Bugün 17 Nisan günü Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun 81. yılını kutladık. Türkiye’nin kültür hayatına adını yazdırarak, köy kökenli aydınlar yaratan Köy Enstitüleri’nin anısı, tarihe kalacak tüm oluşumlarda pırıl pırıl parlayacaktır, bundan hiç şüphemiz olmasın.
Genç Türkiye Cumhuriyeti çağdaş uygarlık düzeyini yakalamak için, büyük atılımlar yaparak, sanayi, tarım, hayvancılık, kültür, sanat, eğitim gibi alanlarda kısa sürede büyük gelişmeler göstermişti. Okuma yazma oranının sadece %4 olduğu bir toplum için, eğitim çok önemliydi. Genç cumhuriyetin Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati (1894-1929), 1926 yılında, 4 tane Köy Öğretmen Okulunun açılmasına öncülük etmişti. Ancak bunlar yeterli değildi. 1935 yılında 16 milyon olan nüfusun 12 milyonu köylerde yaşıyordu. 40 bin köyden sadece beş bininde okul vardı. Köydeki çocukların sadece %20 kadarı okula gidebiliyordu. Bu çocuklardan sadece %1’den daha azı, bir üst kademedeki okullara devam edebiliyordu. Geri kalan çocuklar ise ailelerine yardımcı oluyor, zamanla okuryazarlıklarını da unutuyorlardı. Köylerde doktor, hemşire, ebe bulmak çok zordu. Ülkenin bu durumu, halkçı ve devrimci cumhuriyetin ilkelerine uymuyordu.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin 9 Mayıs 1935 tarihinde yapılan 4. Kurultayı’nda ilköğretimin yaygınlaştırılması amacıyla bazı kararlar alındı. Bunların en önemlisi, askerliğini çavuş olarak yapan köy gençlerinin, kısa bir eğitimin ardından, kendi köylerinde eğitmen olarak görevlendirilmesi için bir proje uygulamaya konuldu. İlk uygulama Temmuz 1936 tarihinde başladı ve 84 köylü genç Eskişehir-Çifteler’de altı aylık yoğun bir eğitimin ardından köy eğitmeni olarak görevlendirildi. Bu eğitmenler, kendi köylerine verilerek, üç sınıflı ilkokullarda karma, iş eğitimine dayalı, uygulamalı öğretim yapmaya başladılar. Uygulamanın başarılı olması üzerine kursların sayısı arttırıldı, eğitmenlere toprak, tohumluk, fidan ve tarım araçları da verilerek, bulundukları bölgede tarımsal çalışmalara öncülük etmeleri sağlandı.
1937 yılında konu daha kapsamlı olarak ele alındı ve Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’ın (1888-1947) öncülüğünde Köy Eğitmenleri Yasası çıkarılarak Eskişehir-Çifteler’de (1937), İzmir-Kızılçullu’da (1937), Edirne-Karaağaç’ta (1938) (bu okul daha sonra Kırklareli-Kepirtepe’ye taşındı) ve Kastamonu-Gölköy’de (1939) Köy Eğitmen okulları açıldı. Bu okullar 1939 yılında çıkarılan yasayla Köy Öğretmen Okulları adını aldı.
Bu çalışma Hasan Âli Yücel’in (1897-1961) 28 Aralık 1938 tarihinden sonra Milli Eğitim Bakanı olmasının ardından daha da genişletildi. Başlatılan yeni programın mimarı, dönemin İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç (1893-1960) idi. Köy Enstitüleri’nin ilk çalışma deneyimleri, Köy Öğretmen Okullarında yapılmış ve istenilen verimin alındığı görülmüştü. Bu gelişmeler sonucunda, 17 Nisan 1940 tarihinde Köy Enstitüleri Yasası çıktı. Bu yasa Köy Öğretmen Okullarının enstitüye dönüştürülmesini ve 17 yeni Köy Enstitüsünün açılmasını öngörüyordu.
