
Sevgili okur, Demet Duyuler ile Sanat Söyleşileri köşemizin konuğu şair Hilmi HAŞAL
“Herkes için okumak sağaltıcıdır. Ömürler sınırlı: Dilerim kitaba, yazıya ayıracak zamanımız çok olur… Çünkü büyücü medya saldırısına karşı insan zihnini koruyan nesne kitaptır, başat eylem ise okumaktır.” Hilmi HAŞAL
Demet Duyuler: Söz gazetesi okurları için yaşam yolculuğunuzdan bahsedebilir misiniz ya da başka bir deyişle özgeçmişiyle Hilmi HAŞALkimdir?
Hilmi Haşal: Öncelikle söyleşi sorularınız için teşekkür ederim. Tam çeyrek yüzyıl geriye, 25 yıl önceki Adana’ya, Çukurova’ya anılara yolculuk ettim. Anılar süzgecinden geçirdiğim yaşanmışlık karelerini düşündüm. Sayenizde özgeçmiş metnimi de güncelleme fırsatı buldum, Yanı sıra zaman aynasındaki ‘ben’in üretip paylaştığı sayfaları inceledim. Evet, dönüp geçmişe bakmak iyi geliyormuş bazen: Ne güzel yaşamışız onca karmaşaya, onca endişeye ve onca mutsuzluklara rağmen diyebiliyormuş insan! Güncellenmiş özgeçmişim şöyle:
Hilmi Haşal 1954‟te, Bulgaristan’ın Kırcali İli, Eğridere (Ardino) İlçesi, Aşağı Tozçalı (Dolno Prahovo) –Haşallar- köyünde doğdu. Temel Eğitim Okulu‟nu aynı köyde okudu, ardından, “Kırcali İnşaat Teknikum‟u Jeodezi ve Kartografi Bölümü”nü bitirdi. 1966’da edebiyata, şiire, okuma-yazma tutkusuna kapıldı. 1968‟den itibaren yayımlansın diye yazdı. 1972‟den ilk şiirleri ve röportajları, Bulgaristan’da, Kırcali Yeni Hayat gazetesinde yayımlandı.
1973 yazında ailesiyle birlikte ‘Serbest Göçmen’ olarak Türkiye’ye geldi. Bursa’ya yerleştiler…
1973‟ten itibaren özel sektörde ve kamuda çalıştı. Çalışırken, Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesinde (AÖF) okudu.
1976‟dan itibaren, şiirleri, düzyazıları ve çevirileri yayınlanmaktadır. Yerel dergi ve gazetelerin yanı sıra; Oluşum, Dönemeç, Somut, Milliyet Sanat, Varlık, Şiir-lik, Biçem, Yeni Biçem, Dize, Akatalpa, Defter, Edebiyat ve Eleştiri, Kül, Kavram Karmaşa, E, Virgül, Yom Sanat, Kitap-lık, Sincan İstasyonu, Ada, Mor Taka, İmgelem Çocukları, Yazılıkaya, Eliz Edebiyat, Patika, Ihlamur, SarmalÇevrim vb. dergilerde yazmayı sürdürdü.
1991’de Yeni Adana gazetesinin açtığı “Sessizliği Saran Tını”, adlı şiir yarışmasında birinci oldu.
1993‟te, yayınlanmamış kitap dosyası, Son Siren Kuşu ile 1993 Altın Koza Şiir Yarışması’nda “Altın Koza Şiir Ödülü”nü aldı, ayrıca “Behçet Aysan‟ı Anma Ödülü”ne değer görüldü.
1993 Mayısında, Bursa’da, bir arkadaş grubunun katılımıyla çıkan, Yeni Biçem dergisinin kuruluşundan kapanışına değin, (72 sayı) yayımlanmasında etkin rol üstlendi, Yayın Yönetmeni yardımcısıydı.
1994‟te, Yol Boyu Notları kitabıyla, ORSEV “Vedat Güler Şiir Ödülü” yarışmasında mansiyon aldı.
