Selçuk ErenerolZOR YAZI

Sikkeden Ekümenik / Selçuk Erenerol

1923 yılına gelindiğinde artık ne Doğu Roma İmparatorluğu ne de Osmanlı İmparatorluğu kalmıştır. Bu topraklarda Cumhuriyet ile yeni bir rejim kurulmuş ve 1922’de imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile Fener Rum Kilisesinin statüsü açık bir şekilde belirlenmiştir.

Üçüncü ölüm yıldönümünde, merhum Sadi Somuncuoğlu’nu 28 Şubat’ta düzenlenen “Egemenlik Paylaşılamaz” panelinde andık. Orada da söylediğim gibi, bu anmalar içimizde hep bir burukluk bırakıyor. Çünkü anmak kadar anlamak ile uğraşmıyoruz ve tam olarak bu yüzden bu günleri yaşıyoruz. Sayın Somuncuoğlu gerçekten büyük bir fikir adamıydı. Yeni Roma İmparatorluğu kitabını şayet özetler ile yetinen siyasetçilerimiz ve kendine Atatürkçü diyenler okumuş olsaydı bugün bu egemenlik sorunlarını yaşamazdık. Çünkü kutlu Türkiye Cumhuriyeti, etnik bölücüler ve siyasal dinciler arasında bir cenderede sıkışmış, adeta kaynama öncesi son dakikalarını yaşamaktadır.

Kaynayacağız.

Bu karanlıktan, bu tahakkümden, bu istibdattan her zamanki gibi çıkacağız.

28 Şubat kararları siyasal islamcılara karşı bir dur emri idi. Tabii ki de dinlenmedi. Siyaseten çarptırıldı. Geldiğimiz nokta ise 15 Temmuz hain darbe girişimi oldu.

O gün beraber yol yürüdükleri Fetullah bugün hain olmuşken, yeni Fetullah artıkları ve onun avaneleri bugün yeniden el üstünde tutulmakta. Bu demektir ki bizler hiç ders almamışız. Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yargılamaya çalışacak cürete sahip olmuş özel yetkili mahkemelerin kurulduğu dönemi algılayamayanlar, bugün, aynı siyasal dincileri bile isteyerek yüksek mertebelere getirerek liyakat kelimesini bizlere bir daha unutturmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti etnik bölücüler ve siyasal dinciler arasına sıkıştırılmış, “ne koparırsak kardır” anlayışı ile parçalanmaya çalışılmaktadır. Bu parçalanma asla başarıya ulaşamayacak olsa dahi süreci, sürecin bileşenlerini ve oyun kurucuları iyi anlamak elzemdir. Şayet anlaşılmazsa başımıza gelecek musibetler bir hayli endişe vericidir.

1919 yılında alınmış olan “Vatan bir bütündür, bölünemez” kararı, kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin asla taviz verilmeyecek üniter yapısını belirlemiştir. Buna rağmen bölünmez bütünlüğümüz sayısız defa dahili ve harici bedhahların saldırısı altında kalmıştır. Bitmek bilmeyen bir kin ile yüzlerce yıldır yarım kalan hesapları tamamlamaya çalışanlar Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal düzenini feshetmek adına tüm güçlerini kullanmaktadırlar. Gelinen noktada artık işin şakasının kalmadığı da aşikardır.

Birçoklarının “devlet aklı” diye tanımladığı ihanetler bütünü, esasında büyük bir aklın meyveleridir lakin sandıkları gibi yorumlanacak türde de değillerdir. Haşmetli oyun kurucuların hain planları hem ülkemizde, hem çevre bölgemizde, hem de dünyanın birçok yerinde son perdeye geçmiş bulunmakta. Ülkelerin sınırları değiştiriliyor; ulusların egemenlik ve bütünlük hakları hiçe sayılıyor. Modern çağ diye adlandırılan dönemimiz refah ve iyiliğe çabalamak yerine yeniden kan ve göz yaşına sahne oluyor. Bütün bu keşmekeşin içinde ise karşımızda hâlâ aynı oyunlar ve bu oyunların değişen aktörleri yüz yıllık planlarını gerçekleştirmeye çabalıyor.