1940 yılında 10 enstitü daha açıldı: Sakarya-Arifiye, Antalya-Aksu, Balıkesir-Savaştepe, Isparta-Gönen, Adana-Düziçi, Kayseri-Pazarören, Samsun-Akpınar, Trabzon-Beşikdüzü, Kars-Cılavuz, Malatya-Akçadağ. Bundan sonra açılan 7 enstitü Konya-İvriz (1941), Ankara-Hasanoğlan (1941), Sivas-Yıldızeli (1941), Erzurum-Pulur (1942), Diyarbakır-Dicle (1944) Aydın-Ortaklar (1944), Van-Ernis (1948) ise diğer enstitülerde okuyan öğrencilerin yardımlarıyla yapılmıştır.
Karma öğretim sistemine dayanan Köy Enstitüleri’nin öğretim süresi beş yıldı. Öğrencilerin ilk üç yıllık başarı düzeylerine bakılarak, en başarılılar öğretmenliğe, geri kalanlar diğer köy hizmetlerine yönlendirilecekti. Okullar aynı zamanda birer tarım işliği, sağlık ocağı olarak işlev görecek, çeşitli tohum ve tarım araçlarının ilk denemeleri buralarda yapılacaktı. Enstitülere alınan öğrenciler, okulun yapım işlerinde ve örnek tarım uygulamalarında da görev aldılar.
Köy Enstitüleri’nde okutulan dersler üç gruba ayrılmıştır; %50’si kültür ve genel bilgi dersleri, %25’i tarım dersleri ve uygulamaları, %25’i teknik dersler ve uygulamalarıdır. Türkçe, tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi, matematik, fizik, kimya, yabancı dil, öğretmenlik bilgisi, müzik, resim, kitap okuma, tartışma, piyes, gezi, araştırma gibi dersler kültür ve genel bilgi dersleridir. Tarla tarımı, bahçe tarımı, zootekni, kümes hayvancılığı, arıcılık, ipek böcekçiliği, balıkçılık, su ürünleri gibi dersler tarım dersleridir. Demircilik, tenekecilik, ev ve el sanatları gibi dersler teknik derslerdir.
Derslerde uygulanan metotların özü, öğrencileri çalışmalara yönlendirerek, onlara bilgiyi iş içinde ve iş aracılığıyla öğretmekti. Enstitülerde yıllık öğrenim süresi 10,5 ay (320 gün), yıllık sürekli izin ise 1,5 aydı (45 gün). Köy Enstitüleri’ne öğretmen yetiştirmek amacıyla 1942-1943 öğretim yılında Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne bir Yüksek Köy Enstitüsü eklendi. Köye yönelik bir araştırma enstitüsü olması da amaçlanan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü, kısa sürede bir kültür çevresi durumuna geldi. Köy Enstitüleri’nin en başarılı öğrencileri, öğretmenler kurulu kararı ve sınavla, üç yıllık olan bu okula alındı. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü, 1947 yılında kapatılana kadar 204 mezun verdi.
1946 yılında çok partili sisteme geçildikten sonra, yeni kurulan Demokrat Parti’nin yoğun eleştirileriyle karşılaşan Köy Enstitüleri bu dönemde bir duraklama sürecine girdi. 1947 yılında baştan beri Köy Enstitüleri’ne karşı olan Sivas Milletvekili Reşat Şemsettin Sirer’in Milli Eğitim Bakanlığı sırasında, eğitim programları köklü değişikliklere uğratıldı ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı. Köy Enstitüleri’nin yönetici ve öğretmenleri değiştirildi, İsmail Hakkı Tonguç görevden alındı. Enstitülerde öğrenciyi merkez alan eğitimden, kültür ve sanat etkinliklerinden vazgeçildi, iş eğitimi, tarım ve teknik eğitimi programdan çıkarıldı.
