KÜLTÜR SANAT

Neslihan Dağlı ile Seçkin Şiirler’de Yaşar Üstün

Merhaba sevgili okur,

Bu haftanın konuğu sevgili Yaşar Üstün. 1959 yılında Ankara’ da doğan şair Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği 1987 mezunu.

YAŞAR ÜSTÜNÜN’ ÜN YAŞAM VE ŞİİR ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ;

‘’Kimlik duruş duyarlılık kazandığım yer An-kara . Sonrası İzmir…kent kimliğini, kültürünü , yaşam biçimini değerlerini taşıdığım, kendimi iyi ve özgür hissettiğim doğaya yeniden aşık olduğum doğanın kulu olduğum kent…Sonra sanki bir şeytan üçgenini tamamlarcasına 7 yıldır da İstanbul’da tarihi yarımada’da Beyoğlu’nda İzmirli olarak daha çok kışları varlığımı sürdürüyorum…

Şiirimde yaşadığım kentlerin izleri büyük…artık Ankara “ ah Kara “ benim için…İstanbul herkesin birbirini ötekileştirdiği kimsenin oralı olamadığı kent…İzmir’im geleni kucaklayan kimseyi ötekileştirmeyen bir aşk benim için…

Bizim kuşak pek mutlu olmadı. Ellerimiz yarın diye hep kalbimizi tuttu, koşarak hep gider gibi yaşadı koşarak rüzğar hızıyla acı çekti. Şimdi bile şiirim, diz kapaklarımız çakıl taşı yaraları dolu. Şiirim

düşünceli bir duruş taşır giderken bile eleştiriden çok özeleştiriye açık olma ,herkesin kendini çakal

başkalarını aptal sandığı hayatta “ abdal “olma; her koyunun kendi bacağından asıldığı günümüz değerler dünyasında şiirimim asıl hedefidir…Şiirim başkasını kullanmadan emeğini yansıtacak bir birikim taşır, özgürleştirici görüşler sunar…Ne olup bitiyorsa insanın kalbinde onu hayatına taşımakla ilgilidir. Şiirim dağ karanfili olsun ,tekerrür eden tarihin utancını yüzüne vursun, kalemim yanımda ölümü düşünürken okuyanın yanında hayatı sevsin istedim .

Düşlere sığan şiiri yazmak istiyorum…

KİTAPLARI;

Takım Elbiseli Acılar ( Haziran 2019 ) 

Kalbimin Şiirleri ( Ağustos 2021 Klaros Yayınları )

Şair mi?

YURTSUZ

-şaire-

gurbetin sıla seveni ile

gurbetçinin mola vereni

şiirin ömrüne saklanırmış

o yüzden şairin yurdu hiç 

bulunmazmış

sözcükler

bal yapan arılar gibi

çiçeğini koklaya koklaya

şairine konarmış

Şair, yârine seslenirken

insanlara yazarmış

İyiyi, sevgiyi, güzeli 

 elbisesini dikerek

giydirirmiş kalemine

acıyı taşımayan yüz 

suya ateş dökerken

O aşkla yurdunu ararmış

katillerini, insan kıyıcılarını

çirkinlik aynalarında

ölümsüzlüğe adarmış

sonra yürür gidermiş şair

yurdu mu 

hiç bulunmazmış

**

YENİLGİLERİM

hayata nazar boncuğu

havai fişek gürültüsü

yenilgilerim

Promete’nin Zeus’un

elinden ateşi çalması

aç karınlı toklara

kalp sancısı

karanfil düştükçe

yakama

maddenin ötesi

ölüme koşmalar

ah can

avuç içi yaralarım

uyandığın an

yüzünü

sabahla temizle

kuşlara ekmek at

nereden kırılırsa kırılsın

kaldığımız yerde zincirler

kay kay kaydırmacalar

oynadığımız tahteveralliler

insanın kendi içinde

düştüğü yeri bulması

ekmeğe

aşk mayala

lokmalarda

sevgi bölüşülsün

düşün

düş-mesin

gördüğün

her çiçek kokusu

yanağında

al elma olsun

tanrı

zaten meleksiz kaldı

gözlerini kapattı

saklambaç oynamıyor bizimle

istasyonlar

treni kondöktörsüz gönderiyor

sağına soluna

intihar yalnızlığıyla yapışan

bırakıp gitmeler

ezilmiş yaprak kurusu

‘’ Marmara’’

kalbimin en ince acısı

attığında

mürekkep kanayacak damar

yara dediğin

çıkarıp

atılacak kabuk

‘’şiir biter mi

şair ölür mü hiç…’’

hüzün bitmedikçe

umudu koluna takıyor

hayat

cebinde 1.5 lirayla

eliyle ölenlere

utancı yazılacak

şiirken

içimiz dışımız

kapı arkalarında

güneşle de

ateşle de

yanıyor…

yanıyor…

yanıyor…

**

YALNIZ KALMIŞ ÇINAR

Alnım çizik dolu

güneş lekeleri

kafamı çevirdiğim

gençlik arayan

yıllar

ucu keskin

bu kadar

bıçak izi doluyken

yazgısını

tecellisinde

bulamaz

tanrı

yalnız kalmış

bir çınar

gördüklerine

yaprak açarken

sus/ma/ larım

hangi kalbe

kovalamasız

bekçi düdüğü

olur…

z/aman dediğim

ağrılarım değil

b/aşka

boyun bükmelerim

suya atılmış taşta

yer aramalarım

ohooo…

olmadığın yerler

kutuplarda çözülen buzdaki

su damlasının

penceremde

serçe konmuş

buğuları

saçımın kışa öykünen

kar beyazları

sayrılık

bedenimde

damarımda donmuş

çaresiz buz ayazı

kabuğum

acıları eskimiş

takım elbisem

gölgem

kendime konuk

yalnızlığıma

bırakılmış armağanken

mumyası mısır piramitlerinde

saklı cesetimiz

o’nun dokunduğu

tuza bulaşmış

gözyaşı kalabalıklığı

sinkafa bulaşmış

arza talepler

kaç arşın

zerrecikler

gönderilmemiş

pulsuz dilekçem

cürmüm

ateşi ucunda

kibriti yaksın

zakkum ağusunu

en onulmaz

sancılarıma

damla damla

ilaç bıraksın

sıfır matematiğin değil

gökyüzüne kaldırdığım

avuçların eksisi olsun

ruh morartılarım

ne kadar tekil

olursa

zeytin bereketse

hayata

gölgesi de

bu dünyanın tanrısı

kazma kürek

kara dediğim toprak

en açılmamış

sırrı tecellisinde

saklı

Eşref-i mahlukat çamuru

aynalar dökülen

sırlarına saplanan

kalmasın diye

sorusuz

yanıtsız

uzağa düş/tü

el tuttuğum

yunduğum

yıkandığım

ana rahminde

tutmamış mayada

babasız

dönüşüm

ağlamalarım

mask yüzlerin

gülmesi olsun…

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.