
Uzun bir süredir yaşadıklarımız tam olarak budur: Değerlerini yitiren bir yığın haline gelmek.
Suni gündemler üzerinden propaganda ve algı operasyonları ne yeni bir olgudur ne de tarihe karışma ihtimali vardır. Kişiler, aynı şeyleri bozuk plak misali tekrar ettikçe ve içinde boğuldukça bireysellik artar; toplum, değerlerini kaybeden bir kitleye dönüşür ve güdümü giderek kolaylaşır. Uzun bir süredir yaşadıklarımız tam olarak budur: Değerlerini yitiren bir yığın haline gelmek.
Goebbels’in bakanlığa gelmesiyle beraber medyayı ne büyük bir ustalıkla ve hinlikle yeniden dizayn edip kullandığını tarih okuyan herkes az çok bilir. Bu dizayn içerisinde medyayı yalnızca basın organları olarak düşünmemek gerekir. Dönemin görsel medyası da bir hayli etkin kullanılarak propaganda filmleri ardı arkası kesilmez bir şekilde Alman toplumuna zerk edilmişti. Yani siyasi hegemonya aynı zamanda kültürel hegemonyayı da ele geçirmişti. İnsanlar, süren savaş hakkında taraflı bir şekilde bilgilendiriliyor; tarih yeniden şekillendiriliyordu. Bu manipülasyona dayalı başarı, gelecek nesillerin boyundurluk altına alınabilmesi adına altın değerinde bir ders olacaktı.
Güncel olarak Türk siyasetinin iki büyük problemi vardır. Bu iki ana problem, yaşadığımız bütün sorunları peydahlamakta; yalnızca günümüzü şekillendirmekle kalmayıp aynı zamanda geleceğimizi de çalmaktadır. Bunlardan ilki, su götürmez bir gerçek olarak, hukuk tanımazlık ve adalet sisteminin bozulan kantarından dolayı işleyemeyen yargı sistemidir. İkincisi ise kavramların içinin boşaltılması ve bağlamından koparılarak yeniden dizayn edilerek zihinsel imgelemenin bulandırılmasıdır.
Hukukun üstünlüğüne dayalı bir yargı bağımsızlığı ve yönetim erki, bir ülkenin en hayati damarını oluşturur. Hukuk kendi içerisinde yorumlanabilir olmalıdır; siyaset karşısında değil. Umursanmayan bir Anayasa, şekilden şekle sokulan kanun maddeleri, liyakatsizlik ve giderek adrese teslim yargı kararları ile karanlık bir dönemden geçmekteyiz. Anayasamızın ne anlama geldiğini ve neyi temsil ettiğini unutturmaya çalışan bir grup tarafından yönetilmekteyiz. Beceriksiz propaganda teknikleriyle, Türk ulusunun anayasal hakları elinden alınmaya çalışılmaktadır. Siyasetçilerin, “Zafer mi hezimet mi?” diye tartışmaya açtıkları, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu niteliğindeki Lozan Barış Antlaşması önemsizleştirilmektedir. Jelibon rezervinden hallice açıklamalar ile Türk ulusu artık kanunen korunan haklarının ne olduğundan emin değildir. İşleyen sistem “Yasal mı? Değil. Yapabilirler mi? Yaparlar.” anlayışıyla devam ettiği sürece bizleri çok daha karanlık günler beklemektedir.
Teröristlerin umut hakkı ile aynı cümle içinde geçirildiği bu günlerde, gencecik çocuklarımız şafak operasyonlarıyla yaka paça tutuklanmaktadır. Katalogdan seçer gibi teröristler sırayla affedilmekte; anayasal hakkını arayanlar ise çarmıha gerilmektedir. Bu denli kantarı bozulmuş bir hukuk sistemi ise başımıza gelen bütün musibetlerin birincil sebebidir. Hukukun üstünlüğü herkes için gereklidir. Üstünlerin hukuku ise yalnızca haydutlara hizmet eder.
Dört bir yandan sarmış bu adaletsizlik hiçbir şekilde liyakat eksikliğinden değildir. Aksine, bilinçli yürütülen bu politikalar toplumsal birlikteliği zedelemek ve nihayetinde yok etmek üzerine kurulmuş bir oyunun senaryosudur. Devletler varlıklarını ancak adalet ile sürdürebilirler ve o devleti ayakta tutan kitleler adaletin olduğu yerde ulus bilinciyle hareket edebilir. Ulusların adalete güvenmediği yerde suçlular hüküm sürmeye başlar; yavuz hırsız ev sahibini bastırır.
Ev sahibini bastıran yavuz hırsız, yaptığı hırsızlığın retoriğini değiştirir. “Çalmaya gelmedim; ödünç alacağım” der. Böylelikle bir kavram çöp edilir ve artık suç olmaktan çıkar. Türkiye Cumhuriyeti’ni dârü’l-harb olarak görenler işte aynen bu şekilde yolsuzluklara imza atmaktadır. Lakin kavramların içinin boşaltılması sadece yolsuzlukta değildir. Artık her alanda bildiğimiz kavramları imgeleyemez bir hale gelmiş bulunmaktayız. Barış için sesini çıkaranlar ortada hangi savaşın sürdüğünü söyleyememektedir. Bunun sebebi belki de ortada bir savaş olmamasıdır. Lakin barışmak istedikleri ise terördür. Sandık demokrasisinin hüküm sürdüğü bir ülkede neyi ileri götürmek isterler mesela? Seçim tarihlerini mi?
Kavramların içi boşaldıkça, insan zihni bu kavramları imgeleyemez hale gelir. Durmaksızın değiştirilen retorik hallaç pamuğuna döner, zihinler boşalır ve gündemin bombardımanı altında eylem alamaz hale gelir. Sunulan gündemin amacı Türk ulusunu yel değirmenleri ile savaşa zorlamaktır. Yel değirmenlerine karşı çekilen her kılıç hedeften sapmamız anlamına gelmektedir. Ülke genelinde birikmiş olan öfke boş işlere kanalize edilir; geleceğimiz gözlerimizin önünde çalınmaya devam eder. Heybedeki turplara bakarken bir anda tarlanıza çökerler.
Hukuksuzluğun ve kavram bulantısının bu denli hüküm sürmesi ne yazık ki kabullenmekten ötürü gerçekleşmiştir. Sessiz kalınan her zorbalık bizleri bu günlere getirmiştir. Lakin zorbalığın en büyüğü de bugün yapılırken artık çıkan sesler de hiçbir şey için geç kalmamıştır.
Adaletin kantarı ve kılıcı; dostunuzu tarttığınız, düşmanınızı kestiğiniz bir sistem değildir. Hukuk kuralları tüm bireyler için eşit şekilde geçerli ve uygulanabilir olmalıdır. Hukukun üstünlüğü bunu gerektirir. Adaletsizliğe uğrayana destek vermek hukuk devletinin gereğidir. Lakin hokkabazlardan kahraman yaratma çabası da beyhudedir.