Cumhuriyet Halk Partisi hükümeti, Köy Enstitüleri’ne yaptığı yanlışlıklardan sonra, 1948 yılından itibaren, ilahiyat fakülteleri ve imam hatip kurslarının açılmasına izin verdi. Ancak gericiliğe karşı verilen bütün bu ödünlere karşılık yine de 14 Mayıs 1950 seçimlerini kaybetti. Demokrat Parti, iktidara gelir gelmez önce enstitülerin sağlık bölümlerini kapattı, sonra da 1951 yılında Köy Enstitüleri’nin programını klasik ilköğretmen okullarının programıyla birleştirdi. 1954 yılında çıkarılan 6234 sayılı yasayla da Köy Enstitüleri tamamen kapatıldı. Köy Enstitüleri’nin adı İlköğretmen Okulu olarak değiştirildi. Böylece solculuk bahanesiyle ve büyük toprak sahiplerinin baskısıyla, köyün aydınlanmasının önü kesildi.
Köy Enstitüleri, kuruluşundan itibaren Atatürk Devrimlerinin itici gücü olma yolunda hızlı yol almış, iç ve dış egemenleri korkutmuştu. Kapatıldıkları 1954 yılına kadar Köy Enstitüleri’nden 17.341 öğretmen, 8.675 eğitmen, 1.599 sağlık memuru eğitim görerek mezun olmuştur. 1935’lerde %20 olan okuma yazma oranı, daha yükseklere çıkarıldı. Köy Enstitüleri’nde 15.000 dönüm verimsiz toprak işlenerek tarım alanı yapılmış, 250.000 ağaç dikilmiş, 2.500 dönüm sebzelik oluşturulmuş, 1.200 dönüm bağ yapılmıştır. Binlerce büyük ve küçükbaş hayvan yetiştirilmiştir.
Köy Enstitüleri yaşatılabilseydi Kemalist devrimler kesintisiz sürecek, toprak reformu yapılacak, sosyal adalet gerçekleştirilecek, eğitim yurt geneline yayılacak, köylülerimiz yabancı ülkelere kaçmayacak, köylerimiz boşalmayacak, kentlerimizin gelişmesi çarpık olmayacaktı. Ülkemizin çağdaş uygarlık seviyesine ulaşması sağlanabilecekti. Köy Enstitüleri modeli, Türkiye eğitiminin dünya eğitimine büyük bir armağanıdır. UNESCO, Köy Enstitüleri’nden, “bütün gelişmekte olan ülkelere örnek olacak bir eğitim sistemi” olarak övgüyle söz etmiştir.
Köy Enstitüleri kapatılarak, yerine birçok imam hatip okulları açıldı. İmam hatip okulları, din adamı yetiştirmek için kurulmuştur. Fakat imam gereksiniminin çok üzerinde imam hatip okulu açılmıştır ve bugün sayıları beş binden fazladır. Bu okullarda bir milyondan fazla öğrenci öğrenim görmektedir. Bu imam okullarından dini eğitim alarak mezun olanlar; yargıç, vali, emniyet müdürü gibi devletin üst düzey kadrolarına gelmektedir. Bu durum, laik devlet ilkesine de aykırıdır.
Köy Enstitüleri’nin kapatılması ile aydınlanmanın önüne set çekilerek, 15 Şubat 1949 tarihinde ilkokullarda seçmeli din derslerinin okutulması ve 4 Haziran 1949 tarihinde de Ankara’da ilk ilahiyat fakültesinin açılması kararları alınmıştır. Köy Enstitüleri’nin kapatılarak, ülkemizin çağdaş uygarlığa ulaşmasının engellendiği bir ortamda, bugün demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin parçalanmak istendiği bir dönemden geçiyoruz. Ülkemiz tıpkı 1919 yılında olduğu gibi, emperyalizmin yeni bir işgali altındadır ve “Sevr şartları” dayatılmaktadır. Bugün ülke olarak yaşadığımız tüm sıkıntıların ardında, yıllardır uygulanan emperyalizmin isteği doğrultusundaki yanlış politikalar bulunmaktadır.