1821 yılında Mora İsyanı ile başlayan Megali İdea hayali ilk başta 60 bin sivil Türk’ün katledilmesine neden olmuştur. Bölgede Türkler tamamen yok edilinceye kadar katliama uğrarken, Anadolu ve Trakya’da ise Ortodoks Türkler Fener Rum Kilisesi’nin asimilasyon politikalarına karşı direnme gayreti içindeydiler. Bu asimilasyon çabaları zamanla silahlı çetelere evrilirken, aynı katliamlar Anadolu topraklarında da başladı. Fener Rum Kilisesi’nin örgütlediği, aralarındaki papazlardan bazılarının Mavri Mira ve Etniki Eterya gibi bölücü örgütlere üye olduğu bu hıyanet yuvası hem Osmanlı, hem Milli Mücadele, hem de Cumhuriyet dönemlerinde yürüttükleri hain planlarından bir an olsun bile vazgeçmedi. Mavri Mira üyelerinden olan papaz Athenagoras, parçası olduğu katliamlara rağmen 1949 yılında, Lozan Barış Antlaşması’nı ve Türk hukukunu hiçe sayarak, dönemin ABD Başkanı Truman’ın özel uçağıyla Türkiye’ye adeta kakalandı ve sahip olmadığı Türk vatandaşlığını uçaktan indiği gibi apronda aldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu kabul edilen Lozan’ın hükümleri böylelikle ilk kez delinmiş oldu.

Osmanlı Devleti’nde de, Türkiye Cumhuriyeti’nde de kabul edilmeyen yabancı papaz ataması olan Athenagoras, ABD’nin büyük bir mutlulukla dayattığı belli başlı isteklerle ülkeye geldi. Megali İdea’nın bir parçası olan ekümeniklik hayaline giden bu istekler öncelikle Ruhban Okulu’nun yüksek öğrenim statüsüne sahip olması ve uluslararası tanınırlığa erişmesiydi. Bu statü sayesinde Fener Rum Kilisesi, esasında Lozan’a ve hukukumuza aykırı olan bütün atamaları yapacak güce erişecek ve ABD’nin işine yarayacağı şekilde etki alanını Ortodoks dünyası üzerinde genişletebilecekti. Bu istek gerçekleşmemesine rağmen hâlâ vazgeçmiş değiller ve günümüzün sözde aydınları ve siyasetçileri tarafından da destek görmektedirler. Ekümenikliğe giden yolda, Ruhban Okulu sayesinde sahip olacakları bu tüzel kişilik ile şu anda suç sayılmasına rağmen göz ardı edilen bütün bu adımlarına yasal bir zemin oluşturmuş olacaklar. Bunun yaratacığı ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık üzerindeki sorunları manipüle edenler ise Türk ulusuna bu oyunun bir kültürel zenginlik ve mozaiğinin(!) bir parçası olarak yutturmaya çalışmaktadırlar.

Hukuk tanımaz bir şekilde siyasilerimiz tarafından kullanılmasına müsaade edilen ekümeniklik sıfatı, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğünü parçalama projelerinin bir ayağıdır. Hiçbir hukuki ve dini dayanağı olmayan bu sıfat, tamamen siyasi emellere hizmet etmektedir. Şöyle ki: Katolik kilisesinin yapılanmasının aksine, Ortodoksluk dünyasında “tek lider” anlayışı yoktur. Ortodoks uluslar kendi milli kiliselerine sahiptirler. Kilise yapılanması içerisinde, dünyadaki tüm Ortodoks kiliselerinin bir başı olduğu görüşü kabul edilmez. Bu yönden ekümeniklik anlayışı, Doğu Roma (Bizans) döneminde kullanılmış; imparatorluğun sınırları içindeki tüm kiliselere hükmeden İstanbul Patrikhanesi’ne (Fener Rum Kilisesi) verilmiştir. 1453 yılında, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesiyle birlikte bu durum tamamen son bulmuş; hiçbir hükümdarımız tarafından Fener Rum Kilisesi’ne böyle bir paye verilmemiştir. Siyasilerimizin “ekümeniklik ecdadımızı rahatsız etmedi, biz de kabul edebiliriz” demesi hususunda ise sorulacak tek soru, bahsettikleri ecdadın hangisi olduğudur.

1923 yılına gelindiğinde artık ne Doğu Roma İmparatorluğu ne de Osmanlı İmparatorluğu kalmıştır. Bu topraklarda Cumhuriyet ile yeni bir rejim kurulmuş ve 1922’de imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile Fener Rum Kilisesinin statüsü açık bir şekilde belirlenmiştir. İstanbul’da kalan Rum asıllı vatandaşlarımızın dini ihtiyaçlarını (ibadet, vaftiz, düğün ve cenaze) karşılamakla yükümlü bir azınlık kilisesi olarak yetki ve eylem alanları sınırlandırılmıştır.

