderek erimesi, bu varoluşsal tehditlere karşı ses tarafından oluşturulan ve eylemde bulunan kitlenin de patlamasına sebep olmaktadır. Bu durum, Gramsci’nin hegemonya teorisini anımsatır; Egemen sınıfların rızasını manipüle ederek, kendi çıkarlarını korudukları, pasifize edilmiş bir şekilde öldürüldüklerine zemin hazırlar. Gramsci’nin kültürel hegemonya kavramı, ekonomik eşitsizliğin ideolojik araçlarıyla nasıl sürdürülebildiğini gösteriyor.

 

Hakikat Sonrası Çağ: Epistemolojik Kriz ve Gerçekliğin Ontolojik Bozulması

İçine girdiğimiz hakikat sonrası çağ (hakikat sonrası çağ), yalnızca siyasi söylemler değil, aynı zamanda gerçekliğin ontolojik uygulamalarını de sorgulatır hale geliyor. Bu çağda, nesnel gerçeklik, yer duygulara, kişisel inançlara ve algılara bırakılmış, hakikat manipüle edilebilir bir metaya dönüşmüştür. Bu durum, Foucault’nun “bilgi-iktidar” ilişkileri üzerine yaptığı analizleri akla getiriyor: Hakikat, çoğu zaman iktidar ilişkileri içerisinde inşa edilir, dolaşıma sokulur ve kontrol edilir. Baudrillard’ın “Simülakrlar ve Simülasyon” teorisi, gerçeğin temsilinin yer aldığı bir dünya çapında kayıtlı; bu, günümüzün sanal gerçeklikleri ve dezenformasyon ortamıyla bir çeşitlilik taşıyor. Halihazırda varlığı gerçek olmayandan kopyalanan kopyaların giderek çoğalması, toplumun ortak ve paylaşılması gereken bilincin de bulanması ve giderek bu kopuklukların kopmasının sebebiyet vermektedir.

Toplumların ortak hafızası, ulus devlet yapılanmasının içinin oylanması ve güncel gerçeklerin çarpıtılmasıyla sistematik olarak hedeflenmektedir. Bu durum, Arendt’in “Totalitarizmin Kökenleri” adlı eserindeki analizlerini akla getirir; totaliter rejimler, gerçek çarpışma ve tarihin yeniden başlamasıyla kendi iktidarlarını pekiştirirler. Toplumsal hafızanın miktarı, bir ulusun değerleri, kolektif bilincini ve geleceğe yönelik vizyonu kayıtlıdır. Geçmişin doğru bir şekilde anlaşılamaması halinde, ileriye yönelik adımlar da temelden yoksun kalır ve toplumlar tekrar aynı hatalara mahkum olmaya başlar. Özellikle totaliter rejimlerin tarihini yeniden yazma çabası günümüz demokratik(!) hükümetlerinin ve işbirlikçilerinin de sıklıkla başvurduğu bir aparattır. Ortak tarih ve bilince sahip bir toplum üzerinde dahi durmaksızın tekrarlanan yalanlar sayesinde tarihin yeniden anlatılmasına tanıklık ediyoruz. Bu toplumsal mühendisliğin hafife alınması ya da umursanmaması durumunda bütün felaketlerin başıdır.

21. yüzyıldan kalma birçok getirisi nedeniyle çok hızlı gelişen ve her geçen gün daha da sert dönemlerle karşılaşılmaktadır. Çağın getirdikleri ve gereklilikleri artık iyiden iyiye gri bir alana hapsolmakta ve insanların zihinsel imgeleme dünyasını bulandırarak neredeyse çözümlemesi imkansız bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Bu karmaşıklık ve şifre içinde, önü kesilemeyen komplo teorileri, her gün raflarda yerlerini alırken, bir yandan da aslında bu komploların bir hayli sahici olduğu da geçen sürede birlikte günümüzde kendini kanıtlamaktadır. Bu epistemolojik politika planı, komplo teorileri adeta bir “anlam yaratma” seçenekleri olarak seçenekler sunar. İnsanın zihni, belirsizliğe ve anlamsızlığa tahammül edemediği için, her türlü açıklama arayışına girer ve bu durum bilgisi olmayan açıklamalara sığınmaya kadar gider. Ancak daha da endişe verici olan, tüm bu korku imparatorluğu içerisinde, bazı komploların “şahici” olaylarla ortaya çıkmasıdır. Bu durum, gerçeklik algısının “muhallebi tutarlılığına” gelmesine, yani belirsizleşmesine, akışkanlaşmasına ve sağlam zemininin kaybolmasına yol açmaktadır.

Bilgisizlik bombardımanı altında kalan toplumlar, çok görmüş tavşana dönüşerek, ortak bir mücadele yürütemez hale gelirler ve nihayetinde toplumsal atomizasyon kaçınılmaz bir sonuç olarak çıkmaz. Atomize olmuş bireylerden oluşan bir toplum, ortak bir gelecek inşa etme yeteneğine sahip olanları ve dışarıdan gelen işlemlere karşı dağıtılır.