Ülkemizde eğitim alanındaki devrim karşıtı ilk hareket 27 Aralık 1949 tarihinde imzalanan Fulbright Anlaşması olarak anılan ‘Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması hakkındaki Anlaşma’ ile başlamıştır. Fullbright Anlaşması ile cumhuriyetin eğitim programları üzerinde değişiklikler yapılmış, Atatürk döneminde, Türk Tarih Kurumu tarafından yazılmış kitapların hepsi öğretim programından kaldırılarak, yerine kendi istedikleri şekilde yazılmış tarih kitapları konulmuştur. Böylece çocuklarımız kendi gerçek tarihlerini bilmeden yetiştirilmeye başlanmıştır. Eğitim sistemimiz, sınav odaklı test sistemi haline getirilmiştir. Bunların yanında emperyalizmin yeşil kuşak projesi adına, eğitimde dinselleştirme ağırlık kazanmıştır.
Fulbright Anlaşması, Türk Milli Eğitim sistemini altüst eden, Türkiye’yi parçalayacak alt yapıyı oluşturan ve Atatürk’ün Türk Milliyetçiliği fikir sistemini yok etmeyi planlayan bir anlaşmadır. Bu anlaşmanın tarihinin Köy Enstitüleri’nin kaldırılması ile aynı zamana denk gelmesi de düşündürücüdür. Eğer Fulbright olayını iyi kavrarsak, tarihimizin neden bizlere yanlış öğretildiğini ve gerçek Atatürk’ün neden anlatılmadığını kolaylıkla anlarız. En ilginç olan ise, 1949 yılından bu yana gelen hiçbir hükümetin, bu anlaşmayı yürürlükten kaldırmaya çalışmamasıdır.
Hizmet Ticareti Genel Anlaşması adı verilen GATS Anlaşması (The General Agreement on Trade in Services), 1995 yılında Türk milletinden gizlenerek, Tansu Çiller tarafından imzalanmış ve ülkelerdeki hizmetlerin özel sektöre devrini öngören uluslararası bir anlaşmadır. GATS Anlaşması’na göre savunma, güvenlik, sağlık, eğitim gibi hizmetler kamu hizmeti olmaktan çıkarılarak, özelleştirilecektir, yani ulus devleti var eden hizmetler, emperyalist piyasaya devredilerek, ulus devletlerin altı oyulacaktır.
Bu süreçte Dünya Bankası tarafından ülkelere uzmanlar gönderilerek, eleman yetiştirilmesi, ABD’de burslar ve kurslar verilmesi planlanmıştır. 1995 yılında Dünya Bankası’nın aracılığıyla SPAN adlı Amerikan Eğitim Danışmanlık Şirketi, YÖK Dünya Bankası Dairesinde on yıl çalışarak, zihin çökertme tuzaklarıyla dolu yeni ders kitaplarını hazırladı ve öğrenciye parasız dağıtıldı. Bu süreçte eğitim sistemimizin sosyal öğretim programından, liberal öğretim programına geçirilmesi sağlandı.
2006 yılında kamuoyundan gizli şekilde, basında hiç tartışılmadan, kapalı oturumda geçirilen 5544 sayılı yasayla kurulan Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK) kuruldu. Anaokulundan üniversiteye kadar tüm örgün ve yaygın eğitim kurumlarımızı küresel piyasanın istediği biçimde yeniden şekillendirmekle görevli bir kadro burada bulunmaktadır. MEB’in amaçlarını bu yönde değiştiren kurum burasıdır. Müfredatları 3 aylık sertifikalı paralı kurslara çevirmekle görevli 10 yabancı uyruklu (ABD) uzmanın çalıştığı MYK, kamucu eğitimimizi piyasaya devretmeyi iyi beceren, bunun yasalarını ve kararnamelerini hazırlayan, YÖK’ten ve Milli Eğitim Bakanlığı’ndan daha yukarıda, tek yetkili bir çeşit sömürgeci piyasa üst kuruludur.