(1999 ile 2005 yılları arasında Adana’da yaşadı. Memik Yanık’ın sahipliğinde yayımlanan Türkiye dijital yayıncılığının ilklerinden olan www.adanasanat.com (edebiyat, sanat, şiir) sitesinin içeriğini hazırlamaya katkıda bulundu. Çağdaş Türk Edebiyatı uğruna emek, eser vermiş kişilerin adlarını ve ürünlerini ekrana taşıdı. Üç bine yakın şair-yazar imzasını internet ortamında tanıttı. Şiirlerden, öykü ve denemelerden, günlüklerden oluşan internet portalı tarih sayfalarındaki yerini aldı. Memik Yanık’ın ve ekibinin özverili emeği ve gayreti Adanasanat birikimi ile saygıyla anılacaktır.)
2000 yılının başında çıkarılmaya başlanan, Akatalpa dergisinin yayınına (105. sayıya kadar) yoğun çaba harcayarak katkıda bulundu. 2002‟de, Bursa Osmangazi Belediyesi tarafından düzenlenen; 2002 Ahmet Hamdi Tanpınar Şiir Yarışması‟nda, “Bursa‟da Aşk” şiiriyle ikinci oldu.
2005‟te, İzmir Karşıyaka Belediyesi, “Homeros Emek Ödülü 2005” ile onurlandırıldı.
2006‟da, Eskişehir Sanat Derneği‟nin, 2006 Yunus Emre Şiir Yarışması, Birincilik Ödülü‟nü kazandı.
2014 BUYAZ (Bursa Yazın Ve Sanat Derneği) Şiir Onur Ödülü‟ne değer görüldü.
2022 Devrek Belediyesi “2022 Rüştü Onur Şiir Ödülü” yarışmasını, Çilli Kadraj kitabıyla birinci olarak kazandı.
2009 başında ilk sayısı çıkan aylık eliz edebiyat dergisinin sahibi, sorumlusu ve yayın yönetmenidir. Dergi, 17. yılındadır ve Nisan 2025 itibarıyla 196. sayısı çıkmıştır.
Bütün zamanını şiire, yazıya ayırmak için 2005’te emekli oldu. Ancak, hayatının eserini‟ arama uğruna, üretmekten ve öğrenmekten emekli olmadı. Hayatın verdiği dersleri almaya devam ediyor…
Halen, basılı ve elektronik (sanal) edebiyat-sanat dergilerinde yazmayı sürdürüyor.
ŞİİR KİTAPLARI:
Denge/Sizler Adına (1991)
Elektronik Yalnızlıklar (1992)
Yol Boyu Notları (1993) ORSEV 1994 Vedat Güler Şiir Ödülü -Mansiyon
Kozmik Aşk Suçu (1995)
Venüs’le Aşk (1997)
Son Siren Kuşu (2000) 1993 Altın Koza Şiir Ödülü, Behçet Aysan‟ı Anma Ödülü
Dağınık Düş Sepetleri (2001)
Yanık Söz (2002)
Yaralı Gümüş (2004)
Hercai İnci (2011)
Mercek Molası-Fotoğraf Okumaları (2011)
(Fotoğraflar: Halûk Uygur)
Ada Yamacında Yedi Kovan (2012)
Ezel Eskizleri (2013)
Kalbimin Başkenti (2015)
Balkanlı Bulut (2018)
Teneke Yazı (2019)
Gerisayım Çiçeği (2020)
Çilli Kadraj (2021) (“2022 Rüştü Onur Şiir Ödülü”)
Arsız Taç Kelepçesi (2022)
Mavi Aşk Cemresi (2022)
Hiçistan Atlası (2023)
Ahrida Güneşi (2024)
DENEME-İNCELEME KİTAPLARI:
Şiir Seddinde Kronos (2004)
Şiirin Lav İzleri (2006)
Halim Hayal Gibi (2013)
Ne Oldu Şiire (2022)
Zihni Fakir Şiir Derdi (2022)
Gide Gide Bir Şiire (2024)
D.D: Edebiyatın sizin için anlamı ve hayat – edebiyat ilişkisi hakkında neler söylemek istersiniz?