 

İktidarsız İktidarlar ve Gelecekten Çalınan Bir Varoluş

İktidarsız iktidar sürüleri dünyanın dört bir yanında toplumların üzerine karabasan gibi çökerek kaygı kayıplarını hap gibi yutturmaktadırlar. Modern siyaset sadece bir yönetim kriziyle değil, aynı zamanda etik ve ontolojik bir formla da karşı karşıya. Bu, yönetimlerin sadece eksikliğini değil, aynı zamanda iktidarın kendi doğasındaki bir bozulmayı da ifade eder; İktidar, gerçek sorunların çözümü yerine, varoluşsal kaygıları manipüle eden bir araç haline geldi. Toplumların üzerine karabasan gibi çöken bu yönetim anlayışı, harcayacağınız kaygıları çoğaltarak onları pasifize eder. Bu, Frankfurt Okulu’nun “eleştirel teori” ve “kültür endüstrisi” eleştirilerine benzer bir biçimde, kapsamlı eleştirel düşünme ve direniş kapasitelerinin köreltilmesi anlamına gelir. Modern kültür, insanların tüketim ve eğlence yoluyla çatışması, onların siyasi ve toplumsal sorunlarına karşı duyarlı hale gelmesi.

Yöneticiler, yönettikleri toplumları bile isteyerek felaketlere sürüklemekte; huzurun ve refahın paylaşılması gereken yerde tırnakçı gibi gelecek günlerden çalıyoruz. Bu durum, esasında siyasetin merkezi olması gereken “ortak iyiliğin sürdürülmesinden” ne denli uzaklaştığı gözlerin önünde sermektedir. Siyasetin bu sapkın formülü, Machiavelli’nin siyasi realiteyi tasvirinden öte, Weber’in “amaçsal finansalität” (Zweckrationalität) nüfusun çarpık bir uygulaması olarak okunabilir: Burada akıl, etik değerlerden bağımsız olarak sadece belirli uygulamalara (iktidarı koruma, zenginliği artırmak) ulaşmak için bir araç gelir haline gelmek. Bu sarmalın ortasında kalmış ortalama insan, gerçeklik algısında zorluklarla uğraşmak, “gelişine yaşamak” ile “karanlık bir yarına bakmak” arasında sıkışmıştır. Bu durum, Camus’nün absürdizm kimyasındaki “anlamsızlığa karşı isyan” çağrısını hatırlatır. Ancak çoğu insan, bu isyanın yerine, varoluşsal bir eylemsizliğe veya “kitlelerin yalnızlığına” sürükleniyor.

 

Kıyamet Mi, Kıyameti Var Etmek Mi?

Zihnimizi iğdiş eden tarihin yeniden yazma çabası, karabasan misali çöken yönetimler, tahakküm kartından alınmaya çalışılan hayat, kaygılara bulanan gelecek günler ve bilimum felaket senaryosu karşısında ne olur? İnsan olarak kendi varlığımızı kendi ellerimizle şekillendirecek kudretine sahipken, bu potansiyel yıkıma mı, yoksa inşaata mı yönlendireceğiz? Kant’ın aydınlanma çağında da değindiği gibi, “İnsan aklını kendi başına kullanma cesareti gösterebilir ve kendine dayatılan vesayetten kurtulabilir.”

Atom Bilimcileri Bülteni Kıyamet Saati’ni bir uyandırma olarak tasarlaması, bilimin ve öğrenme düşüncelerinin hala bir umut ışığının bulunduğunu gösterir. Bilim, sorunları teşhis eder ve olası çözümler sunar. Ancak bu uyarıların “sistemin sopası” haline dönüştürülmesi, iktidarların değiştirebileceği kendini bile manipüle edebileceği gerçeğini ortaya koyuyor. Bu noktada, Habermas’ın “iletişimsel eylem”in önemi kazanır: Eğer gerçekleşirse tartışma, özgür bilgi dağıtımı ve demokrasi sağlanamazsa, toplumlar maniküra açık hale gelir ve kolektif rıza inşa edilir. Habermas’a göre, hakiki iletişim, tahakkümden uzak, ortaya çıkan bir konsensüsün temelidir.

Uyanmamız gereken bir kabusun içinde sıkıştırılmış durumdayız. “Uyanmak”, sadece tehlikelerin bozulması varmak değil, aynı zamanda bu tehlikelerin ardındaki güç dinamiklerini deşifre etmek, manevralara aktif olarak direnmek ve kolektif bir bilinçle harekete geçmek anlamına gelir. Ancak, yalnızca bireysel düzeyde bir aydınlanma değil, aynı zamanda toplumsal ve küresel düzeyde bir kişinin yaşadığı bir şeydir. Zira Spinoza’nın “Ethica” adlı eserinde de olduğu gibi, “her şeyin kendi devamlılığını sürdürme çabasındadır” (conatus). İnsanlığın da kendi varlığını sürdürme çabası, yalnızca bireysel düzeyde değil, küresel ve kolektif düzeyde bir işlem yapma ve kullanabilme gereklidir. Bu, Jonas’ın “Sorumluluk İlkesi” adlı eserinde vurguladığı gibi, gelecek nesillere karşı etik bir sorumluluktur.

Silahlanma yarışının yeniden tavan ayarları, sınırları yeniden çizilmek istendiği şu günlerde koca burunlu şişko adamların avuçlarını ovuşturarak onları nasıl bir kapının eşiğinden geçirecek? Birbirini yok etmek için uygun kollayan açık gözlü devlerin ürettiği dayat sahte barış iklimi ve ulussuzlaştırma politikalarına daha ne kadar göz yumacağız? Birçokları gibi kabul edip kıyameti mi bek yapmaları yoksa kıyametleri olmak için uyanacak mıyız?

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.