MYK, “yaşam boyu öğrenme” adı altında paralı çıraklık kursları ve paralı sınırsız sınav getirmekle işe başlamıştır. Zamanla fen liseleri, meslek liseleri ve tüm öğretmen yetiştiren fakülteler kapatılacaktır. Fakülte binaları kâr amaçlı işletmelere, okur-yazar olanların her yaşta ve her kılıkla gideceği “yaşam boyu öğrenme” adıyla piyasadan alınan çıraklık kurslarının benzerine dönüşecektir. MYK yasası, Dünya Ticaret Örgütüyle birlikte hazırlanmış piyasacı eğitim darbesidir, adına “Yaşam Boyu Öğrenme” denen olay, paralı kurslar tuzağından başka bir şey değildir.
Bugün toplumumuzun eğitim durumuna bakmakta yarar var. 0-6 yaş grubu hariç 2020 verilerine göre eğitim durumumuz şöyledir:
– Okuma yazma bilmeyen %3
– Okuma-yazma bilip okul mezunu olmayan %10 (diplomasız)
– 5 yıllık İlkokul Mezunu %24
– 8 yıllık İlköğretim mezunu %8
– Ortaokul ve Dengi Meslek Okulu %18
– Lise ve Dengi Meslek Mezunu %21
– Yüksek Okul/Fakülte Mezunu %14
– Yüksek Lisans ve Doktora Mezunu %2
Yani toplumumuzun %45’i ilkokul mezunu, diplomasız okuma-yazma bilenler ve okuma-yazma bilmeyenlerden oluşmaktadır. Eğer Köy Enstitüleri kapatılmasaydı, eğitim durumumuz bugün çok daha farklı olacaktı.
Bugün velilerin çoğu kaliteli okul, kaliteli sınıf, kaliteli öğretmen, kaliteli eğitim materyali, kaliteli ders içerikleri, kaliteli ders kitabı, kaliteli öğretim programları, kaliteli okul yerleşkesi aramaktadır. Eğitimin getirildiği bu durumda kaliteyi bulmak çok zordur. Çünkü ülkemizde eğitim konusunda son yıllarda yapılanlarla laik eğitim bırakılmış, yerine dini eğitime geçmek çabası vardır. Ülkemizin şiddetle bilime, teknolojiye ve üretime ihtiyacı varken, inatla teknik meslek liselerin sayısı azaltılarak, yerine imam hatip okulları açılmaktadır. Okullarımızdan Andımız kaldırılarak, öğrencilere çağdaş ve devrimci ruh aşılamaktan bilinçli olarak vazgeçilmiştir. Karma eğitim eleştirilmektedir ve bazı meslek liselerinde son verilmiştir.
Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (Program for International Student Assessment) olan PISA, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üçer yıllık dönemler halinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendirmektedir. PISA 2018 ölçümlerine göre Türk öğrenciler; 79 ülke arasında, matematikte 43., fen bilgisinde 40. ve okuma anlama kategorilerinde 41. sıradadır. Okullarımızda ortalama olarak esnek olmayan, okumayan, okuduğunu anlayamayan, düşünmeyen, sorgulamayan, tartışmayan, yabancı dil bilmeyen, her şeye boyun eğen çocuklar yetiştiriyoruz. Bu sonuçlara göre eğitim düzeyimizin çok düşük olduğu bellidir.
Eğitim kalitesini arttırmak için öncelikle sınav odaklı, ezbere dayalı, dershaneciliğe yaslanmış yapıdan vazgeçilmelidir. Eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak için öğretmen açığı kapatılmalı, ücretli öğretmenlik kaldırılmalı, derslik ve donatım eksiklikleri giderilmelidir. Sınıflar 20-22 öğrenci arasında olmalı, birleştirilmiş sınıf uygulamasından ve ikili öğretimden vazgeçilmelidir. Okul öncesi zorunlu eğitim üç yıl olmalı, okul günleri daha uzun ve yoğun olmalı, lise mezuniyeti için ders ve not koşullarının yükseltilerek, bitirme sınavı getirilmeli ve öğretmen eğitiminde devlet kontrolünün artırılması sağlanmalıdır.