H.H: Yazının duygulandırma, düşündürme gücü yadsınamaz. Hayat dediğimiz süresi belirsiz evre herkes için biriciktir, tekrarı yoktur. Haliyle her yazan kendini yazar. Kurgusu içinde kendinden zerrecikler katar yapıtına. Yani hayatı eseridir, eserindedir… Edebiyat yalnızlıkta üretilir, yayımlanarak paylaşılır ve okurun algısına ulaştığında ancak özgünlüğü görülür. Artık somut varlıktır. Metnin türü, şiir, öykü, deneme, günlük, roman biçiminde okuyan gözlerle iletişim kurduğunda insana temas eder. Sanırım herkesin, estetik / sanatsal yaratım-üretim derdinde olan herkesin gönlünde edebiyatın tanımsız etkisi vardır. İçten arayış, hayatın olduğu kadar en az edebiyatın anlam defineciliği uğruna yüce bir eylem, devrimci duruştur. Hayat yazıldığı konumla, yaşandığı dönemde ak kâğıt üzerine düşer. Adana coğrafyası ve yaşantı halleri 1999 ile 2005 arası sürecin ruhu yazdıklarıma yansımıştır. İnsan işini, aşını ve başını varlığıyla örtüştürdüğü yeri yazdıklarına zerk eder. Şiir, deneme, öykü, roman üretimi doğduğu yerin izlerini, izlenimlerini, etkisini taşır içeriğinde. İzleğine, mekân, olay, kişi (birey) yaşam örgüsü siner kaçınılmaz biçimde… Hayatın anlamı edebiyatın anlamıyla örtüşmese de koşut gider. İnsandan insana yol olur, kötülüklere karşı iyilik güzellik imgesiyle direnir.
D.D: “Şairin kimliği şiir dilinde saklıdır” derler. Sizce nasıldır?
H.H: Şiirin dili şairin sesidir ya da şiirin sesi şairin karakteridir diyenler de var! Dünyada ve bizde şairlerin kendi sözünü söyleme, okura iletme gayreti ortak / benzer bir durum: Söyleyiş yapısını yani kendi biçemini, ritmiyle tınısıyla ve yankısıyla özgün kılmış olmak başat nitelik. Söz konusu kendine özgülük, sözünün, sesinin çağrışım çeperinde algılanır. Dil kimliği dediğimiz de odur; okuyan ya da izler çevre tarafından benimsenmiş, “pasaport” addedilmiş şiir biçemi… Kuramsal dil zenginliği, ses çeşitliliği içinden fazlasıyla örnek gösterilebilir. Yorumun evrensel değeri bakımından şairlerin ve eleştirmenlerin kesintisiz ilgi kaynağıdır. Şiirin metni dilini, şairin ustaca söylemi oranında dışa yansıtır, okuyana sezdirir. Şiirin sesinden, ruhundan ardındaki imzanın kimliği anlaşılabilir. Şairin nabzı oradadır.
D.D: Şiir okurunun her geçen gün azalmasının birçok nedeni var. Sizce bu nedenler arasında bugün yazılan şiirin ve bugünkü şairin rolü var mı?
H.H: Okurun ulaşılmazlığı Türk şiiri ve edebiyatı için olduğu gibi Dünya şiiri ve edebiyatı için de başat sorun. Büyük dert! Şiir yazılanın / yayımlananın onda biri kadar bile okunmuyor! Teknolojinin gelişmesi, iletişimin hızlanması ve çeşitlenmesi insanın internet ağlarında yitip gitmesi, avuç içi ekranlarına tutsak düşmesi bunda etken! Toptan ya da organize tavır aranamaz ama ne yazık ki büyük ölçüde şiir-şair-okur kopuşu önemli gösterge: Birbirini okumayanlar, zamanını başka labirentlerde yitirmeyi zarardan saymıyor.
D.D: Yazarlık sürecinizde dergilerin yeri ve Türkiye’deki genel dergicilik hakkında neler söylersiniz?
H.H: Dergilerin coşkusu ve çeperine yaydığı yaratma-üretme ışığı hiçbir değerle ölçülemez, karşılaştırılamaz. Şiirini, öyküsünün, deneme veya günlük yazısını basılı görme hazzı paha biçilmez duygudur. Şair yazar çoğunluğun yabancısı olmadığı bir büyülü atmosferdir, sözünün, sesinin, nabzının kâğıt üzerinde yaşatılma hali… Dergimiz eliz edebiyat 17. Yılında ve her yeni sayısını blog sayfasında ve sosyal medyada, basılı gazetelerde duyuru metni yayımlanmaktadır. Söz konusu metnin değişmeyen iki paragrafı söyle: “Her yeni sayısı, edebiyat çevrelerinin, okurların merakını bilemektedir. Etkinliği, insanlığa; ‘sanat yarının ışığıdır, ışıksız kalmayın!’ diyen temel davetini yinelemektir. Öylelikle eliz edebiyat dergisi, yaşam için “Okumak iyi gelir!” savsözünü unutmadan, üretmeyi destekler… Dünyadaki, doğadaki güzellikleri paylaşmanın, haliyle umudu çoğaltmanın, sanatla anlama bürüneceğini not etmektedir. Her soruna karşı(n) sanatla ama öncelikle ilerici / aydınlanmacı sanatla tavır ve tepki konacağını, yaşama hakkının savunulacağını vurgulamaktadır.
