
Yeni Türkiye rutini: Bir isimsiz ihbarınız var
Hazırlayan: Talha Özmen
Bir kez daha aynı sahneyi izliyoruz.
Sabahın ilk ışıklarında yapılan operasyon, jandarma araçları, Adli Tıp sevkleri, kamera önlerinde bekleyen gazeteciler ve sosyal medyada bir anda dolaşıma giren o tanıdık cümle:
“Ünlülere uyuşturucu operasyonu.”
Ne tesadüf ki yine isim listesi uzun ama somut bilgi kısa. Yine ihbar var ama delil yok. Yine “gizlilik kararı” var ama medya linçine açık kapı da sonuna kadar aralık.
Henüz test sonuçları ortada yokken, kamuoyuna “madde kullanan ünlüler” olarak servis edilen bu isimlerin tamamı, daha ifade bile veremeden toplum önünde mahkum edildi.
Oysa hukuk, hele ki bu kadar hassas bir konuda, sonucu değil süreci korumakla yükümlüdür.
Dikkat çeken isimler
Bu soruşturmanın belki de en tartışmalı kısmı, listedeki isimler.
Hadise, İrem Derici, Demet Evgar, Birce Akalay, Özge Özpirinçci, Mert Yazıcıoğlu, Kubilay Aka Kaan Yıldırım, Berrak Tüzünataç…
Yani sahnede, perdede, kameranın önünde hep gördüğümüz ama aynı zamanda kamusal meselelerde sesini çıkaran isimler.
Kadın hakları, sansür, ifade özgürlüğü gibi konularda düşüncesini açıkça dile getiren, “susmayan” sanatçılar.
Gazeteci İsmail Saymaz’ın belirttiği gibi, bu isimlerin birçoğu menajer Ayşe Barım’ın sanatçısı; bir kısmı siyasi duruşlarıyla biliniyor, bazılarıysa toplumsal konularda muhalif çizgide.
Bu tesadüf mü, yoksa bir tür “gözdağı operasyonu” mu?
Elbette elimizde kesin bir delil yok. Kimseyi savunmuyoruz ama suçlamıyoruz da…
Çünkü Türkiye’de son yıllarda, muhalif veya eleştirel her sesin benzer biçimde “ihbar” ve “gizlilik” kılıfı altında hedef alınması, insanın ister istemez aklında soru işaretleri bırakıyor.
İsimsiz arama
Son dönemde “ihbar” artık bir silah gibi kullanılıyor.
Kimin yaptığı belli olmayan, kime dayandığı açıklanmayan, içeriği muğlak bir ihbar ve arkasından hemen şafak operasyonu.
Tıpkı menajer Ayşe Barım hakkında açılan dayanaksız soruşturmada olduğu gibi, yine aynı formül:
Belirsiz ihbar + gizlilik kararı + medyatik gözdağı
Bu yöntem, adaletin değil, korkunun dili.
Ve maalesef toplum da buna hızla alışıyor.
Hafıza
Oysa biz bu isimsiz ihbarlara aşinaydık…
Ergenekon ve Balyoz davalarının en karanlık sayfalarında da isimsiz ihbar mektupları dolaşıyordu ortalıkta.
Birilerinin yazdığı, kimsenin sahiplenmediği ama yüzlerce insanın hayatını karartan o mektuplar…
Yıllar sonra sahte belgeler, uydurma deliller ve düzmece ihbarların nasıl bir “kumpas düzeni” kurduğunu hep birlikte gördük.
Bugün de benzer bir refleksle, hukukun kapısını değil, algının kapısını çalan her isimsiz ihbarın, geçmişteki o karanlık sayfalara yeni bir satır ekleme ihtimali var.
Linç kürsüsü
Henüz kan tahlilleri bile sonuçlanmamışken, bazı “gazetecilerin” “O kafaya başka türlü ulaşılamazdı” gibi cümlelerle yazı kaleme alması, sadece gazeteciliğe değil, insana da hakaret.
Ahmet Hakan’ın bu ifadesi, adli süreci beklemeden yargılama pratiğinin bir örneği.
Gazeteci olmanın en temel ilkesi, “bilgi kesinleşmeden hüküm vermemek”tir.
Ama bu ülkede medya artık hükmü yargıdan önce veriyor, mahkeme kararını sadece teyit için bekliyor.
İrem Derici’nin tepkisi bu yüzden haklı:
“Sonuçlar gelsin de sana da dava açayım” diyor.
Çünkü artık insanlar kendilerini savunmadan önce itibarlarını kurtarmak zorunda kalıyor.
Hepimiz aynı denklemdeyiz
Bu mesele sadece 19 ünlünün meselesi değil.
Bu, “ihbar”ın kanıtın yerine geçtiği, “gizlilik” kararının adaleti gölgelediği, “medya linci”nin mahkeme kararının önüne geçtiği bir sistemin meselesi.
Eğer bugün kamuoyunca tanınan bir isim, belirsiz bir ihbarla sabah kapısında jandarma bulabiliyorsa, yarın sıradan bir yurttaşın başına ne gelebileceğini tahmin etmek zor değil.
O yüzden bu operasyon, yalnızca “kim ne kullanmış” sorusuyla değil, “bu ülke ne hale geldi” sorusuyla da anılmalı.
Son söz:
Adalet, test sonucu beklemeyi bilir.
Vicdan, kamuoyu baskısına teslim olmaz.
Ama Türkiye’de hem adalet hem vicdan uzun süredir aynı masada oturmuyor.
Kaynak: kapsül.com