MUSTAFA HÜSEYİN USLUZOR YAZI

YÜZ MİLYON’LUK TÜRKİYE.

   Enflasyonlu dönenme dış ticaret açığı, ülkelerin baş belasıdır. Hele dışa bağlı bir ekonominiz varsa, çok dikkatli olunması şarttır. Şayet, enflasyon varsa, sonucu mutlaka devalüasyondur.  

Enflasyondan kurtulmanın sağlıklı yolu illâ da üretimi artırmaktır. Üretimini artıran, ama nüfusuna göne arttıramayan ülkelerde, enflasyonla tanışmak kader değildir. Mukedderattır. Nüfusun yükselen bir eğimle tırmanması karşın, üretimin de aynı eğimle  tırmanması gerekir. Bu yapılmaz ise enflasyon kaçınılmazdır.  O yüzden, yıllarca, tâ 1965 yılından başlamak üzere yüz milyonluk Türkiye diyenlerin ve bu sloganı benimseyenlerin samimiyetsizlikleri, 1999 yılına gelindiğinde ancak anlaşılabilmiştir. 1999 yılında Hayvancılık ve Tarım Bakanlığını elinde tutanlar, 2021 sonunda kendilerine yapılan güveni boşa çıkarmışlardır da, peki uykuda olan seçmenleri nerede..?!

Buna rağmen, futbol takımına bağlı kalır gibi, zihniyetlerini kendini idare edenler için de değiştirmeyenlerin akıbetleri, kaçınılmaz bir enflasyon, arkasından gelecek bir devalüasyondur.

Amacımız siyaset yapmak değil, ekonominin içinde yaşayan, fakat bilgisinden uzakta kalan halkı aydınlatmıktır.

1950 yılında iktidar olanlar, üretimi arttırma yerine, dışarıdan ekonomik yardım almayla tam bir hayal kırıklığı yaşatmışlardır. O nedenle, 1950’de 1 ABD doları 2,25 TL. iken, 1958’e gelindiğinde 1 ABD doları 9,35’i aşmıştır. 1960-1980 dönemi de aynı olmuştur. Gerçek bir üretim yok, olsa da artan nüfus paralelinde olmamıştır. 1965’dan başlayarak 100 milyonluk Türkiye diyerek sempatizanlarını çoşturan siyasilerİ de gördük. Mesela Adana İ.T.İ.Akademisinde, ekonomi doçentinin birinin okul Rektörüne mesaj verir gibi, 100 milyonluk Türkiye hedefimiz derken, bu günün 83 milyon nüfusuna bakıldığında, enflasyon oranının 100’de 9’lardan neredeyse yüzde 170’e çıkmasını da görüyoruz.

Devlet sigara üretmemeli, tank fabrikası yapmalı diyerek 1983 döneminde iktidara gelen ANAP’a üye ve sağ misyona sahip arkadaşlarımın bu sloganlarına rağmen, 1999 yılına gelindiğinde, Türkiye’yi bir beton yığınına çevirdiklerini de gördük. Ekonominin lokomotifi inşaat sektörü olmalı diyenlerin bu anlayışları da günümüzde halâ devam ediyor.

Üretimin ana maddesi tarım ürünleri, şeker, bez ve basma fakrikalarına varıncaya kadar özelleştirilmesiyle, dışa bağımlılık arttırılırken, savunma aşamasında, dış güçlere maliyet çıkarılmıştır. Hattâ tank palet fabrikaları bile özelleştirilerek, geçmiş dönemde yapılan kısıtlı üretimin kaymağı ile yaşanmış ve kaymak bitince de yabancılara –dış güçlerin vatandaşlarına- toprak satışlarına başlanmışıtır. Velâkin, “dış güçler” halen suçlanmaya devam edilmektedir.

2022 yılı Eylül sonunda, bir yıllık dış ticaret açığı yüzde 299 büyümüştür. Para yönü ise 10.5 milyar doları geçmiştir.

2006 yılında altı sıfır atılarak 1 ABD dolarına eşitlenen YTL’nin, 2007 yılında simgesi ₺ olarak değiştirilmiş, 2022 yılına gelinceye kadar artacak üretim yerine azalan üretime sebep olunmuş; ülke gelirlerinin arttırılması ümidleri yine inşaat sektörüne ve turizme bağlanmıştır. 2022 yılında, 1 ABD doları 18.500,-TL’yi geçmiştir. Euro’da neredeyse dolara yaklaşmıştır.

Özetle; artan nüfus üstünde üretim yapıldıktan sonra ihracat yapılacağına göre bu olmayınca da Dolar  karşısında TL’nin akıbetini görmekteyiz. Bu nedenle itibarın arttırılması için, köşklerinin, içi boş kalan camilerinin arttırılması yerine her türlü üretimin arttırılması şarttır.

Aksi halde; şehirlerarası yollarda; 2005 yılında tuvaletlere girenler 2 TL –altı sıfır atılması dikkate alınarak- öderler iken ve bu da iktidarca alay konusu bile edilmişken, tam 17 yıl sonra aynı yollardaki tuvalete girenlerin -altı sıfır atılması dikkate alınarak- 4 TL. ödediklerini de görür olduk ve üretim artmadıkça da TL karşısında doların halen artacağını hep birlikte göreceğiz. 

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.