Her edebiyat sanat yayını, aboneleri ve okurları, şairleri ve yazarları ile var olmakta, somut görünümünü nakışlamaktadır… Dünyanın gözünde, yaşam uğruna, dayanışma, paylaşma ve direnme belgesidir, gönüllü dergiler… Zaman tutanağı, “şimdi” mührüdür! Bu anlayış ve sorumlulukla yeni sayılara doğru ilerlemektedir eliz edebiyat… Mudanya’dan geleceğe! Mudanya’dan Dünya’ya merhaba demektedir, her ayın ilk günlerinde!”
D.D: Yaratıcı yazarlık kursları hakkında düşünceleriniz nelerdir?
H.H: Atölyeler ve kurslar, lise, üniversite çağındaki gençler için ilgi odağı, sanat iletişimi merkezi, buluşma adresi diye benimsenip yararlanmakta beis görülemez. Şiir için, öykü için, resim için buluşmak, paylaşmak deneyim ve birikim edinmek iyidir. Ticari, siyasi araç olarak kullanılmadığı sürece verimliliği tartışılamaz… Öğrenmenin, yazılı ve görsel sanat örneği somut değerler, yapıtlar ve yaratıcılarıyla temas deneyim zenginliğidir. Yazı sanat gerekçesiyle bir araya gelmek güzel zaman geçirmek çoğalmanın, dernekleşmenin, dergilerde üleşmenin de olağan yoludur. Neden olmasın?
D.D: Sosyal medya, dijital platformlar ve okuma alışkanlıklarındaki değişimler üzerine ne düşünüyorsunuz? Bu değişimler sizin yazma biçiminizi ya da edebiyata yaklaşımınızı etkiledi mi?
H.H: Günümüzün dijital sinyal hegemonyasından etkilenmeyen, yani internete ve sosyal medya dehlizlerine sinmiş kötülüklere maruz kalmayan yok gibi… Önemli olan onca kirli-kinli kötülüklerden korunabilmek… Korunmanın kalkanı da olabildiğince girmemek, o mecraları ilgi alanımızdan uzaklaştırmakla kurulabilir. Yapay zekâ ile ruhumuza ve düşüncemize hatta bedenimize hükmetmeye çalışan kötülük gücü zaman hırsızıdır en baştan… Cazip hilelerine ve oyunlarına kapılmamalı gençlerimiz, çocuklarımız… Edebiyatın bu uğurda araç kılınmasında hiçbir sakınca yok hatta kötülük frekanslarını durdurmada önleyici zırh olmalı diye düşünürüm naçizane… Bunları anlatmalı entelektüel kamuoyuna, edebiyat, sanat, şiir üretimleri ve etkinlikleri.
Kâğıda yazmak yerine doğrudan ekrana yazmayı hatta telefon ekranına yazmayı başaranlar vardır kesinlikle… Eskiden olduğu gibi önce kâğıda yazıp sonra klavyeye aktaranlardanım bendeniz… İleri teknoloji yani yapay zekâ aracılığıyla, internet gezgini ağlarda sesli yazdırma olanakları henüz verimli olamıyor. Yazma biçimi kâğıt-kalem araçlarına gereksinim duyuruyor hâlâ. Teknoloji, elektronik gelişim, internet evreni nerelere taşıyacak yazmayı ve okumayı? Kolaylaştırıcı evreleri görmek olasıdır.
Buraya, Mudanya’da, Aralık 2024 tarihinde yazılmış ama yayımlanmamış “D/okunanlar” adını taşıyacak kitap dosyasının sonsözünü aktarayım izninizle. Başlığı “Şiir Sütü”, buyurun: “Kitapla insan arasındaki ilişki, günümüzün temel sorunlarından değil belki ama bireyin yaşam(a) biçimini belirleyen hallerinin başında gelir. Kitap, başta şiir kitabı yeryüzü kötülüklerine, her türden kirliliğe karşı bir tür inceltme, direnme yolu, bilinci savunma üretimidir. Şiir ve edebiyat, kötülüğe, kötülüğün karanlığına, balçığa çirkefe karşı kalkan değilse nedir o bağlamda? Kıyıma, ölüme karşı dirime tutunma yöntemi!