Eğitimin birinci önceliği demokratik laik cumhuriyet değerleriyle ve bilimin ışığında etik değerlere saygılı, dürüst, iyi algılama yeteneği kazanmış, düşünen, soran, sorgulayan, tartışma ve uzlaşma kültürü kazanmış, kendisiyle ve çevresi ile barışık, iyi donanımlı bireyler yetiştirmektir. Ancak bu şekilde yetişmiş bir gençlikle gelecek için umutlu olabiliriz. Bunun için siyasetten soyutlanmış samimi iradenin ortaya konulması gerekir. Eğitim ve bilimdeki gelişmişlik ile refah ve kalkınmışlık paralellik taşır. Eğer kalkınmış ülkeler arasında yer alacaksak, eğitimin yapısal ve yönetsel eksikliklerinin bir plan içinde giderilmesi gerekmektedir.
Okul öncesinden başlayarak ilk, orta ve lise eğitimini çağın gereklerine uydurup, laik ve bilimsel eğitim temellerine göre planlanırsa, o zaman yüksek öğrenimde de iyi bir duruma gelerek, üniversitelerin de kalitesi artmış olacaktır. Bugün her ile ve bazı ilçelere üniversite açılmıştır, birçok ilçede meslek yüksek okulu açılmıştır. Yeterli akademik ve idari kadrosu olmayan üniversitelerde yapılan eğitim, öğretim lise seviyesindedir. Birçok meslek yüksekokullarında eğitim, lise seviyesinin de altındadır.
Eğitim, gençlere yalnızca bilgi vermez, yaşamda doğru davranış yolunu bulmaya alıştırmak için düşünme alışkanlığı verir. Laik eğitimin olmadığı yerde, düşünme ve sorgulama da olmaz. Eğitim, gençlerin dünyayı, toplumu ve insanları anlamalarını, sevmelerini ve saygılı olmalarını sağlar. İyi bir doktor, iyi bir mühendis, iyi bir öğretmen, iyi bir sosyal bilimci olmadan önce, iyi bir insan olmayı sağlayamayan bir eğitim, hiçbir işe yaramaz.
İşte Köy Enstitüleri’nin kapatılması sonucunda ülkemizin özellikle eğitim konusunda nasıl karanlıklara sürüklendiğini gördük. Bu karanlık gidişe son vermek için bilinçli ve cesaretli eğitimcilerin önderliğinde tüm yurtseverlerin bir araya gelerek, güçlerini birleştirmesi zorunluluktur. Çözümün Kemalizm’in muhteşem altı okunda olduğunun bilinciyle Atatürk’ün gençlere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza dek yaşatılması için, hepimizi büyük görev ve sorumluluklar beklemektedir. “Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı” kararlı bir şekilde yeniden savaşmanın zamanı gelmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaş uygarlık yolunda daima ileriye doğru gideceğimiz ışıltılı günlerin bizi beklediğini ve özgürlüğe doğru yol alınacağını unutmamalıyız.
Köy Enstitüleri ile başladığımız konuşmayı büyük şairimiz Cahit Külebi’nin “Köy Öğretmenleri” adlı şiiriyle bitirmek istiyorum:
Yurdumuz uçsuz bucaksız
Gökte yıldız kadar köylerimiz var.
Ama uzak, ama harap, ama garipsi…
Alın benim gönlümden de o kadar.
Uzak köylerimizde kuşlar gibi
Her sabah çocuklar size uçar.
Ama küçük, ama büyüyen, ama güleç…
Alın benim gönlümden de o kadar.
Siz kara göklerin yıldızları
Işıtın yurdumuzu sabaha kadar.
Ama düşe kalka, ama yiğit, ama umutlu…
Alın benim gönlümden de o kadar.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum.
Azim ve Karar, 19 Nisan 2021.
(*): Atatürkçü Düşünce Derneği Kartal Şubesi tarafından 17 Nisan 2021 tarihinde düzenlenen “Kuruluşundan Günümüze Köy Enstitüleri” adlı çevrimiçi konferans konuşması.