1920 yılların Çin devlet adamı Sun Yanset der ki, “Yabancı düşmanı ve tehditleri olmayan bir millet yok olmaya mahkumdur”. Benzer bir tehdit kısmen de olsa, her zaman Türkiye için geçerlidir. Ama, NATO’nun şemsiyesi altında rehavete girerseniz, topyekun kalkınma için gerekli olan milli heyecan tam olarak şahlanamaz.
Ne varki, milliyetçilik ruhu dışa karşı güçlü bir ekonomi için kullanılamıyor. Bu olmayınca bir türlü kalkınma da olmuyor.
Eğitim, savunma ve adalet gibi alanlarda gün geçtikçe zayıflayan bürokratik yapısını güçlendireceğimize, üretim ve hizmet alanlarında büyümeye çalışıyoruz.
Evet.. Devletimizin yukarıda sayılan alanlarından olan eğitim ve adalet alanlarındaki bürokratık gücü zayıflamıştır. Halbuki, sadece güçlü bir ekonomi planlama bürokrasisine ve kuvvetli bir iktidara ihtiyaç vardır. Misal, 1950’lerden sonra bürokraside KİT’leri güçlendirip, 1960’lı yıllarda daha da kuvvetlendirince devletin gücü 1980’li yıllarda iyice zaafa uğratılmıştır.
Kalkınma bilimcilerinin üzerinde kolayca uyum sağladıkları nokta, gelişme ve kalkınmanın temel unsurunun insan kaynaklarının önemli olduğunu açıkca göstermiştir.
Kalkınmada disiplinli kişisel ahlak, ahlakçı devlet, çalışma ve atılım vb. gibi unsurlar, kalkınma hamlesinin başını çeker. Fakat bu unsurlar ile kalkınmamın mümkün olabilmesi için insanların haklarından çok sorumluluğunu önemsemesi, biribirene yardım ve dayanışma içinde yaşamaları gerekir.
Bu şekilde yaşamak bürokratik idarelerin kalitesini yükseltir; kalkınmaya da önemli katkı sağlar. Bu nedenle, kalkınmanın temelinde “insana yatırım” önemlidir.
Uzun vadede ülkenin ekonomik başarısı ve yaşama standartları bütünüyle verimliliğe bağlıdır. Verimlilik ise, üretim artış hızına bağlıdır.
Bunu için iktidarların, özel şirketlerin ve fertlerin eğitim ve beceri kurslarına yatırım gerekir. Yatırımı araştırma-geliştirme, altyapı ve tesisi ile araçların yatırımı takip etmelidir.
Bilgi, milletlerin zenginliğinn birinci şartıdır. “İnsana yatrım” ise önemli ölçüde politika üstü bir olaydır.
Bugün günümüzde her tarafta yüksek okullar açılmıştır; ancak kaliteli bir eğitim ise yoktur.
Bu nedenle, bilgide üstün olabilmesi için halkına sadece okuma yazma öğretilmesi yeterli değil, her seviyede kaliteli okullaşma oranının attırılması hedef yapılmalıdır. Öğretim proğramlarının da günümüz şartlarına uydurulması gerekir.
Eğitimde yetersizlikler ise: 1-) Manevi yapımızın kuvvetlendirme, 2-) Ekonomik çevreyi anlama, 3-) İş yapma ve iş bitirme, 4-) Kâr etme ve üretim anlaşıyının, 5-) Öz sermaye; Yetersizliği,
Bu eksiklerin giderilmesi için ise: 1-) Haberleşme yeteneğinin, 2-) Ekip halinde çalışmanın,
3-Karşılaşılan sorunları çözme, 4-) Öğrenme öğrenimi; Yeteneğinin geliştirilmesidir.
Bunların sağlanması için de, milli gelir dağılımdaki adaletin sağlanması; özellikle, en alt % 80 gelir grubu ile en üst % 20 gelir gurubu arasındaki farkın şu anda olan “gini” katsayısı modeline göre 7,5-8 katdan, 0-1 katlara indirilmesi ile mümkündür. Kısacası, gelir adaletsizliğinin giderilmesi ile işe başlanmalı; toplumumuzun % 80’ini oluşturan en dipteki gelire sahip olanların, çocuklarını eğitime sokabilmeleri ilk hedef olmalıdır.
Netice olarak, devletler arası ekonomik rekabette başarılı olabilmek için, akılcı çalışma şarttır. Değilse, sadece gönül isteğiyle bu olmaz. Akıllı çalışma başarıyı ancak böyle getirebilir. İlimle, bilimle.