Modernliğin gelişmiş teknoloji düzeyi ve gücü, görselliği (izlenimi) cazip kılmaktadır. Seyir durumu ve dâhi seyretmek kipi kolay, okumaksa nispeten zahmetli iştir. Okumak eskidir çünkü. Metinden (yazıdan) haz ve bilgi alma eylemi eski yöntem, eski seçenek… Görsellikle gençlik arasındaki kaçınılmaz bağı düşündüren, tartıştıran evrensel bir sorundur kitaptan uzaklaşma, ekrana odaklanma halleri…
Cep telefonu, tablet, bilgisayar ekranıyla mıknatıs olur, çeker kişiyi, tutsak alır. Sinyallere kapılma, frekans ritmine takılma, renkli dünyaya (dijital görüntüye) yapay zekâ ürünü bilgiye kilitlenme gerçekliği yadsınamaz günümüzde. Oysa kitap insanı insana taşır! Ne var ki sonuç ekranın (avuç içi) kılavuzluğunun gazabıdır yine. Durum budur! ‘Nanoteknoloji’ yapay zekâ egemenliğinde yaşamak kitapla kolaylaşır her olasılıkta. Ne denebilir ki: varoluş kalıpları sınırlayıp tedirgin etse de zamanın kapılarını açık tutma çabası iyidir. Dünyevi atık ve zehir nobranlığına karşı şiir panzehirdir dense yanlış olmaz! Sözcükler, tümceler dizeler, imgeler şiir sütüdür insanlık için. Abartma diye addedilebilir ancak insan evladının doğaya ve dirime karşı vahşeti söz konusuyken, başka türlü ifade edilemezdi cehaletin, arsızlığın, hırsızlığın gerçeği… Okumak, şiir, öykü, roman, deneme okumak her türden yıkımı, yağmayı ve sömürüyü yani haksızlıkları algılamayı kolaylaştırır çünkü. Israrla gündemde tutulmalı bu durum, bu konu; şiirle, sanatla, estetikle ve doğa-dirim severlikle bireyin bağları… Şiir sütü hayattan eksik olmasın diye!”
Koşullar yaşama biçimini etkilediği gibi yazma (yaratım / üretim) biçimini de etkiler. Söz konusu etki düşünmeye ve kurgulamaya siner, yapıtın omurgasına ve ruhuna katılır. Bu kaçınılmaz sonuç insan evladının varoluş bütünlüğünü eserine / yapıtına da taşır haliyle…
D.D: Türkiye’de sanat denildiği zaman ne görüyorsunuz?
H.H: Yurdumuzun sosyolojik, ekonomik koşulları ne yazık ki mutluluk verici sahneler sunmuyor. Herkes içinde; maruz kaldığı, dahası dayatılmış sistem / düzen atmosferinde mutlu (hiç değilse huzurlu) olan kimse yok. Postmodern faşizm, para ve din soslu hegemonyası ile bireyin özgürlüğünü gasp etmiş; ruhu ve bilinci sanatla bezenmiş kişi(lik)ler yok ne yazık ki… Dünyanın gelişmiş ülkelerinden farklı olarak Türkiye’de yaşananlara tanık ya da sanık sıfatıyla katılıyor insanlar. İster istemez koşulların parçası oluyor. Sanat ortamı, genel ekonomik, sosyal koşullardan kopuk değil, toplumsal dışlanmışlık, ilgisizlik ve/ya yok edici tavır egemen her alanda olduğu gibi… Sanatı birey üretir, toplum alır yararlanır ya da yadsır! Sanat, kişisel ilgi alanı; şiir de, öykü de, resim de, sinema ve müzik de insanın dertlerine, yaralarına, şimdi ve yarın kaygısına odaklandığı sürece evrenseldir. Sanat yok edilemez. İnsandan uzak tutulamaz o nedenle!