Bütün tarihsel verilere ve ispatlara rağmen, günümüzde dahi bu asılsız iddialar kamu nezdinde çarpıtılmakta ve bir propaganda aracı olarak kullanılarak halkı yanlış bilgilendirmektedir. Tarih sahnesinde çeşitli siyasal oyunlar ile kazanılmış bu güç artık geçmişin tozlu sayfalarında yer almaktadır. Ne Osmanlı Devleti ne de Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınmamış imtiyazlara hasıl oldukları iddiası hukuka tamamen aykırıdır ve göz göre göre yalan söylenmektedir. Siyasilerin bu yalana iştirak etmesi bir yana; hukukçuların, hukuka aykırı beyanlarla bu yalana ortak olmaları, utanç verici açıklamalarda bulunmaları olayın ne denli politik olduğunun da ispatıdır.

İnsanların, Hristiyan teolojisini bilmemelerinden faydalanarak öne atılan bu iddialar, hiçbir şekilde dini ve barışçıl bir amaç gütmemektedir. Aksine, tamamen siyaseti ve milli egemenliği kontrol altına almaya çalışan bu Anayasa ve kanun tanımaz çıkışlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına tehdit oluşturmaktadır. İnanç ve din özgürlüğü, kardeşlik, toplumsal huzur maskelerine bürünmüş bu iddialar Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasasına,  Lozan Barış Antlaşması’na ve hukukumuza tamamıyla aykırıdır.

Lozan Barış Antlaşması süresince, ne yazık ki, sınırlarımızdan def edemediğimiz bu hıyanet yuvası, Türkiye Cumhuriyeti içerisinde bir kullanışlı aparat olarak kalmıştır. ABD ve sonrasında da AB’nin din üzerinden yürüttüğü politikalar için biçilmiş kaftan olan bu hıyanet yuvası, Türkiye Cumhuriyeti’nin iç işleri ve dış işleri hususunda zamanlı bir bombaya dönüşmüştür. Din ve inanç özgürlüğü raporları sayesinde irticai grupların dünyanın dört bir yanında palazlandırıldığı, dinler arası diyaloga hizmet eden cemaat ve tarikatların el üstünde tutulduğu ve hatta darbe yapabildiği bir dönemde Türk ulusunun artık gözlerini açması gerekmektedir. Milli Mücadele döneminde zararlı cemiyetleri ve silahlı çeteleri besleyen, Cumhuriyet döneminde ise aleni şekilde EOKA teröristlerinin katliamlarını fonlayan Fener Rum Kilisesi, Batı’dan aldığı güç ile bu kini diri tutmaya devam etmektedir. Mozaik ve çok kültürlülük yalanlarının arkasına sığınan sözde aydınlar, akılsız akiller ve özetlerle tarih öğrenen siyasetçiler ise bu topraklara ihanet etmektedirler.

Bugün, Türk vatandaşlığı tanımını sorgulamaya açan etnik bölücüler ve siyasal dincilerin nihai hedefi birdir: Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter ve laik yapısını bütünüyle lağvetmek. Amaçları hiçbir şekilde daha demokratik bir yönetim sunmak değildir. Değiştirdikleri anayasanın mevcut haline bile uymayan bir yönetim anlayışının Türk ulusuna sunabileceği bir şey yoktur. Vatandaşlık tanımının kökten değiştirilmeye çalışıldığı bu süreç içerisinde Türk ulusunun hayrına atılacak hiçbir adım yoktur.

Hatıra sikkeleri bastırıp üzerine “ Konstantinopol’ün ekümenik patriği” yalanını yazan, uluslararası sahnede savaşlara ve çatışmalara sebebiyet veren, Türkiye Cumhuriyeti’ni resmi olarak temsil etme yetkisine sahip bakanlıklarımızın yanında sahip olmadıkları bu sıfatlarla boy gösterip kabul ettirme çabaları mütemadiyen beyhude kalacaktır. Bu işlenen suçlardan elbet hesap sorulacak; bastırdıkları sikkeler ise ancak tozlu raflara kaldırılacaktır.

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.