Sanat iyilikseverdir. Sanat güzellik sever, hayal sever, umut sever… O nedenle sanatların anası kabul edilen şiir, kötülüğe ve karanlığa karşıdır. Şiiri söyleme/ yazma eylemi, sanat ile yaşama düşüncesi öylelikle pekişir modern bireyin zihninde. Özellikle yıllarını okuma yolculuğuna koşut yaşamış ve estetik üretiminin somut, soyut etkisi altında deneyim biriktirmiş tanıklık önemlidir… Ömrünü sanatsal üretime adayan imzalar kayda değer. Aynı minvalde ruhunu ve kalemini olgunlaştırmış kişiler, kuşkusuz sadık, ısrarlı sanatseverdir. Adanmışlıkla… Yaratım-üretim yolcusu olmakla. İyilik, incelik, güzellik, doğruluk severdir, nitelik, özgünlük ustası kişiler. Çünkü bilinir ki başta sömürü, savaş ve soygun olmak üzere insanlık dışı her şeye karşıdır estetik, incelik, zarafet üretenler. Sanatı, salt kâr-kazanç veya popüler olma aracı yapmayanlar. Sözleri, tavırları içtendir. Söylemleriyle, yapıtlarıyla kinlenmemiş / kirlenmemiş iç dünyaları, insandaki saf vicdanı arayanlardır sanat yaratmaya adananlar.
Sanat insanları, yaşantısıyla, üretimiyle, yapıtlarının içeriğiyle ve ideolojik duruşuyla direnirler. Sanatsal varlığını, adını zorbalık uğruna araç kılmayanlar, zamana tertemiz ve derin iz bırakırlar. İşbu saptama durum tescili sayılsın; sanat kişisi ürettiğinin öznesidir. Güncel sanat anlayışı söz konusu yapıt (eser) atmosferinde zikredilen kötücül duruma ve dayatmaya karşıdır. Kirliliğe, kötülüğe isyancıdır! Temiz bir dünyada yaşamak, direnmek, geleceğe fener tutma uğruna bilinç edinmek önemlidir zira… İnsanın yaşamı, yani doğada(n) / evrende(n) nasiplenme çağı biriciktir! O minvalde, insan da sanat da biriciktir.
D.D: Sanatın kent kültürünün oluşumuna etkisi ve bu konuda yerel yönetimlerin sorumlulukları hakkında görüşleriniz neler?
H.H: Kentler kendi kültürünü doğurur. Geçmişle bağı dolayısıyla özgün (orijinal) öğeler barındırır içinde… Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Ruhaniyetli Şehir” tanımı bizim beş şehrimiz için söylenmiş ama dünyanın birçok kadim şehri, tarihi dokusunu korurken geçmişin sanat nüvesini geleceğe aktarmayı sürdürür. Yerleşik insanların ve konukların sevgi ve saygı ile öğrendiği tarih sadece yapıların, mabetlerin, heykellerin ruhunda değil, kentin modern yapılanışı, moderni karşılayışı ve insan zenginliğindedir. Kentlerimizin kendine özgü klasik veya modern kültür, sanat, edebiyat birikimi paha biçilmez değerdir. Her kentin sanat dokusu geçmişini, yapı(t) varlığıyla insan varlığını yansıtır. Dünyanın kentleri, coğrafyanın, tarihin ve nüfusun değerli kalıtıdır. Kent yönetimleri söz konusu kalıtı korumak ve yarınlarda da yaşatmakla yükümlüdür öncelikle… Türkiye tarihi kentler bakımından zengin ama koruma-yaşatma bakımından zayıf ve yoksul kalmış. Eski eserleri restore edip geleceğe taşımak pahalıdır. Ekonomik gücü gerektirir. O nedenle Belediyelerimiz kentin ruhunu barındıran eski eserleri yaşatamadığı gibi kültür-sanat-edebiyat üzerine kol kanat geremiyor; destekleyici olamıyor ne yazık ki! Durumun düzelmesi, olumlu koşulların yaratılması için ilerici görüş (vizyon-misyon) sahibi kadroların kurulması ilk şart. Kentlilik bilinci ve meslek sevdası yoksa yöneten ve çalışan liyakatsiz kişiler, başarısız zaman öldürücüdür. Kentlere yararı dokunmaz. Kentinin ve zamanının değerini içselleştirmeyen yöneticinin sanata bakışı da bulanıktır! Sorumluluğunu yerine getirmesi beklenemez. Konuyu, durumu ve kentin yetkili (etkili) şahsiyetlerini bıkmadan, usanmadan eleştirmek gerekir diye düşünürüm.
D.D: Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Son olarak bizlere ve okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?
H.H: Herkes için okumak sağaltıcıdır. Ömürler sınırlı: Dilerim kitaba, yazıya ayıracak zamanımız çok olur… Çünkü büyücü medya saldırısına karşı insan zihnini koruyan nesne kitaptır, başat eylem ise okumaktır. Kitap sayfasına odaklanmak… İnternet frekanslarına karşı(n) fiziki ortama, yaşamaya yoğunlaşmak, sınırlı süreli varoluşumuzu korumak, tek seçeneğimizdir. Dergileri, kitapları olabildiğince gündemimizde tutmakla ancak sanal sanrı yani dijital şiddet dalgalanmalarından kaçınabiliriz. Kötülüğe karşı yalıtılmış atmosfer yaratmak bireyin kendi elindedir. Şiirin, edebiyatın, sanatın güneşi de, rüzgârı da üzerimizden eksik olmasın!
Teşekkür ederim sorularınız için.
Mudanya, Nisan 2025
KIYI SAVUNMASI*
Sonra denize indim, rüzgâr nasıl inerse öyle
poyraz telaşlıdır ve eli çabuktur malum süre
sürçen dilimle denize indim en yanık maviye
bilmiyorum, al al parlıyordu yüzeyin yalımı
sevişme yazından kopup yunmuş gibi üryan
ikindiyle dinmiş tedirginliği sardunyaların
sonra karıştı cismim cismine; çaresiz dünya
suret ki, yeşile konmuş mavi kadar tedirgin
öteki renkleri küstürmüş, çarpı çekmiş sarıya
meğer kendine de korkuymuş an’lar tükenişle
sindim, gece tuvaline sokulmuş ölüme, az mı
anlamın ortasında iğreti dururken dün kefeni
çünkü, yırtılmış bir dağ eteği gibi kanıyordu
kırmızının çokluğuna doğru, diyet günbatımı
ne dedimse siyah beyaz albümler ertesi dedim
gül yalancıysa mutluluk da plastik solgunudur
mahzun ve mahcup turunçta küs yapraklarıyla
her şey ruhun miskin iliğine sinmiş yapışmıştır
insan yalnızken insandır, yaz gücü, sevinç hali
insanla tanrının buluştuğu adadır yalnızlık: imi
içinden çıkıp denize indim, sonra dönmek için
ben bu melankoliyi malum zamanda damıttım
melon şapkadan çıkarılmış melun hayallerdi içi
yağmış bütün yağmurları kalbime basıp sustum
ve denize indim, boşalmış bulut saydamlığınca:
mevsim, hayata kondurulmuş yeşil taç ertesiydi.
Adana, Temmuz 2003
KIYI SAYIKLAMASI*
Zamanın olmuş adaleti bitmek mi yoksa
göverirken cisim çıkış ile varış içi yolda
kıyamet birincinin ikinciye yenilgisi çile
yitiş, öncekinin sonrakine ihanetini gizler
eskilerin enkazında beliren kök sarmaşık
neyi söyler, güneşe sevinen taşlar örende
kıyıma uğramış tarihe inat kurtulan ruhu
“eski saray” avunması suskun mülk telaşı
“kendini sınadın say” dercesine karmaşık
murç çentiği, harabe bilgisidir, harf talaşı
felakettir eskinin yeniye – yeninin eskiye
sınandığın fay derecesine yüklenen adın
her mevsim, kendini kıyılarla çevreler ya
hazin vedalara karşı, skandal işlere karşı
adalettir çünkü kıyı, uzadıkça eksilir sesi
ama kısaldıkça kendine yaklaşır, ocağına
her kıyı yıprandıkça öze döner som aşkla
Apameia düşü derini özlemektedir ilacını
zaman sensin, zaman sende su, rahvan su
akar için içine, yaman sıvı, cıva mı ne, ten
kayar iki uç arasında, göç ile güç arasında
uçar, başlangıca nispet sona doğru her uç:
“adalet bu mu?” diye sormaktadır kıyıdan
kıyıya rüzgâr kamçısı ki anlamdır kendine
zamanın ‘ol’muş gerçeğidir yaşanan vade
zamanın ölmüş adaleti bitmektir kendinde.
Mudanya, Ekim 2003
* Yayına hazır kitap dosyası “Mudanya Nefesi”nden.